Eğitimdeki yanlış politikalar ve barınma sorunu…Abdullah Ayan yazdı

Pandemi nedeniyle evlere kapandığımız 18 ayın sonunda hayat umulmadık ölçüde hızla yeniden normale dönmeye başladı..

 

Her ne kadar sürekli kimlik değiştiren virüsün etkisiyle kontrol altına alınamayan çok sayıda vaka, ciddi oranda can kayıpları var ama aşıların beklenenden de hızla bulunması ve ortaya çıkan etkinlikleri sayesinde ekonominin çarklarının döndürülmesine çalışılıyor..

 

Önce sanayi, ardından turizm derken yeni öğretim yılında okulların da yeterince hazırlık yapılmamasına rağmen, kaybedilen dönemin telafisi için açılmasından başka yol yoktu, öyle de oldu…

 

Kalabalık sınıflar, havalandırma için düzenleme yapılamaması gibi sorunlar lokal olarak bazı okullarda ciddi önlemler alınmasını gerektiriyor ama en korkulan senaryoların da gerçekleşmediğini görmek umut verici…

 

Ancak geçmiş yıllardan farklı olarak bu öğretim yılı başlarken Üniversite öğrencilerinin yurt sorunu çıktı ortaya…

 

Geçmişte pek te ilgi çekmeyen barınma sorunu neden bu yıl böylesine his edildi?

 

Bunda özellikle de başta İstanbul olmak üzere büyük metropollerdeki artan konut kiralarının çok büyük etkisi var…

 

Gelirler aynı oranda artmadığı için 18 ay önceki fiyatlarla ölçülmeyecek kadar yüksek kiralarla başa çıkamayan gençler çözüm olarak Üniversite yurtlarına yöneldi…

 

Artan talep yapısal sorunlarla da birleşince zaten çökmekte olan eğitim sisteminin farklı ama çok acil ve derhal çözülmeye muhtaç yakıcı bir sorunuyla karşı karşıyayız…

 

Hızlı kentleşmeyle birlikte yüksek öğrenime duyulan ilgi toplumun gereksinimleri doğrultusunda kanalize edileceğine, ‘her ile Üniversite’ gibi siyasilere rant sağlaması dışında ülkeye ve ülkenin geleceği gençlerine hiçbir katkısı olmayan akıldan ve rasyonellikten uzak eğitim modellemeleri…

 

İktidar teşvikiyle açılan devlet Üniversitelerinin alt yapı, akademisyen eksiği gibi sorunları yetmezmiş gibi önüne gelenin bulduğu ilk binada açmaya başladığı özel ‘Vakıf’ üniversiteleri…

 

1970’ te Üniversitelerde okuyan öğrenci sayısı 170 bin iken 2015’ te 6 ve bugün itibariyle 8 milyonluk bir yüksek öğrenim ordusuyla karşı karşıya ülke…

 

Göz bebeğimiz gibi korumamız, yetiştirmemiz gereken geleceğimiz çocuklarımızın artık Üniversiteye girme sorunları yok ama, ondan çok daha yakıcı mezun olduktan ne yapacakları, nasıl iş bulacakları sorularının yanıtı yok..

 

Bugün her üç yüksek okul mezununun biri işsiz ve 100 mezunun ancak 10’ u kendi alanında istihdam edilebiliyor…

 

90’ ların sonunda sekiz hukuk fakültesinin üçü yeterli, geri kalan beşini kapatalım önerisini dile getiren DPT komisyon önerilerine inat bugün Kıbrıs’ ı da sayarsak 108 Hukuk fakültesi durmadan diploma dağıtıyor ama bunca mezunun ne yapacağı, hukukun hangi alanında çalışacağı meçhul…

 

Dünyada saygın hukukçuların ders verdiği fakültelerin de itibar kaybına uğradığı ilginç bir dönemden geçiyoruz..

 

Hukuk alanını çarpıcı olduğu için seçtim. Bugün Anadolu’ da iktidarı, muhalefetiyle siyasetçilerin oy malzemesi olması dışında kentlere artık katkı vermek bir yana ülkeye külfet yük olmaya başlayan yetersiz Üniversiteler sorunsalıyla karşı karşıyayız…

 

Orta ve uzun vadeli planlama yapılmadan günü kurtarmaya yönelik hamlelerle ülke diğer alanlarda olduğu gibi eğitimde de kan kaybediyor ve bu kaybın önemli bir ayağını da yüksek öğretim oluşturuyor…

 

Her şeyin tek merkez kontrolünde olduğu, tek karar vericinin tercihine bırakıldığı bir ülkede eğitimin farklı bir çizgide olması, atılım yapması olanaksızdı..

 

Eğitimin her aşamasında olduğu gibi yüksek öğrenimde de uzun soluklu ve geleceğe yönelik vizyondan uzak bir Türkiye var bugün…

 

Yurt gereksinimi ile ortaya çıkan barınma sorunu da o öngörüsüzlüğün ‘körlüğün’ bir sonucu…

 

Bugün yüksek öğrenim gören 8 milyon gencimizin 3 milyon 740 bini açık öğretim dışında kalan Üniversite ve Yüksek Okul gibi örgün öğretim kurumlarında…

 

Ve bu gençlerin yaklaşık 55’ i ailesi dışında başka şehirde okuyor o nedenle de barınma ihtiyacı var..

 

İstatistikler örgün öğretimdeki öğrencilerin bugüne kadar yüzde 38’ nin aile dışında bir evde kaldıklarını, yüzde 11’ nin ise yurtlarda barındığını gösteriyordu..

 

18 aylık kapanma ardından bugüne kadar ağırlıklı olarak konutta kalan öğrencilerin artık kiralarla baş edemediği için yurtlara yöneldiği ve bu nedenle yurtlara yönelik patlama yaşandığı gerçeğiyle karşı karşıyayız… (Buna bu yıldan itibaren fiyat artışları nedeniyle daha da yakıcı hale gelecek olan beslenme, ısınma, elektrik giderleri gibi unsurları da eklemek gerekiyor)

 

Projeksiyonlara göre 2023’ te 5 milyon genç örgün öğretime katılacak ve bunların 2 milyon 750 bini ailesi dışında başka bir şehirde okuyacağı için barınma sorunuyla karşılaşacak…

 

Yapılması gereken ne?

 

‘Her ile Üniversite’ ucubeliğinden vazgeçip, Üniversite kentleri modeline ağırlık vermek…

 

Ekonomiyi, kültürü, sanayiyi, bankacılığı, ülkede ne varsa tümünü İstanbul’ a yükleme yerine, oluşturulacak cazip eğitim vahalarını bu Üniversite kentlerine yöneltmek, akademik kadroların da bu vahalarda yer almasını sağlayacak her türlü maddi, sosyal, kültürel koşulları oluşturup beyin göçünün buralara yönelmesini teşvik etmek…

 

Bu anlamda pek çok özelliği bir arada barındıran Ankara, İzmir, Eskişehir, Kocaeli, Diyarbakır, Samsun, Mersin ve benzer kentler üzerinde durulabilir…

 

Mersin coğrafi ve demokratik iklimi, hoşgörüsü, Anadolu’ nun dünyaya açılan kapısı, barınma konusundaki alt yapısı itibariyle Üniversite şehri olma özelliklerine fazlasıyla sahip…

 

Bu potansiyeli değerlendirme konusunda yerelde yapılabilecekler, Mersin’ in eğitim alanında barındırdığı fırsatlar bir sonraki makale konusu olsun…

 

Abdullah Ayan