Mersin Şehrinin Kurucusu Sultan Abdülmecid Han... Mehmet Mazak yazdı

Siyaset (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 01.06.2017 - 23:48, Güncelleme: 29.11.2021 - 14:41
 

Mersin Şehrinin Kurucusu Sultan Abdülmecid Han... Mehmet Mazak yazdı

Mersin, Osmanlı Devleti’nin son döneminde özellikle Sultan Abdülmecid saltanatı zamanında (1839-1861) Adana’ya bağlı Tarsus Sancağı Gökçeli Nahiyesine bağlı küçük bir sahil köyü konumundan hızla sıyrılmaya başlamıştır. Mersin bu dönemden itibaren Osmanlı Deniz ticaretinde ve yeni teşekkül eden bir şehir olarak ciddi şekilde sahne almaya başlamıştır. Mersin’in sahillerinde bulunan iskelelerin devletleştirilmeleri, yeni iskeleler ilave edilmesi, Sultan Abdülmecit’in Annesi Bezm-i Alem Valide Sultan’ın Mersin sahilindeki bugünkü liman bölgelerindeki kumluk arazilerini vakf etmesi ve buralarda yapılan veya mevcut olan İskelelerin tadilat ve elden geçirilmesiyle birlikte şehir büyümeye ve deniz ticaretinde Mersin ismi duyulmaya başlanmıştır.   Sizlere bu makalemde Sultan Abdülmecid Han zamanında Mersin şehrinin kuruluşu ve gelişimi ile ilgili bilgiler vereceğim. “Mersin” adının tarihi 17. yüzyılın ikinci yarısına kadar gitmekle birlikte, Mersin’in idari bir yerleşim birimi olarak ortaya çıkışının 19. yüzyılın ortalarında olduğunu söyleyebiliriz. Mersin şehrinin kurucusu ve banisi olarak Sultan Abdülmecid Han’ı gördüğümü belirtmek isterim. Şimdi sizlere bu tezimi daha sağlıklı anlatabilmem için kısaca Sultan Abdülmecid Han’ın hayatını ve padişahlık süresi hakkında bilgi vereyim.   Sultan Abdülmecid veya I. Abdülmecid 25 Nisan 1823 tarihinde İstanbul’da doğdu. 26 Haziran 1861 yılında İstanbul’da vefat etti. 31. Osmanlı padişahı olmuştur. Sultan II. Mahmudʹun Bezmialem Sultanʹdan olan oğludur. Döneminde Tanzimat Fermanıʹnı ilan ettirmesiyle meşhurdur. Osmanlı Devletiʹnin son dört padişahının babası olup, en çok sayıda oğlu padişahlık yapan, Osmanlı Padişahı olan Abdülmecid, babası gibi tüberküloza yakalanmıştı. Ihlamur Kasrıʹnda öldüğünde 38 yaşındaydı. Fatihʹte, Sultan Selim semtinde, Yavuz Selim Camii Haziresiʹnde, Sultan Abdülmecid Türbesiʹne defnedilmiştir. Sultan Abdülmecid Han’ın saltanat tarihleri 02 Temmuz 1839 - 25 Haziran 1861 arası olmuştur. Mersin şehrinin kuruluşu ve gelişimi üzerinde oğlu Sultan Abdülmecid kadar etkili olan ve belkide daha çok etkili olan kişi annesi Bezm-î Âlem Valide Sultan olmuştur. Valide Sultan’ın Mersin şehrine katkıları ve etkilerine geçmeden önce kısa hayatından bahis etmekte fayda var burada: Bezm-î Âlem Valide Sultan, Osmanlı Padişahı II. Mahmudʹun ikinci eşi ve Padişah Abdülmecidʹin annesidir. Bezm-i-Âlem ˮDünya meclisiˮ anlamına gelir. Osmanlı tarihinin en tanınmış Valide Sultan’larından biridir. Hayırseverlik için yaptığı çalışmalardan dolayı sevilen ve saygı duyulan bir Valide Sultan olarak tarihe geçmiştir. Oğlu Abdülmecid tahta çıktığında 16 yaşında, kendisi de 32 yaşındaydı. Oğlunun hükümdarlığı döneminde, öldüğü tarihe kadar 14 yıl süreyle (1839-1853) Valide Sultan olarak Sarayda etkin bir rol oynadı. Bezm-î Âlem Valide Sultan 2 Mayıs1853 tarihinde Dolmabahçe Sarayıʹnda vefat etti ve Divanyoluʹndaki II. Mahmut Türbesine defn edilmiştir. Mersin’in 1839-1861 yılları arasındaki idari gelişimi hakkında bilgi verelim burada:Mersin’le ilgili daha önceden yapılmış çalışmalardan birinde, “Mersin” ismine, 19. yüzyılın ilk yarısına ait kaynaklarda bir iskele olarak rastlanmakta olduğu, nitekim bu ilk dönemlerde, “Mersin” adının çoğunlukla “Yumuk” mezrası ile birlikte anıldığı ve kayıtlarda “Yumuk Mezrası” adının önceleri, “Tarsus Sancağı, Gökçeli Kazası’ndaki Yumuk Mezra’sındaki Mersin İskelesi’nde…” diye yer alırken, daha sonra ise “Mersin İskelesi’ndeki Yumuk Mezrası’nda” olarak yer aldığından bahsedilmektedir. Aynı çalışmada, bu kayıtlara dayanılarak, Mersin’in bu tarihlerde, idari bir yerleşim birimi konumunda olmasa da, bir “mahal” yani bir yer veya bir mevkii konumunda olduğu belirtilmektedir. [1] 1812 yılında deniz yoluyla gelen İngiliz Gemi Subayı Kaptan Beaufort, Mersin’i Malarya hastalığından korunmak için birbiri üstüne yapılmış birkaç kulübeden oluşan ve küçük iskelesi olan bir yer olarak tanımlar ki, bu günümüz Mersin’inin ilk defa bir yerleşke olarak karşımıza çıkmasıdır.Ancak, bir başka çalışmada Mersin’den, 1825 senesinde Tarsus Sancağı’nın Gökceli Bucağı’na bağlı bir köy olarak bahsedilmektedir.[2] Bu kaynağa göre, 1825’te köy olarak bahsi geçen Mersin’in, 1831 Nüfus Sayımı’nda Tarsus’a bağlı bir çok küçük yerin nüfusu verildiği halde, bu sayımda yer almıyor oluşu ilginçtir.[3] Bu durum, Mersin’in henüz bu tarihlerde, idari bir yerleşim birimi konumunda olmaktan çok, bir “mahal” veya bir mevkii konumunda olduğu yönündeki yukarıda yer verdiğimiz bilgiyi destekler görünmektedir. Başka bir çalışmada ise, “Mersin” adına bir köy olarak, ilki 1847 yılında yayınlamış olan Devlet Salnamesi’nde rastlanmakta olduğu ve bu salnamede Mersin’in, Adana Eyaleti’nin Tarsus Sancağı’na bağlı bir köy olarak Adana Eyaleti sınırları içinde yer almakta olduğu belirtilmektedir.[4] Bu bilgiyi destekleyen bir diğer çalışmada ise, 1847 yılına ait bir kayıtta Mersin’in zaten bir köy adı olarak anıldığı ve bu kaydın aynı zamanda Tarsus Kadı Sicilleri’ndeki, Mersin’in köy olarak anıldığı ilk kayıt olduğundan bahsedilmesinin yanı sıra burada Mersin’den açıkça “Mersin Karyesi” olarak söz edildiği bilgisine yer verilmektedir. Aynı çalışmada Mersin’in 1840’lı yılların sonunda veya 1850’lı yılların başlarında, artık bir köy halini almış göründüğü ifade edilmektedir. [5] Bu çalışmada dayanılan kaynaklardan birine göre; 1852 yılı Şubat’ına rastlayan ve Adana Valisi Mehmet Ziya Paşa tarafından merkeze yazılan bir yazıda, “iskele-i mezburda 8-10 seneden beri yetmiş- seksen bab hane ve dekakin ihdas…” denilmek suretiyle, buranın aşağı yukarı 1840-42 yılları arasında başlayan ve 1852’ye kadar yetmiş ile seksen ev ve dükkandan oluşan bir yer halinde olduğu, yani bir yerleşme şeklinde bulunduğu anlatılmaktadır. 1859 tarihinde merkezden yazılan bir başka yazıda, “Mersin İskelesi, Saltanat-ı Seniyye’nin oldukça işlecek bir iskelesi ve bendergahı olub, kadimden ufacık bir karye iken, beş-altı seneden beri bahren ve berren ticaret-i revaç-pezir olarak…” diye söz edilerek, Mersin’in daha 1850 ile 1855 yılları arasında bir köy halinde olduğu ve bu tarihlerden sonra deniz ve kara ticareti sayesinde büyüdüğü söylenmektedir. 1889 tarihli ve yine merkeze ait bir kayıtta ise bu defa, “otuz kırk sene mukaddem hiçbir ehemmiyet haiz olmayub, adi bir köy halinde bulunan Mersin İskelesi…” denilmesinden de, Mersin’in 1850’li yıllarda bir köy olduğu anlaşılmaktadır. [6] Bahsettiğimiz üzere, hem Devlet Salnamesi, hem de Tarsus Kadı Sicilleri’ndeki kayıtlar, Mersin’in 1847 senesinde resmi kayıtlarda bir köy olarak mevcut olduğunu göstermeleri açısından önemlidir. Her ne kadar, Mersin’in bir köy olarak varlığına Devlet Salnamesi ve Tarsus Kadı Sicilleri’ndeki kayıtlarda ilk kez 1847 senesinde rastlansa da, Texier’in, Mersin Köyü’nün 1836’ya doğru Tarsus’un hakiki iskelesi haline geldiğine yönelik ifadeleri[7], idari kayıtlarda yer almasa da, Mersin’in bu tarihlerde bir köy olarak anılmakta olduğunu göstermektedir. Yukarıda da bahsettiğimiz ilgili çalışmalardan birinde yer alan, Gökceli Bucağı merkezinin 1837 senesinde Karaisalı Köyü’ne taşındığı ve 15 yıl gibi bir sürenin ardından ise, kıyıdaki Mersin Köyü’nün gelişmesi üzerine, Gökceli adı değiştirilmeksizin ve Tarsus İlçesi’ne bağlı kalmak üzere Mersin’e taşındığı bilgisinden hareketle, Mersin’in 1852’lere kadar gelişmekte olan bir köy statüsünde olduğunu söylemek mümkündür.[8] Nitekim, incelediğimiz çalışmalardan birinde de, Mersin’in 1841 senesinde, Tarsus İlçesi’nin Gökceli Bucağı’na bağlı bir köy olduğu ve meşrutiyetten önce yayınlanan Adana Salnameleri’nde de Mersin’in 1841 tarihinde henüz köy halinde olduğunun tekrarlandığı bilgisine yer verilmektedir.[9] Buraya kadar yer verdiğimiz kaynaklardaki bu farklı bilgiler bizi, Mersin’in, 1812’li yıllarda temellerinin atıldığını, resmi kayıtlarda adının köy olarak geçmese de 1825’ler de bir köy olarak anılmakta olduğu ve resmi kayıtlarda köy olarak bahsinin geçmesinin ise 1841 senesine gittiğini, Mersin’in resmi kayıtlarda önceleri bir yer, mahal veya iskele olarak anılmasına ve idari kayıtlarda adının köy olarak geçmesinin 1840’lı yılları bulmasına rağmen, Mersin’in 1825’lerden, 1852’lere kadar bir köy statüsünde mevcudiyetini sürdürdüğü neticesine ulaştırmaktadır. 1850’ler sonrasında da Mersin’in idari taksimat içindeki yerinin saptanması hususunda bazı belirsizlikler bulunmakta olup, bu durum başta da belirttiğimiz gibi Osmanlı idari yapısında bu dönemde yapılan idari düzenlemelerin tam olarak rayına oturmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Mersin’in nahiye oluşu ile ilgili olarak genelde hem fikir olunan tarih 1852’dir. Adana Vilayet Salnamesi’nde, 1852 yılında Tarsus Kazası’nın bir nahiyesi durumunda olan Mersin’in,Tarsus Şer’iyye Sicilleri’nde, nahiye olarak adının ilk geçişi ise 1860 senesindedir. Ancak, yaklaşık 1861 yılı başlarına ait olan bir sicil kaydında, Mersin’den, yeniden “Mersin Karyesi” olarak bahsedildiği, bunun hemen ardından da Nisan 1861’e rastlayan bir başka kayıtta “…Tarsus İskelesi nevahilerinden Mersin İskelesi…” tabiri kullanılarak, Mersin’in yeniden Tarsus’a bağlı nahiyeler arasında sayıldığı görülmektedir. Mersin’in 1852’de bir nahiye halini almasına rağmen, Tarsus kadı sicillerinde 1860’a kadar bir köy olarak anılması ve ancak bu tarihten sonra, ama bu arada bazen yeniden bir köy statüsünde adının geçmesinin temel nedeni, belirttiğimiz üzere, Osmanlı idari sisteminde mevcut olan düzensizliklerdir. Nahiye ile köy arasındaki belirsizlik, Mersin’e ait kayıtlar tutulurken, Mersin’in bir köy olarak görülüp öyle kaydedilmesine, hatta bir nahiye olarak işaretlenmesine rağmen, bazı zamanlar hala bir köy statüsünde anlaşılmasına neden olmuştur. Zaten bundan dolayı, önceleri Mersin’e bir Nahiye Müdürü tayin edilmediği, ancak nüfus ve memur sayısı gelişimle paralel artmaya başladıkça, sonraları bir Nahiye Müdürü tayin edilmek zorunda kalındığı da bir merkez kaydında açıkça anlatılmaktadır.[10] 1864 Vilayet Nizamnamesi’nin yürürlüğe girmesi ile Osmanlı idari yapısında vilayet sistemine geçilerek, idari yapıdaki mevcut belirsizlikler girderilmeye çalışılmıştır. İdari yapıdaki düzenlemeler, 1867 Tarihli Vilayetler Nizamnamesi, 1870 Tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi çıkarılarak sonraki yıllarda da devam etmiştir.[11]Mersin’in kaza statüsüne kavuşması 1864 Vilayet Nizamnamesi ile olmuştur. Bu nizamname ile Tarsus’tan ayrılan Mersin, Tarsus ve Karaisalı ile birlikte Adana’ya bağlı kazalardan biri haline getirilmiştir.[12] Gökçeli, Kalınlı, Elvanlı nahiyeleri ise Mersin kazasının nahiyeleri olarak belirlenmiştir.[13] Görüleceği üzere, daha önce kaza konumunda anılan ve Mersin küçük bir yerleşimken bağlı bulunduğu Gökçeli ile yine daha önce Tarsus kazalarından olan Elvanlı, Mersin’e bağlı birer nahiye statüsüne düşmüştür. Bu durum, Mersin’in çevresindeki çok geniş bir alan aleyhine hızla büyüdüğünün bir göstergesi niteliğindedir.[14] Yukarıda Mersin şehrinin ilk kuruluş ve gelişim aşamalarını anlatmaya çalıştım. Mersin mezra ve köy olarak temellerini Sultan Abdülmecid atmamış olsa da, yeni bir Osmanlı sahil şehri olarak doğuşunu, kuruluşunu ve gelişiminin hepsini aynı iktidar ve padişah döneminde sağlamıştır. 1850 yılında Mersin’de hiçbir yabancı ülke konsolosluğu yok iken 1860 yılına geldiğimizde Avrupa’nın önde gelen bütün ülkelerinin konsolosluğu kurulmuştur. Mersin bu dönemde ticaretin harman olduğu bir sahil şehri olarak karşımıza çıkıyor. İktidarı döneminde Sultan Abdülmecid Han ve devrin yöneticilerinin Mersin şehrine yönelik kolaylaştırıcı ve yol açıcı çalışmaları sayesinde hızla gelişmiş bir kent olmuştur. Dünyada eşine az rastlanır bir gelişim süreci ve büyüme süreci ile Mersin, Doğu Akdeniz deniz ticaretinin kalbi olmaya yolunda ilerlemiştir. Ticaretin gelişimi ile birlikte şehir demografik, mimari ve dinsel olarak da çok kültürlü bir gelişim göstermiştir. Mersin şehrinin bütün bu kentsel gelişimini sağlayan kişi olarak devletin başındaki Sultan Abdülmecid Hanı görmemiz lazım. Bezm-î Âlem Valide Sultan’ın Mersin üzerinde şehrin gelişim ve imarı ve hayır işlerinde kurmuş olduğu vakıf sayesinde büyük katkıları olmuştur. Mersin’in bugünkü sahil kesimindeki ilk yerleşim 1812 olarak kayıtlara geçse bile bir mezra olarak karşımıza 1825 olarak çıkar ki buda Bezm-î Âlem’in Sultan II. Mahmut’un eşi olduğu dönemlere denk gelir. Kim bilir Valide Sultan’ın Mersin ile olan ilgisi belki de bu dönemlerde başlamıştır, neden olmasın. Bezm-î Âlem Valide Sultan’ın kendi ismi ile matuf Valide Sultan Vakfı’nın Mersin şehrindeki faaliyetlerini anlatalım. 1853 tarihli döneme ait belgelerde, Mersin İskelesi ve civarının 1850’lerin başlarında vakıf kurumu içinde anıldığı görülmektedir.[15] Yukarıda yer verdiğimiz 1 Haziran 1859 tarihli ikinci belgedeki; “…Mersin iskelesi saltanat-ı seniyyenin oldukca işlek bir iskelesi ve bendergâhı olup…… mevki‘-i mezkûr mîrâs-ı mehd-i ulyâ-yı saltanat-ı cihânbânî cennet-mekân vâlide sultân hazretlerinin evkâf-ı celîlesine tashîh buyrulmuş olduğundan…”[16] şeklinde yer alan ifadelerden, Mersin İskelesi’nin bu tarihlerde Valide Sultan Vakfı tashihatında bulunduğu anlaşılmaktadır.   “ ...Her ne kadar Sultan Osman, Sultan Hamit, Sultan Mahmut, isimli padişahlarımız var. Ama, Sultan Nusrat yok, Nusratiye Mahallesi var. Sultan Mesut yok, Mesudiye Mahallesi var. Padişah adı verilmesi tercih nedeni olsa, öncelikle Mecidiye adında bir mahallemiz olurdu. Zira; Mersin’in gelişim yıllarında Sultan Mecit Padişahtı ve Mersin’in sahibi olan Bezm-i Alem Valide Sultan’ın sevgili oğlu idi….”[17] 1857 yılı sonlarına doğru merkezden, bir cami inşaatı için Mersin’de yer arandığı görülmekte olup, yazışmalar neticesinde, yapılacak olan cami inşaatı için en uygun yer olarak, deniz dalgasıyla oluşmuş ve Valide Sultan Vakfı’na ait olan kumluk alan belirlenmiştir. Ancak, Mersin’deki gelişme ve büyüme karşısında, bir süre sonra yapılan bu caminin de ihtiyacı karşılayamaması ve bazı yerlerinin tamir gerektirmesi üzerine, devletin bu konuda harekete geçtiği görülmektedir. Bu amaçla, 1868 yılında Evkaf Nezareti’ne yazılan bir yazıyla, Mersin İskelesi’nde bulunan Cami-i Şerif’in onarımı sırasında yanına bir de medrese ilave olunmasına karar verilmiştir. Fakat bundan bir ay sonra, yine Evkaf Nezareti’ne yazılan bir başka yazıda ise bu defa, Mersin kasabasında bir cami inşaatının lüzumundan bahsedilmektedir. Bir ay önceki yazıda mevcut caminin tamirinden ve genişletilmesinden bahsedilirken, bir ay sonra yeni cami inşaatından bahsediliyor oluşu, Mersin’e artık bir caminin yetmediğini göstermektedir. Gündeme gelen bu yeni caminin, 1869 yılında, Valide Sultan Vakfı tarafından yaptırıldığından bahsedilen ve Eski Cami (Cami-i Atik) adı verilen ibadethane olması muhtemeldir.[18] Döneme ait çeşitli belgelerde, Bezm-i âlem Vâlide Sultân Vakfıyla ilgili olarak çeşitli ihtilaflı durumların yansıdığı görülmektedir. 16 Mayıs 1853 tarihli bir belgede şu ifadeler yer almaktadır: “Tarsus’da kâin Mersin iskelesinde bulunan arâzî-i mîriyeye....... istid‘â iden kimesne mutasarrıf olduğu sâhilhânesi hizâsını tecâvüz itmemek ve müceddeden ihyâ eylediği mahal vakf-ı celîl-i şâhâneden olmak ve ba‘de’l-ihyâ kendüye îcâr olunmak üzre rıhtım vaz‘ına ruhsat-ı seniyye i‘tâsı bâ irâde-i seniyye-i şâhâne müesses olan nizâmından oldığı ve.....” denilmek suretiyle, Mersin İskelesi’ndeki bahsi geçen yerlerin vakfa ait olduğu belirtilerek, bu yerlerle ilgili talepleri olanlara yönelik gerekli incelemelerin yapılması, talepte bulunanın burada kiracı konumunda olduğu ve kendi sahilhanesi hizası sınırını aşmamak kaydıyla nizam gereği rıhtım temeli atma talebinin yürürlüğe girmesinin ruhsat gerektirdiği dile getirilmektedir. Buna göre, ilgililerin vakıf arazisi üzerinde kiracı konumunda oldukları görülmektedir. 26 Şubat 1859 tarihli bir belge ise, Mersin’de oluşan yerleşimin bir sonucu olarak, hayati bir öneme sahip olan içme suyu sorunuyla ilgili olup, belgede geçen ifadeler şu şekildedir: “Adana eyâleti dâhilinde Tarsus sancağına tâbi‘ Mersin iskelesi nâm mahalde mutavattın tüccârân ve ahâlînin leffen takdîm kılınan mahzar kılıklu arzıhâllerinden tafsîl-i keyfiyet rehîn-i ilm-i âlî-i vekâlet-penâhîleri buyrulacağı vechile mahall-i mezbûrun mâder-i cennet-mekarr-ı cenâb-ı cihândârî Sultân hazretlerinin vakf-ı celîline tashîh buyrulmasından izhâr-ı memnûniyet ve teşekkürle berâber mahall-i mezkûrun sâye-i ma‘mûriyet-vâye-i hazret-i mülûkânede gün be gün kesb-i ma‘mûriyet itmekde olduğundan ve işlek iskele olmasıyla berren ve bahren mârrîn ve âbrîn eksik olmadığından ve içilecek mâ-i lezîzi olmayup el hâletü hazihi kullanılan kuyu suyu olup bu dahi ekser vakitlerinin hastalıkla geçmesine sebeb bulunduğundan bahisle yarım sâ‘at mesâfede bulunan âb-ı latîfin mahall-i mezbûra icrâ ve müceddeden iki aded çeşme inşâsına müsâ‘ade-i seniyye-i cenâb-ı şehinşâhî şâyân buyrulması niyâz ve istirhâm olunmuş....”[19] denilmekte olup, yer alan ifadelere göre, Mersin İskelesi’ndeki tüccar ve ahali, iskelenin Valide Sultan Vakfı’na tahsis edilmiş olmasından duydukları memnuniyetle birlikte, iskelenin hem kara hem de deniz ticareti açısından gün be gün geliştiği ve gelip-gidenlerin eksik olmadığını, içilecek tatlı su bulunmadığı için kuyu suyu kullanıldığını ve bu durumun hastalığa yol açtığını belirterek, iskeleye yarım saat mesafedeki tatlı suyun iskeleye akıtılarak, iki adet çeşmenin inşasına müsadesi edilmesi talebinde bulunmaktadırlar. Mersin üzerine çalışmaları olan çok kıymetli büyüğüm Şinasi Develi’nin “BEZM-İ ALEM VALİDE SULTAN MERSİNİMİZİN İLK SAHİBİ” isimli makalesini özetleyerek burada yer vermek istiyorum. “Mersin’de emlaki bulunan herkes yakın zamana kadar emlak vergisi ile birlikte Eski Cami’nin yanında, şimdi yanmış olan Evkaf Dairesi’ne gider ve vakıf parası öderdi. Ödemeyenlerden, herhangi bir intikal işleminde cezası ile birlikte birikmiş bedel alınırdı. Bugün dahi ödenmemiş vakıf paraları için mahkemelerde davalar bulunduğunu biliyorum. Sonraları toptan ödeme yapılarak, Mersin Vakıf olmaktan çıkarılmıştı. Vakıf namı ile para alınmasının nedeni; Mersin Şehri tümü ile bir Vakıftı, ve adı “Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfı” idi. Kültür Bakanlığı Yayınlar Daire Başkanlığınca 1995 yılında Mersin Evleri adı ile eski Mersin evlerinin resimleri, planları ve izahatı ile tanıtan bir kitap yayınlandı. Kitapta aynen “Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfı Ankara vakıflar genel müdürlüğü arşivinde kasa II’de kayıtlı bulunmaktadır. 1840 tarihinde yazılan vakfiyenin 1851 tarihine kadar ekleri vardır. Ancak Mersin’de Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfı’na ait olarak gösterilenhiç bir anıtsal yapı veya konut Ankara’da bulunan vakfiye kayıtlarına geçmemiştir. Kaydının bulunmadığı belirtilen bu Vakıf için hem resmi belge ve hem de halen Mersin’de dimdik ayakta duran anıt vardır. Sultan Abdülmecid tarafından Adana Valiliğine gönderilen bir FERMAN belge olarak bir kanıttır. Ferman esasında Mersin henüz bir köy iken sahil bölümünde başlayan bir yağmanın, İstanbul’a intikali üzerine çıkmıştır. Ferman’da bu işgal keyfiyetine ve alınacak tedbirlere değinildikten sonra şöyle denilmektedir. İstanbul’da Defterhane-i Amire de Mersin İskelesi ve Karyesi hakkında bir kayıt olmadığı gibi bir Vakıf arazi-i Miriye dahilinde olup olmadığı anlaşılamaması üzerine Evkaf Nazırı Müşir Hacı Ahmet Hasip Paşa tarafından Bab-ı Ali’ye verilen bir takrirde bu gibi kumluk yerlerin İzmir ve başka yerlerde olduğu gibi Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfına verilmesi ve bu suretle işbu evkaf varidatının da artacağı beyan edilerek” denilmek suretiyle Vakfın tesisi Ferman edilmiş bulunmaktadır. Böyle bir Vakıf yok idi ise, Mersin’deki mülk sahipleri yıllarca Evkaf Dairesi’ne gidip boşuna mı para ödemişlerdir?”[20] Hülasa Mersin’i bir kent ve şehir olarak inşa eden ve gelişimini sağlayan Sultan Abdülmecid Han bu güne kadar kurucusu olduğu şehir Mersin’de karşılık görmemiştir. Bundan sonra Mersin Sultan Abdülmecid’in şehri olarak anılmalıdır. Ve en önemlisi de bu şehir bu kent Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfı malı ve mülkü olduğu arşiv belgeleriyle sabit olmasına rağmen hangi aklı evvel tarafından vakıf kayıtlarından çıkarıldığı tesbit edilerek, Vakıf mallarının tekrar Valide Sultan Vakfı’na kazandırılması gerekmektedir. Bu konuda Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Mersin Valiliğimizin bu konulara el atması Vakıf Medeniyetimizin ihyası açısından yerinde olacaktır Mehmet Mazak   --------------------------------------------------------------- 20 Şinasi Develi ;http://www.yumuktepe.com/bezm-i-alem-valide-sultan-mersinimizin-ilk-sahibi-h-sinasi-develi/     [1] Oğuz, a.g.e., s.17 [2] Kurtuluş Savaşında İçel (Mersin), s.13 [3] Tuncel, “Mersin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt-29, s.212 [4] Ünlü, “Ondokuzuncu Yüzyılda Mersin’in Kentsel Gelişimi”, s.1028 [5] Oğuz, a.g.e., ss.17-18 [6] Oğuz, a.g.e., ss.18-19 [7] Çıplak, a.g.e., s.278 [8] Kurtuluş Savaşında İçel (Mersin), s.13 [9] Çıplak, a.g.e., s.278 [10] Oğuz, a.g.e., ss.20-21 [11] Tönük, ss.146-149 ve s.177 [12] Tönük, a.g.e., s.167 [13] Ünlü, “Ondokuzuncu Yüzyılda Mersin’in Kentsel Gelişimi”, s.1028 [14] Oğuz, a.g.e., s.22 [15] BOA., İ.MVL., Dosya:284 Gömlek:11218 (16 Mayıs 1853) [16] BOA., İ.DH. 432/28617, (1 Haziran 1859); Tuncel çalışmasında, Mersin Limanı’nın, 16 Ekim 1865 tarihinde Bezm-i âlem Vâlide Sultân vakıfları tahsisatına aktarıldığı bilgisine yer vermektedir. Bknz. Tuncel, “Mersin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt-29, s.212 [17] Develi, “Mersin Mahalle İsimleri”, ss.35-36 [18] Oğuz, a.g.e, ss.36-37 [19] BOA., İ.DH., 432/28617, (26 Şubat 1859) [20] BOA., İ.DH., 432/28617, (26 Şubat 1859)  
Mersin, Osmanlı Devleti’nin son döneminde özellikle Sultan Abdülmecid saltanatı zamanında (1839-1861) Adana’ya bağlı Tarsus Sancağı Gökçeli Nahiyesine bağlı küçük bir sahil köyü konumundan hızla sıyrılmaya başlamıştır. Mersin bu dönemden itibaren Osmanlı Deniz ticaretinde ve yeni teşekkül eden bir şehir olarak ciddi şekilde sahne almaya başlamıştır. Mersin’in sahillerinde bulunan iskelelerin devletleştirilmeleri, yeni iskeleler ilave edilmesi, Sultan Abdülmecit’in Annesi Bezm-i Alem Valide Sultan’ın Mersin sahilindeki bugünkü liman bölgelerindeki kumluk arazilerini vakf etmesi ve buralarda yapılan veya mevcut olan İskelelerin tadilat ve elden geçirilmesiyle birlikte şehir büyümeye ve deniz ticaretinde Mersin ismi duyulmaya başlanmıştır.   Sizlere bu makalemde Sultan Abdülmecid Han zamanında Mersin şehrinin kuruluşu ve gelişimi ile ilgili bilgiler vereceğim. “Mersin” adının tarihi 17. yüzyılın ikinci yarısına kadar gitmekle birlikte, Mersin’in idari bir yerleşim birimi olarak ortaya çıkışının 19. yüzyılın ortalarında olduğunu söyleyebiliriz. Mersin şehrinin kurucusu ve banisi olarak Sultan Abdülmecid Han’ı gördüğümü belirtmek isterim. Şimdi sizlere bu tezimi daha sağlıklı anlatabilmem için kısaca Sultan Abdülmecid Han’ın hayatını ve padişahlık süresi hakkında bilgi vereyim.   Sultan Abdülmecid veya I. Abdülmecid 25 Nisan 1823 tarihinde İstanbul’da doğdu. 26 Haziran 1861 yılında İstanbul’da vefat etti. 31. Osmanlı padişahı olmuştur. Sultan II. Mahmudʹun Bezmialem Sultanʹdan olan oğludur. Döneminde Tanzimat Fermanıʹnı ilan ettirmesiyle meşhurdur. Osmanlı Devletiʹnin son dört padişahının babası olup, en çok sayıda oğlu padişahlık yapan, Osmanlı Padişahı olan Abdülmecid, babası gibi tüberküloza yakalanmıştı. Ihlamur Kasrıʹnda öldüğünde 38 yaşındaydı. Fatihʹte, Sultan Selim semtinde, Yavuz Selim Camii Haziresiʹnde, Sultan Abdülmecid Türbesiʹne defnedilmiştir. Sultan Abdülmecid Han’ın saltanat tarihleri 02 Temmuz 1839 - 25 Haziran 1861 arası olmuştur. Mersin şehrinin kuruluşu ve gelişimi üzerinde oğlu Sultan Abdülmecid kadar etkili olan ve belkide daha çok etkili olan kişi annesi Bezm-î Âlem Valide Sultan olmuştur. Valide Sultan’ın Mersin şehrine katkıları ve etkilerine geçmeden önce kısa hayatından bahis etmekte fayda var burada: Bezm-î Âlem Valide Sultan, Osmanlı Padişahı II. Mahmudʹun ikinci eşi ve Padişah Abdülmecidʹin annesidir. Bezm-i-Âlem ˮDünya meclisiˮ anlamına gelir. Osmanlı tarihinin en tanınmış Valide Sultan’larından biridir. Hayırseverlik için yaptığı çalışmalardan dolayı sevilen ve saygı duyulan bir Valide Sultan olarak tarihe geçmiştir. Oğlu Abdülmecid tahta çıktığında 16 yaşında, kendisi de 32 yaşındaydı. Oğlunun hükümdarlığı döneminde, öldüğü tarihe kadar 14 yıl süreyle (1839-1853) Valide Sultan olarak Sarayda etkin bir rol oynadı. Bezm-î Âlem Valide Sultan 2 Mayıs1853 tarihinde Dolmabahçe Sarayıʹnda vefat etti ve Divanyoluʹndaki II. Mahmut Türbesine defn edilmiştir. Mersin’in 1839-1861 yılları arasındaki idari gelişimi hakkında bilgi verelim burada:Mersin’le ilgili daha önceden yapılmış çalışmalardan birinde, “Mersin” ismine, 19. yüzyılın ilk yarısına ait kaynaklarda bir iskele olarak rastlanmakta olduğu, nitekim bu ilk dönemlerde, “Mersin” adının çoğunlukla “Yumuk” mezrası ile birlikte anıldığı ve kayıtlarda “Yumuk Mezrası” adının önceleri, “Tarsus Sancağı, Gökçeli Kazası’ndaki Yumuk Mezra’sındaki Mersin İskelesi’nde…” diye yer alırken, daha sonra ise “Mersin İskelesi’ndeki Yumuk Mezrası’nda” olarak yer aldığından bahsedilmektedir. Aynı çalışmada, bu kayıtlara dayanılarak, Mersin’in bu tarihlerde, idari bir yerleşim birimi konumunda olmasa da, bir “mahal” yani bir yer veya bir mevkii konumunda olduğu belirtilmektedir. [1] 1812 yılında deniz yoluyla gelen İngiliz Gemi Subayı Kaptan Beaufort, Mersin’i Malarya hastalığından korunmak için birbiri üstüne yapılmış birkaç kulübeden oluşan ve küçük iskelesi olan bir yer olarak tanımlar ki, bu günümüz Mersin’inin ilk defa bir yerleşke olarak karşımıza çıkmasıdır.Ancak, bir başka çalışmada Mersin’den, 1825 senesinde Tarsus Sancağı’nın Gökceli Bucağı’na bağlı bir köy olarak bahsedilmektedir.[2] Bu kaynağa göre, 1825’te köy olarak bahsi geçen Mersin’in, 1831 Nüfus Sayımı’nda Tarsus’a bağlı bir çok küçük yerin nüfusu verildiği halde, bu sayımda yer almıyor oluşu ilginçtir.[3] Bu durum, Mersin’in henüz bu tarihlerde, idari bir yerleşim birimi konumunda olmaktan çok, bir “mahal” veya bir mevkii konumunda olduğu yönündeki yukarıda yer verdiğimiz bilgiyi destekler görünmektedir. Başka bir çalışmada ise, “Mersin” adına bir köy olarak, ilki 1847 yılında yayınlamış olan Devlet Salnamesi’nde rastlanmakta olduğu ve bu salnamede Mersin’in, Adana Eyaleti’nin Tarsus Sancağı’na bağlı bir köy olarak Adana Eyaleti sınırları içinde yer almakta olduğu belirtilmektedir.[4] Bu bilgiyi destekleyen bir diğer çalışmada ise, 1847 yılına ait bir kayıtta Mersin’in zaten bir köy adı olarak anıldığı ve bu kaydın aynı zamanda Tarsus Kadı Sicilleri’ndeki, Mersin’in köy olarak anıldığı ilk kayıt olduğundan bahsedilmesinin yanı sıra burada Mersin’den açıkça “Mersin Karyesi” olarak söz edildiği bilgisine yer verilmektedir. Aynı çalışmada Mersin’in 1840’lı yılların sonunda veya 1850’lı yılların başlarında, artık bir köy halini almış göründüğü ifade edilmektedir. [5] Bu çalışmada dayanılan kaynaklardan birine göre; 1852 yılı Şubat’ına rastlayan ve Adana Valisi Mehmet Ziya Paşa tarafından merkeze yazılan bir yazıda, “iskele-i mezburda 8-10 seneden beri yetmiş- seksen bab hane ve dekakin ihdas…” denilmek suretiyle, buranın aşağı yukarı 1840-42 yılları arasında başlayan ve 1852’ye kadar yetmiş ile seksen ev ve dükkandan oluşan bir yer halinde olduğu, yani bir yerleşme şeklinde bulunduğu anlatılmaktadır. 1859 tarihinde merkezden yazılan bir başka yazıda, “Mersin İskelesi, Saltanat-ı Seniyye’nin oldukça işlecek bir iskelesi ve bendergahı olub, kadimden ufacık bir karye iken, beş-altı seneden beri bahren ve berren ticaret-i revaç-pezir olarak…” diye söz edilerek, Mersin’in daha 1850 ile 1855 yılları arasında bir köy halinde olduğu ve bu tarihlerden sonra deniz ve kara ticareti sayesinde büyüdüğü söylenmektedir. 1889 tarihli ve yine merkeze ait bir kayıtta ise bu defa, “otuz kırk sene mukaddem hiçbir ehemmiyet haiz olmayub, adi bir köy halinde bulunan Mersin İskelesi…” denilmesinden de, Mersin’in 1850’li yıllarda bir köy olduğu anlaşılmaktadır. [6] Bahsettiğimiz üzere, hem Devlet Salnamesi, hem de Tarsus Kadı Sicilleri’ndeki kayıtlar, Mersin’in 1847 senesinde resmi kayıtlarda bir köy olarak mevcut olduğunu göstermeleri açısından önemlidir. Her ne kadar, Mersin’in bir köy olarak varlığına Devlet Salnamesi ve Tarsus Kadı Sicilleri’ndeki kayıtlarda ilk kez 1847 senesinde rastlansa da, Texier’in, Mersin Köyü’nün 1836’ya doğru Tarsus’un hakiki iskelesi haline geldiğine yönelik ifadeleri[7], idari kayıtlarda yer almasa da, Mersin’in bu tarihlerde bir köy olarak anılmakta olduğunu göstermektedir. Yukarıda da bahsettiğimiz ilgili çalışmalardan birinde yer alan, Gökceli Bucağı merkezinin 1837 senesinde Karaisalı Köyü’ne taşındığı ve 15 yıl gibi bir sürenin ardından ise, kıyıdaki Mersin Köyü’nün gelişmesi üzerine, Gökceli adı değiştirilmeksizin ve Tarsus İlçesi’ne bağlı kalmak üzere Mersin’e taşındığı bilgisinden hareketle, Mersin’in 1852’lere kadar gelişmekte olan bir köy statüsünde olduğunu söylemek mümkündür.[8] Nitekim, incelediğimiz çalışmalardan birinde de, Mersin’in 1841 senesinde, Tarsus İlçesi’nin Gökceli Bucağı’na bağlı bir köy olduğu ve meşrutiyetten önce yayınlanan Adana Salnameleri’nde de Mersin’in 1841 tarihinde henüz köy halinde olduğunun tekrarlandığı bilgisine yer verilmektedir.[9] Buraya kadar yer verdiğimiz kaynaklardaki bu farklı bilgiler bizi, Mersin’in, 1812’li yıllarda temellerinin atıldığını, resmi kayıtlarda adının köy olarak geçmese de 1825’ler de bir köy olarak anılmakta olduğu ve resmi kayıtlarda köy olarak bahsinin geçmesinin ise 1841 senesine gittiğini, Mersin’in resmi kayıtlarda önceleri bir yer, mahal veya iskele olarak anılmasına ve idari kayıtlarda adının köy olarak geçmesinin 1840’lı yılları bulmasına rağmen, Mersin’in 1825’lerden, 1852’lere kadar bir köy statüsünde mevcudiyetini sürdürdüğü neticesine ulaştırmaktadır. 1850’ler sonrasında da Mersin’in idari taksimat içindeki yerinin saptanması hususunda bazı belirsizlikler bulunmakta olup, bu durum başta da belirttiğimiz gibi Osmanlı idari yapısında bu dönemde yapılan idari düzenlemelerin tam olarak rayına oturmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Mersin’in nahiye oluşu ile ilgili olarak genelde hem fikir olunan tarih 1852’dir. Adana Vilayet Salnamesi’nde, 1852 yılında Tarsus Kazası’nın bir nahiyesi durumunda olan Mersin’in,Tarsus Şer’iyye Sicilleri’nde, nahiye olarak adının ilk geçişi ise 1860 senesindedir. Ancak, yaklaşık 1861 yılı başlarına ait olan bir sicil kaydında, Mersin’den, yeniden “Mersin Karyesi” olarak bahsedildiği, bunun hemen ardından da Nisan 1861’e rastlayan bir başka kayıtta “…Tarsus İskelesi nevahilerinden Mersin İskelesi…” tabiri kullanılarak, Mersin’in yeniden Tarsus’a bağlı nahiyeler arasında sayıldığı görülmektedir. Mersin’in 1852’de bir nahiye halini almasına rağmen, Tarsus kadı sicillerinde 1860’a kadar bir köy olarak anılması ve ancak bu tarihten sonra, ama bu arada bazen yeniden bir köy statüsünde adının geçmesinin temel nedeni, belirttiğimiz üzere, Osmanlı idari sisteminde mevcut olan düzensizliklerdir. Nahiye ile köy arasındaki belirsizlik, Mersin’e ait kayıtlar tutulurken, Mersin’in bir köy olarak görülüp öyle kaydedilmesine, hatta bir nahiye olarak işaretlenmesine rağmen, bazı zamanlar hala bir köy statüsünde anlaşılmasına neden olmuştur. Zaten bundan dolayı, önceleri Mersin’e bir Nahiye Müdürü tayin edilmediği, ancak nüfus ve memur sayısı gelişimle paralel artmaya başladıkça, sonraları bir Nahiye Müdürü tayin edilmek zorunda kalındığı da bir merkez kaydında açıkça anlatılmaktadır.[10] 1864 Vilayet Nizamnamesi’nin yürürlüğe girmesi ile Osmanlı idari yapısında vilayet sistemine geçilerek, idari yapıdaki mevcut belirsizlikler girderilmeye çalışılmıştır. İdari yapıdaki düzenlemeler, 1867 Tarihli Vilayetler Nizamnamesi, 1870 Tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi çıkarılarak sonraki yıllarda da devam etmiştir.[11]Mersin’in kaza statüsüne kavuşması 1864 Vilayet Nizamnamesi ile olmuştur. Bu nizamname ile Tarsus’tan ayrılan Mersin, Tarsus ve Karaisalı ile birlikte Adana’ya bağlı kazalardan biri haline getirilmiştir.[12] Gökçeli, Kalınlı, Elvanlı nahiyeleri ise Mersin kazasının nahiyeleri olarak belirlenmiştir.[13] Görüleceği üzere, daha önce kaza konumunda anılan ve Mersin küçük bir yerleşimken bağlı bulunduğu Gökçeli ile yine daha önce Tarsus kazalarından olan Elvanlı, Mersin’e bağlı birer nahiye statüsüne düşmüştür. Bu durum, Mersin’in çevresindeki çok geniş bir alan aleyhine hızla büyüdüğünün bir göstergesi niteliğindedir.[14] Yukarıda Mersin şehrinin ilk kuruluş ve gelişim aşamalarını anlatmaya çalıştım. Mersin mezra ve köy olarak temellerini Sultan Abdülmecid atmamış olsa da, yeni bir Osmanlı sahil şehri olarak doğuşunu, kuruluşunu ve gelişiminin hepsini aynı iktidar ve padişah döneminde sağlamıştır. 1850 yılında Mersin’de hiçbir yabancı ülke konsolosluğu yok iken 1860 yılına geldiğimizde Avrupa’nın önde gelen bütün ülkelerinin konsolosluğu kurulmuştur. Mersin bu dönemde ticaretin harman olduğu bir sahil şehri olarak karşımıza çıkıyor. İktidarı döneminde Sultan Abdülmecid Han ve devrin yöneticilerinin Mersin şehrine yönelik kolaylaştırıcı ve yol açıcı çalışmaları sayesinde hızla gelişmiş bir kent olmuştur. Dünyada eşine az rastlanır bir gelişim süreci ve büyüme süreci ile Mersin, Doğu Akdeniz deniz ticaretinin kalbi olmaya yolunda ilerlemiştir. Ticaretin gelişimi ile birlikte şehir demografik, mimari ve dinsel olarak da çok kültürlü bir gelişim göstermiştir. Mersin şehrinin bütün bu kentsel gelişimini sağlayan kişi olarak devletin başındaki Sultan Abdülmecid Hanı görmemiz lazım. Bezm-î Âlem Valide Sultan’ın Mersin üzerinde şehrin gelişim ve imarı ve hayır işlerinde kurmuş olduğu vakıf sayesinde büyük katkıları olmuştur. Mersin’in bugünkü sahil kesimindeki ilk yerleşim 1812 olarak kayıtlara geçse bile bir mezra olarak karşımıza 1825 olarak çıkar ki buda Bezm-î Âlem’in Sultan II. Mahmut’un eşi olduğu dönemlere denk gelir. Kim bilir Valide Sultan’ın Mersin ile olan ilgisi belki de bu dönemlerde başlamıştır, neden olmasın. Bezm-î Âlem Valide Sultan’ın kendi ismi ile matuf Valide Sultan Vakfı’nın Mersin şehrindeki faaliyetlerini anlatalım. 1853 tarihli döneme ait belgelerde, Mersin İskelesi ve civarının 1850’lerin başlarında vakıf kurumu içinde anıldığı görülmektedir.[15] Yukarıda yer verdiğimiz 1 Haziran 1859 tarihli ikinci belgedeki; “…Mersin iskelesi saltanat-ı seniyyenin oldukca işlek bir iskelesi ve bendergâhı olup…… mevki‘-i mezkûr mîrâs-ı mehd-i ulyâ-yı saltanat-ı cihânbânî cennet-mekân vâlide sultân hazretlerinin evkâf-ı celîlesine tashîh buyrulmuş olduğundan…”[16] şeklinde yer alan ifadelerden, Mersin İskelesi’nin bu tarihlerde Valide Sultan Vakfı tashihatında bulunduğu anlaşılmaktadır.   “ ...Her ne kadar Sultan Osman, Sultan Hamit, Sultan Mahmut, isimli padişahlarımız var. Ama, Sultan Nusrat yok, Nusratiye Mahallesi var. Sultan Mesut yok, Mesudiye Mahallesi var. Padişah adı verilmesi tercih nedeni olsa, öncelikle Mecidiye adında bir mahallemiz olurdu. Zira; Mersin’in gelişim yıllarında Sultan Mecit Padişahtı ve Mersin’in sahibi olan Bezm-i Alem Valide Sultan’ın sevgili oğlu idi….”[17] 1857 yılı sonlarına doğru merkezden, bir cami inşaatı için Mersin’de yer arandığı görülmekte olup, yazışmalar neticesinde, yapılacak olan cami inşaatı için en uygun yer olarak, deniz dalgasıyla oluşmuş ve Valide Sultan Vakfı’na ait olan kumluk alan belirlenmiştir. Ancak, Mersin’deki gelişme ve büyüme karşısında, bir süre sonra yapılan bu caminin de ihtiyacı karşılayamaması ve bazı yerlerinin tamir gerektirmesi üzerine, devletin bu konuda harekete geçtiği görülmektedir. Bu amaçla, 1868 yılında Evkaf Nezareti’ne yazılan bir yazıyla, Mersin İskelesi’nde bulunan Cami-i Şerif’in onarımı sırasında yanına bir de medrese ilave olunmasına karar verilmiştir. Fakat bundan bir ay sonra, yine Evkaf Nezareti’ne yazılan bir başka yazıda ise bu defa, Mersin kasabasında bir cami inşaatının lüzumundan bahsedilmektedir. Bir ay önceki yazıda mevcut caminin tamirinden ve genişletilmesinden bahsedilirken, bir ay sonra yeni cami inşaatından bahsediliyor oluşu, Mersin’e artık bir caminin yetmediğini göstermektedir. Gündeme gelen bu yeni caminin, 1869 yılında, Valide Sultan Vakfı tarafından yaptırıldığından bahsedilen ve Eski Cami (Cami-i Atik) adı verilen ibadethane olması muhtemeldir.[18] Döneme ait çeşitli belgelerde, Bezm-i âlem Vâlide Sultân Vakfıyla ilgili olarak çeşitli ihtilaflı durumların yansıdığı görülmektedir. 16 Mayıs 1853 tarihli bir belgede şu ifadeler yer almaktadır: “Tarsus’da kâin Mersin iskelesinde bulunan arâzî-i mîriyeye....... istid‘â iden kimesne mutasarrıf olduğu sâhilhânesi hizâsını tecâvüz itmemek ve müceddeden ihyâ eylediği mahal vakf-ı celîl-i şâhâneden olmak ve ba‘de’l-ihyâ kendüye îcâr olunmak üzre rıhtım vaz‘ına ruhsat-ı seniyye i‘tâsı bâ irâde-i seniyye-i şâhâne müesses olan nizâmından oldığı ve.....” denilmek suretiyle, Mersin İskelesi’ndeki bahsi geçen yerlerin vakfa ait olduğu belirtilerek, bu yerlerle ilgili talepleri olanlara yönelik gerekli incelemelerin yapılması, talepte bulunanın burada kiracı konumunda olduğu ve kendi sahilhanesi hizası sınırını aşmamak kaydıyla nizam gereği rıhtım temeli atma talebinin yürürlüğe girmesinin ruhsat gerektirdiği dile getirilmektedir. Buna göre, ilgililerin vakıf arazisi üzerinde kiracı konumunda oldukları görülmektedir. 26 Şubat 1859 tarihli bir belge ise, Mersin’de oluşan yerleşimin bir sonucu olarak, hayati bir öneme sahip olan içme suyu sorunuyla ilgili olup, belgede geçen ifadeler şu şekildedir: “Adana eyâleti dâhilinde Tarsus sancağına tâbi‘ Mersin iskelesi nâm mahalde mutavattın tüccârân ve ahâlînin leffen takdîm kılınan mahzar kılıklu arzıhâllerinden tafsîl-i keyfiyet rehîn-i ilm-i âlî-i vekâlet-penâhîleri buyrulacağı vechile mahall-i mezbûrun mâder-i cennet-mekarr-ı cenâb-ı cihândârî Sultân hazretlerinin vakf-ı celîline tashîh buyrulmasından izhâr-ı memnûniyet ve teşekkürle berâber mahall-i mezkûrun sâye-i ma‘mûriyet-vâye-i hazret-i mülûkânede gün be gün kesb-i ma‘mûriyet itmekde olduğundan ve işlek iskele olmasıyla berren ve bahren mârrîn ve âbrîn eksik olmadığından ve içilecek mâ-i lezîzi olmayup el hâletü hazihi kullanılan kuyu suyu olup bu dahi ekser vakitlerinin hastalıkla geçmesine sebeb bulunduğundan bahisle yarım sâ‘at mesâfede bulunan âb-ı latîfin mahall-i mezbûra icrâ ve müceddeden iki aded çeşme inşâsına müsâ‘ade-i seniyye-i cenâb-ı şehinşâhî şâyân buyrulması niyâz ve istirhâm olunmuş....”[19] denilmekte olup, yer alan ifadelere göre, Mersin İskelesi’ndeki tüccar ve ahali, iskelenin Valide Sultan Vakfı’na tahsis edilmiş olmasından duydukları memnuniyetle birlikte, iskelenin hem kara hem de deniz ticareti açısından gün be gün geliştiği ve gelip-gidenlerin eksik olmadığını, içilecek tatlı su bulunmadığı için kuyu suyu kullanıldığını ve bu durumun hastalığa yol açtığını belirterek, iskeleye yarım saat mesafedeki tatlı suyun iskeleye akıtılarak, iki adet çeşmenin inşasına müsadesi edilmesi talebinde bulunmaktadırlar. Mersin üzerine çalışmaları olan çok kıymetli büyüğüm Şinasi Develi’nin “BEZM-İ ALEM VALİDE SULTAN MERSİNİMİZİN İLK SAHİBİ” isimli makalesini özetleyerek burada yer vermek istiyorum. “Mersin’de emlaki bulunan herkes yakın zamana kadar emlak vergisi ile birlikte Eski Cami’nin yanında, şimdi yanmış olan Evkaf Dairesi’ne gider ve vakıf parası öderdi. Ödemeyenlerden, herhangi bir intikal işleminde cezası ile birlikte birikmiş bedel alınırdı. Bugün dahi ödenmemiş vakıf paraları için mahkemelerde davalar bulunduğunu biliyorum. Sonraları toptan ödeme yapılarak, Mersin Vakıf olmaktan çıkarılmıştı. Vakıf namı ile para alınmasının nedeni; Mersin Şehri tümü ile bir Vakıftı, ve adı “Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfı” idi. Kültür Bakanlığı Yayınlar Daire Başkanlığınca 1995 yılında Mersin Evleri adı ile eski Mersin evlerinin resimleri, planları ve izahatı ile tanıtan bir kitap yayınlandı. Kitapta aynen “Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfı Ankara vakıflar genel müdürlüğü arşivinde kasa II’de kayıtlı bulunmaktadır. 1840 tarihinde yazılan vakfiyenin 1851 tarihine kadar ekleri vardır. Ancak Mersin’de Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfı’na ait olarak gösterilenhiç bir anıtsal yapı veya konut Ankara’da bulunan vakfiye kayıtlarına geçmemiştir. Kaydının bulunmadığı belirtilen bu Vakıf için hem resmi belge ve hem de halen Mersin’de dimdik ayakta duran anıt vardır. Sultan Abdülmecid tarafından Adana Valiliğine gönderilen bir FERMAN belge olarak bir kanıttır. Ferman esasında Mersin henüz bir köy iken sahil bölümünde başlayan bir yağmanın, İstanbul’a intikali üzerine çıkmıştır. Ferman’da bu işgal keyfiyetine ve alınacak tedbirlere değinildikten sonra şöyle denilmektedir. İstanbul’da Defterhane-i Amire de Mersin İskelesi ve Karyesi hakkında bir kayıt olmadığı gibi bir Vakıf arazi-i Miriye dahilinde olup olmadığı anlaşılamaması üzerine Evkaf Nazırı Müşir Hacı Ahmet Hasip Paşa tarafından Bab-ı Ali’ye verilen bir takrirde bu gibi kumluk yerlerin İzmir ve başka yerlerde olduğu gibi Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfına verilmesi ve bu suretle işbu evkaf varidatının da artacağı beyan edilerek” denilmek suretiyle Vakfın tesisi Ferman edilmiş bulunmaktadır. Böyle bir Vakıf yok idi ise, Mersin’deki mülk sahipleri yıllarca Evkaf Dairesi’ne gidip boşuna mı para ödemişlerdir?”[20] Hülasa Mersin’i bir kent ve şehir olarak inşa eden ve gelişimini sağlayan Sultan Abdülmecid Han bu güne kadar kurucusu olduğu şehir Mersin’de karşılık görmemiştir. Bundan sonra Mersin Sultan Abdülmecid’in şehri olarak anılmalıdır. Ve en önemlisi de bu şehir bu kent Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfı malı ve mülkü olduğu arşiv belgeleriyle sabit olmasına rağmen hangi aklı evvel tarafından vakıf kayıtlarından çıkarıldığı tesbit edilerek, Vakıf mallarının tekrar Valide Sultan Vakfı’na kazandırılması gerekmektedir. Bu konuda Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Mersin Valiliğimizin bu konulara el atması Vakıf Medeniyetimizin ihyası açısından yerinde olacaktır Mehmet Mazak   --------------------------------------------------------------- 20 Şinasi Develi ;http://www.yumuktepe.com/bezm-i-alem-valide-sultan-mersinimizin-ilk-sahibi-h-sinasi-develi/     [1] Oğuz, a.g.e., s.17 [2] Kurtuluş Savaşında İçel (Mersin), s.13 [3] Tuncel, “Mersin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt-29, s.212 [4] Ünlü, “Ondokuzuncu Yüzyılda Mersin’in Kentsel Gelişimi”, s.1028 [5] Oğuz, a.g.e., ss.17-18 [6] Oğuz, a.g.e., ss.18-19 [7] Çıplak, a.g.e., s.278 [8] Kurtuluş Savaşında İçel (Mersin), s.13 [9] Çıplak, a.g.e., s.278 [10] Oğuz, a.g.e., ss.20-21 [11] Tönük, ss.146-149 ve s.177 [12] Tönük, a.g.e., s.167 [13] Ünlü, “Ondokuzuncu Yüzyılda Mersin’in Kentsel Gelişimi”, s.1028 [14] Oğuz, a.g.e., s.22 [15] BOA., İ.MVL., Dosya:284 Gömlek:11218 (16 Mayıs 1853) [16] BOA., İ.DH. 432/28617, (1 Haziran 1859); Tuncel çalışmasında, Mersin Limanı’nın, 16 Ekim 1865 tarihinde Bezm-i âlem Vâlide Sultân vakıfları tahsisatına aktarıldığı bilgisine yer vermektedir. Bknz. Tuncel, “Mersin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt-29, s.212 [17] Develi, “Mersin Mahalle İsimleri”, ss.35-36 [18] Oğuz, a.g.e, ss.36-37 [19] BOA., İ.DH., 432/28617, (26 Şubat 1859) [20] BOA., İ.DH., 432/28617, (26 Şubat 1859)  
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.