Partiler de ölür... Abdullah Ayan yazdı

(İHA) - İhlas Haber Ajansı | 21.05.2018 - 08:34, Güncelleme: 29.11.2021 - 14:41
 

Partiler de ölür... Abdullah Ayan yazdı

Hasan Hüseyin Korkmazgil, çok sevdiğim dizelerinden birinde ˮöldük, mermer de ölürˮ der… Dize güzelden öte etkileyici olsa da, haklı olarak çoğu insan sormadan duramaz: ˮmermer bu, hiç ölür mü?ˮ Evet ölür, cinsine göre farklı ömürlere sahiptir ama bin yıl, üç bin, beş bin yıl dayanır ama sonunda mermer de ölür. Zaten şair de mermer metaforu ile, dayanaklılığın sembolü maddeyle karşılaştırdığı insanın özellikle de direnen insanın yok oluşunu, ölüm anlamına gelen biçim değiştirmesini aynı potada buluşturup, karşılaştırır… Aslında Mermer de ne ki, ona gelinceye kadar, farkına varmadığımız ne ölümler sürüp gitmekte? Bakmayın zamanı kendi ölçütlerimize göre eğip büktüğümüze… Algılamakta zorlanacağımız farklı zaman boyutlarıyla değerlendirirsek, Samanyoluʹ nun varlık sebebi güneş te an gelecek ölecek… İçinde barındırdığı atom çekirdeklerinin birleşmesi sonucu ortaya çıkan nükleer enerji ile beslenen güneşin bu kaynağı zamanla azalacak ve bizim zaman ölçülerimize göre 4 bilemediniz 5 milyar sonra soğuyup yok olacak. Yok olurken de tek başına terk etmeyecek sahneyi. Ölüme yakın genişlemeye başlayacak, genişlerken dünyamızın da yer aldığı kendisine yakın en az 4 gezegeni yutup içinde eritecek… Belki de azalan enerjisini yaşamlarını kendisine borçlu evlatlarından kazanma hesabıdır, kim bilir? Kimi insanın anlamakta bile zorlanacağı büyüklükteki bu ve benzeri yok oluşları bir yana bırakıp daha küçük zaman dilimlerine göz atalım; 200 bin yıl önce ortaya çıkmış neandertal insan türü 28 bin yıl önce bir daha dönmemek üzere yok olup gitti. Bizim türümüz homosaphienler de eninde yok olacak. Ya elimizle pişirdiğimiz felaketlerden herhangi biriyle tükeneceğiz, ya da gök taşı vs benzeri bir dış etken kökümüzü kurutacak. Yıkılmaz sanılan imparatorluklar, bitmez sanılan çağlar… Her şeyin günün birinde yok olduğu dünyada, insanoğlunun sonsuza kadar yaşayacakmışçasına, doyumsuzluğu, hırsı... Oturup sakin kafayla düşündüğümüzde kaçınılmaz son olan ölüm, hepimizin hiçlik duygusu altında ezileceğimiz bir gerçek olarak dursa da, hiç birimiz o gerçeğe karşın günlük hengame içinde bir yerlerden bir yerlere savruluyor, basit çıkarlar uğruna asıl gerçeği görmemeyi yeğliyoruz. Acımasız zaman değirmeni insanların yer yer hayatlarını adadığı tutkuları, duyguları, davaları, inanışları da öğütüyor. Düşünüyorum da, bir zamanlar uğruna ölümlere gidip gelinen sevgililerden, yoluna kefen giyilen nice liderden geriye ne kalıyor, ömür törpüsünün tükettiği yıllar içinde? Hayatın tüm alanlarında geçerli olan bu yalın gerçek siyasette de aynı acımasız haliyle dün de vardı, bugün de var… Çok gerilere gitmeyeceğim… Bir zamanlar ülkedeki her şeyin hakimi konumuna gelen Menderesʹ in Demokrat Partisi bugün nerede? Evet bir darbeyle yıkıldı, depremin ardından enkazı üzerine Adalet Partisi inşa edildi. Bunların hepsi de doğru sayılabilecek argümanlara sahip… Ama aynı köklerden beslense de, Adalet Partisi üzerinde yükseldiği taban Demokrat Partinin kendisi miydi? Zamanın ruhu bir şeyleri alıp götürmüş, yeni bir iklim sarmalamıştı dört yanı… Örneğin Demokrat Parti, tarımın ve toprağı işleyen köylünün döneminin eseriydi. Oysa aynı alan üzerine yerleştiğini iddia eden Adalet Partisi, köyden kente akmaya başlayan kitlelere ulaşmaya çalışıyordu. Sonunda tıpkı Demokrat Parti gibi Adalet Partisinden de eser kalmadı. Evet bir darbe şiddetli deprem niyetine gelip yerle bir etmişti ama o darbeden çok önce de, gücünü yitirmeye başlamıştı hareket… Ve 80 darbesinin kapılarına kilit vurduğu siyasi partilerin yerine kurulmaya başlanan yenileri… Özellikle de tıpkı DP üzerine inşa edilen APʹ nin başına gelenlerin benzer senaryosunu hayata geçirmeye çalışan Özalʹ ın Anavatanʹ ı… Sahi, orta yaşa ermiş herkesin hatırlayacağı Özalʹ ın kurduğu Anavatan Partisinden bugüne ne kaldı? O Özal ki, taban olarak Adalet Partisi köklerinden beslense de, ülkeyi ekonomik açıdan dünyaya açma vizyonuyla ilk bakışta benzer sanılan bedene bambaşka bir ruh vermeye çalışmış, kimi açıdan sağlamıştı da… O kadar başarılı sayılan, başlarda halkın teveccühünü kazanmış bir siyasi parti üç dört yıllık yükselişin ardından önce duraklama dönemine girer, ardından gerileme ve çöküş yaşar. Siyasi hayatımızdaki yeri çok eskilere gitmediği için duraklamasından çöküşüne kadar geçen süreçle ilgili çok şeyler hatırlayanlar, nedenleri hakkında epeyi kelam edecekler çıkacaktır. Tümünün mutlaka az ya da çok etkisi olmuştur da… Ama işin temelinde yatan ana sorunu ele almaya çalıştığımızda bu etmenlerin ne ölçüde payı vardır? Bence sorun ve daha doğru bir tanımla hastalık başka yerdeydi. Teşhis doğru yapılmadığı için farklı yöntemlerle hasta iyileştirilemezdi, iyileşmedi de zaten… Bugün Ak Partiʹ nin hal ve gidişini izlerken, bir zamanların Anavatanʹ ında gözlediğim o kadar çok benzer sorun, en azında bende öylesine DEJAVU hissi uyandıran olaya tanık oluyorum ki, ʹyok canım bu kadarı da olmaz, geçmişteki onca hatadan mutlaka bazı ders alınmıştırʹ demekten kendimi alamıyorum. İsteyen kızar, isteyen en acımasız sözlerle karşı çıkar ama gelmekte olan dalgayı gözleri bağlılar ve körler dışında görmemek mümkün değil… AK Parti gerileme dönemine gireli uzun zaman oldu ama bugün tanık olduğum artık erimekte olduğu… Peki, bunca geniş kesimin yanında yer aldığı var sayılan bir siyasi hareket kendisini en güçlü sandığı dönemlerden de önce hangi hastalığa yakalanıp, bugünkü duruma gelmiş olabilir? Metal yorgunluğu gerçekten teşkilatlardan mı kaynaklı? Sakın, sorunun temeli çok daha derinlerde olmasın! Soruların yanıtı ve sorunun ne olduğunu anlatmaya çalışacağım ama bir sonraki makalede…   Abdullah Ayan  
Hasan Hüseyin Korkmazgil, çok sevdiğim dizelerinden birinde ˮöldük, mermer de ölürˮ der… Dize güzelden öte etkileyici olsa da, haklı olarak çoğu insan sormadan duramaz: ˮmermer bu, hiç ölür mü?ˮ Evet ölür, cinsine göre farklı ömürlere sahiptir ama bin yıl, üç bin, beş bin yıl dayanır ama sonunda mermer de ölür. Zaten şair de mermer metaforu ile, dayanaklılığın sembolü maddeyle karşılaştırdığı insanın özellikle de direnen insanın yok oluşunu, ölüm anlamına gelen biçim değiştirmesini aynı potada buluşturup, karşılaştırır… Aslında Mermer de ne ki, ona gelinceye kadar, farkına varmadığımız ne ölümler sürüp gitmekte? Bakmayın zamanı kendi ölçütlerimize göre eğip büktüğümüze… Algılamakta zorlanacağımız farklı zaman boyutlarıyla değerlendirirsek, Samanyoluʹ nun varlık sebebi güneş te an gelecek ölecek… İçinde barındırdığı atom çekirdeklerinin birleşmesi sonucu ortaya çıkan nükleer enerji ile beslenen güneşin bu kaynağı zamanla azalacak ve bizim zaman ölçülerimize göre 4 bilemediniz 5 milyar sonra soğuyup yok olacak. Yok olurken de tek başına terk etmeyecek sahneyi. Ölüme yakın genişlemeye başlayacak, genişlerken dünyamızın da yer aldığı kendisine yakın en az 4 gezegeni yutup içinde eritecek… Belki de azalan enerjisini yaşamlarını kendisine borçlu evlatlarından kazanma hesabıdır, kim bilir? Kimi insanın anlamakta bile zorlanacağı büyüklükteki bu ve benzeri yok oluşları bir yana bırakıp daha küçük zaman dilimlerine göz atalım; 200 bin yıl önce ortaya çıkmış neandertal insan türü 28 bin yıl önce bir daha dönmemek üzere yok olup gitti. Bizim türümüz homosaphienler de eninde yok olacak. Ya elimizle pişirdiğimiz felaketlerden herhangi biriyle tükeneceğiz, ya da gök taşı vs benzeri bir dış etken kökümüzü kurutacak. Yıkılmaz sanılan imparatorluklar, bitmez sanılan çağlar… Her şeyin günün birinde yok olduğu dünyada, insanoğlunun sonsuza kadar yaşayacakmışçasına, doyumsuzluğu, hırsı... Oturup sakin kafayla düşündüğümüzde kaçınılmaz son olan ölüm, hepimizin hiçlik duygusu altında ezileceğimiz bir gerçek olarak dursa da, hiç birimiz o gerçeğe karşın günlük hengame içinde bir yerlerden bir yerlere savruluyor, basit çıkarlar uğruna asıl gerçeği görmemeyi yeğliyoruz. Acımasız zaman değirmeni insanların yer yer hayatlarını adadığı tutkuları, duyguları, davaları, inanışları da öğütüyor. Düşünüyorum da, bir zamanlar uğruna ölümlere gidip gelinen sevgililerden, yoluna kefen giyilen nice liderden geriye ne kalıyor, ömür törpüsünün tükettiği yıllar içinde? Hayatın tüm alanlarında geçerli olan bu yalın gerçek siyasette de aynı acımasız haliyle dün de vardı, bugün de var… Çok gerilere gitmeyeceğim… Bir zamanlar ülkedeki her şeyin hakimi konumuna gelen Menderesʹ in Demokrat Partisi bugün nerede? Evet bir darbeyle yıkıldı, depremin ardından enkazı üzerine Adalet Partisi inşa edildi. Bunların hepsi de doğru sayılabilecek argümanlara sahip… Ama aynı köklerden beslense de, Adalet Partisi üzerinde yükseldiği taban Demokrat Partinin kendisi miydi? Zamanın ruhu bir şeyleri alıp götürmüş, yeni bir iklim sarmalamıştı dört yanı… Örneğin Demokrat Parti, tarımın ve toprağı işleyen köylünün döneminin eseriydi. Oysa aynı alan üzerine yerleştiğini iddia eden Adalet Partisi, köyden kente akmaya başlayan kitlelere ulaşmaya çalışıyordu. Sonunda tıpkı Demokrat Parti gibi Adalet Partisinden de eser kalmadı. Evet bir darbe şiddetli deprem niyetine gelip yerle bir etmişti ama o darbeden çok önce de, gücünü yitirmeye başlamıştı hareket… Ve 80 darbesinin kapılarına kilit vurduğu siyasi partilerin yerine kurulmaya başlanan yenileri… Özellikle de tıpkı DP üzerine inşa edilen APʹ nin başına gelenlerin benzer senaryosunu hayata geçirmeye çalışan Özalʹ ın Anavatanʹ ı… Sahi, orta yaşa ermiş herkesin hatırlayacağı Özalʹ ın kurduğu Anavatan Partisinden bugüne ne kaldı? O Özal ki, taban olarak Adalet Partisi köklerinden beslense de, ülkeyi ekonomik açıdan dünyaya açma vizyonuyla ilk bakışta benzer sanılan bedene bambaşka bir ruh vermeye çalışmış, kimi açıdan sağlamıştı da… O kadar başarılı sayılan, başlarda halkın teveccühünü kazanmış bir siyasi parti üç dört yıllık yükselişin ardından önce duraklama dönemine girer, ardından gerileme ve çöküş yaşar. Siyasi hayatımızdaki yeri çok eskilere gitmediği için duraklamasından çöküşüne kadar geçen süreçle ilgili çok şeyler hatırlayanlar, nedenleri hakkında epeyi kelam edecekler çıkacaktır. Tümünün mutlaka az ya da çok etkisi olmuştur da… Ama işin temelinde yatan ana sorunu ele almaya çalıştığımızda bu etmenlerin ne ölçüde payı vardır? Bence sorun ve daha doğru bir tanımla hastalık başka yerdeydi. Teşhis doğru yapılmadığı için farklı yöntemlerle hasta iyileştirilemezdi, iyileşmedi de zaten… Bugün Ak Partiʹ nin hal ve gidişini izlerken, bir zamanların Anavatanʹ ında gözlediğim o kadar çok benzer sorun, en azında bende öylesine DEJAVU hissi uyandıran olaya tanık oluyorum ki, ʹyok canım bu kadarı da olmaz, geçmişteki onca hatadan mutlaka bazı ders alınmıştırʹ demekten kendimi alamıyorum. İsteyen kızar, isteyen en acımasız sözlerle karşı çıkar ama gelmekte olan dalgayı gözleri bağlılar ve körler dışında görmemek mümkün değil… AK Parti gerileme dönemine gireli uzun zaman oldu ama bugün tanık olduğum artık erimekte olduğu… Peki, bunca geniş kesimin yanında yer aldığı var sayılan bir siyasi hareket kendisini en güçlü sandığı dönemlerden de önce hangi hastalığa yakalanıp, bugünkü duruma gelmiş olabilir? Metal yorgunluğu gerçekten teşkilatlardan mı kaynaklı? Sakın, sorunun temeli çok daha derinlerde olmasın! Soruların yanıtı ve sorunun ne olduğunu anlatmaya çalışacağım ama bir sonraki makalede…   Abdullah Ayan  
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.