Güney Kore krizinden çıkarılacak dersler... Abdullah Ayan yazdı
1997ʹ de Taylandʹ ta başlayan kriz Koreʹ ye sıçradığında halk, gelecekteki kaderini de belirleyecek önemli tercihlerin karar aşamasındadır.
1992ʹ de Başkan seçilen ve 30 yıllık diktatörlüğün tabutuna son çiviyi çakan Kim Young Samʹ in başlattığı reformlar ülkenin büyüyüp gelişmesini sağlasa da, halen ekonomide ahbap çavuş ilişkilerinin egemen olduğu ve büyümeyi chaeboller (dev holdingler) temelli sürdüren bir kalkınma modeli hakimdir
Kim Young Sam döneminde her yıl ortalama %10 büyüyen ülke, verimli olmayan yatırımlara yönelen ve nasıl olsa devlet bizi kurtarır düşüncesiyle ucuz yabancı kaynaklara yönelen bir avuç holdingʹ in (tüm Kore ekonomisini 1960ʹ tan itibaren 40 civarında Chaeboller denilen çoğu aile şirketini andırır holding kontrol ediyordu. Öyle ki, kriz kapıyı çaldığında milli gelirin %40ʹ ı ve ihracatın neredeyse yarısı bu dev firmalarca yaratılıyor ya da gerçekleştiriliyordu) ucuz faize dayanan döviz borçlarıyla 1997ʹ ortalarından itibaren baş edemez hale gelir.
Tıpkı bugün izlediğimiz filmin bir benzeri 1994ʹ ten itibaren sahneye koyulur.
O güne kadar küresel faizleri %4ʹ lere indiren FED, enflasyonu kontrol etmek ve dolaşımdaki parayı çekmek amacıyla 1996ʹ da faizleri %6ʹ lara çıkararak, dış kredilerle tatlı rüyalara dalan ve ürettikleri her malın ya da inşa ettikleri her konutun kapışıldığı Güney Kore gibi ülkelerin başta bankaları olmak üzere holdinglerini ve onlara bağlı çalışan on binlerce KOBİʹ yi bir anda acı gerçekle yüzleşmek zorunda bırakır. (Asya krizi Tayland ve Güney Koreʹ nin ardından Rusyaʹ yı vuracak Temmuz 1998ʹ de 1 dolar 6,22 Ruble ederken, Mart 1999ʹ da 1 dolar 24,5ʹ rubleyi bulacaktır.)
Krizin göbeğinde Güney Koreliler seçim günü sandığa giderken, tercihlerini demokrasi içinde kalkınma ve krize yol açan en ciddi faktörlerden biri olan yolsuzluklarla yaşamaya alışmış holding patronlarıyla siyasetçi ve bürokratlardan oluşan soygun kumpasını yok edeceği vaadiyle karşılarına çıkan ve kendisi gibi reformist Kim Young Samʹ ın yapamadıklarını da yapacağını söyleyen Kim Dae Jungʹ u başkan seçtiler.
Jungʹ un ilk işi dışarıdan aldıkları döviz kredilerini yerel para Wonʹ a çevirip dağıtan ve verdiği kredileri toplayamayıp iflas eden özel bankaların çoğunu kamulaştırmak olur. Kamulaştırma yanında çalışabilmeleri için bankalara IMF desteğiyle hazineden sermaye aktarılırken, geçmişten farklı olarak bu kez şeffaflık ilkesine uymaları konusunda devlet denetleyici ve düzenleyici rolünü sıfır toleransla üstlenir. Denetleme ve düzenleme dışında iktidarların bankalarla olan tüm akçalı ilişkilerine son verilir.
30 günlük rehabilitasyon çadırına alınan bankalardan kurtulma umudu olanlar yaşatılır, yüklerini taşıma imkanı kalamayanlar ise kapatılarak Türkiyeʹ deki TMSF benzeri MOFEʹ ye devredilir.
Ülkenin temel büyüme lokomotifi ve ihracatın ağırlıklı yükünü çeken otomotiv sektörü de krizden nasibini alır. Kia Daewoo ve Hyundai gibi devler batar. Jung hükümeti Kiaʹ yı Hyundai ile baş göz eder, Daewooʹ yu ise ABDʹ li General Motorsʹ a devreder.
Jung asıl stratejik adımı neredeyse tümü batmanın eşiğine gelen şirketlerin kurtarılması sürecine ışık tutacak 5 temel ilkeyle atar.
Her krize giren ve orta gelir tuzağından bir türlü çıkamayan tüm ülkelere de ışık tutacak Kim Dae Jungʹ un hayata geçirdiği üretici/ihracatçı şirketlerle finans sektörünün yeniden yapılandırılmasında esas aldığı 5 prensibi özetlemeye çalışayım:
- Chaeboller hangi alanda güçlüyse, o ana iş koluna yoğunlaşacak,
- Borç- öz kaynak dengesi mutlaka sağlanacak,
- Yönetimde, finansmanda ve kurumun muhasebe sisteminde tam bir şeffaflık hakim olacak,
- Chaeboller (Holdingler) ile alt şirketleri arasında yıllardır sürdürülen karşılıklı kredi garantörlüğü* uygulaması kaldırılacak,
- Şirketlerin ve finans kuruluşlarının yönetimlerine ağır sorumluluklar.
Chaebollerin bu 5 ilkeye sonuna kadar uymaları için de 3 teknik uygulamaya koyulur:
- Muhasebe kayıtları denetmenlere açık olacak ve ayrıntılı olarak incelenebilecek,
- İncelemeler sırasında kanunsuz uygulama ya da harcamaya rastlanırsa holding sahibi büyük ailelere yargı tarafından cezai dava açılacak,
- Aşırı borçlu şirketlere yapılan kredi desteği derhal kesilip, batmaları sağlanacak.
Tavizsiz uygulamaya konan prensipler sayesinde chaeboller verimsiz ya da zarar eden tüm alt işletmeleri ya kapatmak, ya da talipli yabancı firmalara satmak zorunda kaldılar.
Asıl dönüşüm ise, o güne kadar bir türlü gerçekleştirilemeyen yapısal reformlarla paralel yürütülen ve ülkenin ağır sanayi, yoğun emek üretim/istihdama dayalı ihracat ağırlıklı kalkınma yerine eğitime daha fazla kaynak ayıran ve geleceği inovatif ürün üretim ve ihracatına dayandıran, bilişimi öne çıkaran kalkınma modeliyle sağlanır.
1980ʹ lerde konfeksiyon, demir çelik ve gemi yapımı ülke ihracatının ilk 3 sırasını alırken, 2000 yılından başlayarak yarı iletkenler, otomotiv ve cep telefonu ilk üç sıraya yükselir.
1960-90 arası 30 yılın tümünde ülkede verilen toplam patent sayısı 10 bini bulmazken (1980 yılı patent sayısı 1632) 2000 yılında 35 bin, 2005ʹ te 74 bin ve 2007ʹ de 124 bin patent verilir. Öykünün daha da çarpıcı yanı 124 bin patentin 69 bininin (%56) telekomünikasyon alanında verilmiş olması
Tüm dünyanın gıpta ile izlediği ve artık tüm dünyayı televizyon, akıllı telefon, yapay zekaya sahip pek çok ürünle sarıp sarmalayan Güney Kore, 98 krizini nasıl olup ta böylesi bir akıl almaz mucizeyi nasıl gerçekleştirdi?
Temeli, eğitimden başlayıp teknoloji ağırlıklı üretim yapan küçük ve orta boy Venture şirketlerinin devletçe sıkı koşullara bağlanan teşvik mekanizmalarına dayanan ve özellikle Türkiye gibi ülkelerin sayısız dersler çıkaracağı bir kalkınma modeli
Modele temel teşkil eden koşulları ve orta gelir tuzağından çıkıp bugün artık refah ülkesine dönen Güney Koreʹ yi hedefe ulaştıran yolculuğu bir başka makalede yazmaya çalışacağım
* Türkiyeʹyi 2001 krizine sürükleyen en önemli faktörlerden biri belki de ilki, iş adamlarına aynı zamanda banka sahibi olma olanağının verilmesiydi. Patronlar bir yandan çoğu batık şirketlerine bankalarından kaynak enjekte ederken, bir yandan da bankalarına yüksek faiz havucuyla toplattıkları mevduatı iç ettiler. Eğer Türkiye 1998 krizinin ardından Jungʹ un Koreʹ de yürürlüğe koyduğu yukarıdaki prensiplerden ders alsaydı, gelse bile krizi çok daha hafif atlatabilirdi.
Abdullah Ayan
1997ʹ de Taylandʹ ta başlayan kriz Koreʹ ye sıçradığında halk, gelecekteki kaderini de belirleyecek önemli tercihlerin karar aşamasındadır.
1992ʹ de Başkan seçilen ve 30 yıllık diktatörlüğün tabutuna son çiviyi çakan Kim Young Samʹ in başlattığı reformlar ülkenin büyüyüp gelişmesini sağlasa da, halen ekonomide ahbap çavuş ilişkilerinin egemen olduğu ve büyümeyi chaeboller (dev holdingler) temelli sürdüren bir kalkınma modeli hakimdir
Kim Young Sam döneminde her yıl ortalama %10 büyüyen ülke, verimli olmayan yatırımlara yönelen ve nasıl olsa devlet bizi kurtarır düşüncesiyle ucuz yabancı kaynaklara yönelen bir avuç holdingʹ in (tüm Kore ekonomisini 1960ʹ tan itibaren 40 civarında Chaeboller denilen çoğu aile şirketini andırır holding kontrol ediyordu. Öyle ki, kriz kapıyı çaldığında milli gelirin %40ʹ ı ve ihracatın neredeyse yarısı bu dev firmalarca yaratılıyor ya da gerçekleştiriliyordu) ucuz faize dayanan döviz borçlarıyla 1997ʹ ortalarından itibaren baş edemez hale gelir.
Tıpkı bugün izlediğimiz filmin bir benzeri 1994ʹ ten itibaren sahneye koyulur.
O güne kadar küresel faizleri %4ʹ lere indiren FED, enflasyonu kontrol etmek ve dolaşımdaki parayı çekmek amacıyla 1996ʹ da faizleri %6ʹ lara çıkararak, dış kredilerle tatlı rüyalara dalan ve ürettikleri her malın ya da inşa ettikleri her konutun kapışıldığı Güney Kore gibi ülkelerin başta bankaları olmak üzere holdinglerini ve onlara bağlı çalışan on binlerce KOBİʹ yi bir anda acı gerçekle yüzleşmek zorunda bırakır. (Asya krizi Tayland ve Güney Koreʹ nin ardından Rusyaʹ yı vuracak Temmuz 1998ʹ de 1 dolar 6,22 Ruble ederken, Mart 1999ʹ da 1 dolar 24,5ʹ rubleyi bulacaktır.)
Krizin göbeğinde Güney Koreliler seçim günü sandığa giderken, tercihlerini demokrasi içinde kalkınma ve krize yol açan en ciddi faktörlerden biri olan yolsuzluklarla yaşamaya alışmış holding patronlarıyla siyasetçi ve bürokratlardan oluşan soygun kumpasını yok edeceği vaadiyle karşılarına çıkan ve kendisi gibi reformist Kim Young Samʹ ın yapamadıklarını da yapacağını söyleyen Kim Dae Jungʹ u başkan seçtiler.
Jungʹ un ilk işi dışarıdan aldıkları döviz kredilerini yerel para Wonʹ a çevirip dağıtan ve verdiği kredileri toplayamayıp iflas eden özel bankaların çoğunu kamulaştırmak olur. Kamulaştırma yanında çalışabilmeleri için bankalara IMF desteğiyle hazineden sermaye aktarılırken, geçmişten farklı olarak bu kez şeffaflık ilkesine uymaları konusunda devlet denetleyici ve düzenleyici rolünü sıfır toleransla üstlenir. Denetleme ve düzenleme dışında iktidarların bankalarla olan tüm akçalı ilişkilerine son verilir.
30 günlük rehabilitasyon çadırına alınan bankalardan kurtulma umudu olanlar yaşatılır, yüklerini taşıma imkanı kalamayanlar ise kapatılarak Türkiyeʹ deki TMSF benzeri MOFEʹ ye devredilir.
Ülkenin temel büyüme lokomotifi ve ihracatın ağırlıklı yükünü çeken otomotiv sektörü de krizden nasibini alır. Kia Daewoo ve Hyundai gibi devler batar. Jung hükümeti Kiaʹ yı Hyundai ile baş göz eder, Daewooʹ yu ise ABDʹ li General Motorsʹ a devreder.
Jung asıl stratejik adımı neredeyse tümü batmanın eşiğine gelen şirketlerin kurtarılması sürecine ışık tutacak 5 temel ilkeyle atar.
Her krize giren ve orta gelir tuzağından bir türlü çıkamayan tüm ülkelere de ışık tutacak Kim Dae Jungʹ un hayata geçirdiği üretici/ihracatçı şirketlerle finans sektörünün yeniden yapılandırılmasında esas aldığı 5 prensibi özetlemeye çalışayım:
- Chaeboller hangi alanda güçlüyse, o ana iş koluna yoğunlaşacak,
- Borç- öz kaynak dengesi mutlaka sağlanacak,
- Yönetimde, finansmanda ve kurumun muhasebe sisteminde tam bir şeffaflık hakim olacak,
- Chaeboller (Holdingler) ile alt şirketleri arasında yıllardır sürdürülen karşılıklı kredi garantörlüğü* uygulaması kaldırılacak,
- Şirketlerin ve finans kuruluşlarının yönetimlerine ağır sorumluluklar.
Chaebollerin bu 5 ilkeye sonuna kadar uymaları için de 3 teknik uygulamaya koyulur:
- Muhasebe kayıtları denetmenlere açık olacak ve ayrıntılı olarak incelenebilecek,
- İncelemeler sırasında kanunsuz uygulama ya da harcamaya rastlanırsa holding sahibi büyük ailelere yargı tarafından cezai dava açılacak,
- Aşırı borçlu şirketlere yapılan kredi desteği derhal kesilip, batmaları sağlanacak.
Tavizsiz uygulamaya konan prensipler sayesinde chaeboller verimsiz ya da zarar eden tüm alt işletmeleri ya kapatmak, ya da talipli yabancı firmalara satmak zorunda kaldılar.
Asıl dönüşüm ise, o güne kadar bir türlü gerçekleştirilemeyen yapısal reformlarla paralel yürütülen ve ülkenin ağır sanayi, yoğun emek üretim/istihdama dayalı ihracat ağırlıklı kalkınma yerine eğitime daha fazla kaynak ayıran ve geleceği inovatif ürün üretim ve ihracatına dayandıran, bilişimi öne çıkaran kalkınma modeliyle sağlanır.
1980ʹ lerde konfeksiyon, demir çelik ve gemi yapımı ülke ihracatının ilk 3 sırasını alırken, 2000 yılından başlayarak yarı iletkenler, otomotiv ve cep telefonu ilk üç sıraya yükselir.
1960-90 arası 30 yılın tümünde ülkede verilen toplam patent sayısı 10 bini bulmazken (1980 yılı patent sayısı 1632) 2000 yılında 35 bin, 2005ʹ te 74 bin ve 2007ʹ de 124 bin patent verilir. Öykünün daha da çarpıcı yanı 124 bin patentin 69 bininin (%56) telekomünikasyon alanında verilmiş olması
Tüm dünyanın gıpta ile izlediği ve artık tüm dünyayı televizyon, akıllı telefon, yapay zekaya sahip pek çok ürünle sarıp sarmalayan Güney Kore, 98 krizini nasıl olup ta böylesi bir akıl almaz mucizeyi nasıl gerçekleştirdi?
Temeli, eğitimden başlayıp teknoloji ağırlıklı üretim yapan küçük ve orta boy Venture şirketlerinin devletçe sıkı koşullara bağlanan teşvik mekanizmalarına dayanan ve özellikle Türkiye gibi ülkelerin sayısız dersler çıkaracağı bir kalkınma modeli
Modele temel teşkil eden koşulları ve orta gelir tuzağından çıkıp bugün artık refah ülkesine dönen Güney Koreʹ yi hedefe ulaştıran yolculuğu bir başka makalede yazmaya çalışacağım
* Türkiyeʹyi 2001 krizine sürükleyen en önemli faktörlerden biri belki de ilki, iş adamlarına aynı zamanda banka sahibi olma olanağının verilmesiydi. Patronlar bir yandan çoğu batık şirketlerine bankalarından kaynak enjekte ederken, bir yandan da bankalarına yüksek faiz havucuyla toplattıkları mevduatı iç ettiler. Eğer Türkiye 1998 krizinin ardından Jungʹ un Koreʹ de yürürlüğe koyduğu yukarıdaki prensiplerden ders alsaydı, gelse bile krizi çok daha hafif atlatabilirdi.
Abdullah Ayan
http://www.inovatifhaber.com/haber/guney-kore-krizlerden-dersler-cikarmak-abdullah-ayan-yazdi-16534.html
http://www.inovatifhaber.com/haber/krizi-firsata-ceviren-ulke-abdullah-ayan-yazdi-16547.html