Telefonun 100 yıllık gelişimi ve Mersin -4... Abdullah Ayan yazdı
Spor
(İHA) - İhlas Haber Ajansı |
25.05.2017 - 08:06, Güncelleme:
29.11.2021 - 14:41
Telefonun 100 yıllık gelişimi ve Mersin -4... Abdullah Ayan yazdı
Mersinʹ in telefonla ilk kez tanışması ve 50 abonelik santralin 1926ʹda hizmete girişini, 1930ʹda kapasitenin iki katına çıkarılmasını, 1938ʹ deki 200 hatlık yeni tesisi, bu tesisle birlikte kentin Ankaraʹ ya ve Ankara üzerinden dünyaya bağlanmasını önceki yazılarda anlatmaya çalıştım.
Ancak ne vatandaşın telefona kavuşma arzusu biter ne de telefonu olanın birine ulaşma konusunda çektiği çileler...
O günleri, haberleşme konusunda yaşanan sıkıntıları yansıtması anlamında 20 Ekim 1940 günü Yeni Mersin gazetesinde yer alan okuyucu mektubu ibretlik bilgilerle doludur ve bana göre tarihi olduğu kadar bugün de keyifle okunacak belge niteliğindedir.
Bu nedenle gazetenin birinci sayfasında yer alan T. Oktay imzalı mektubu olduğu gibi paylaşayım istedim...
Okudukça iletişim konusunda nereden nereye geldiğimizi gençler bir yana, o günlerle ilgili iyi kötü fikir sahibi olanların bile ilgiyle okuyacaklarından eminim...
Şöyle başlıyor okur Oktayʹ ın mektubu:
ˮMektupla geç kalacak işimizi telgraf, telgrafla geç kalacak işlerimizi de telefonla temin ederiz. Bizzat gidilmesi külfetli anlarda, mektubun ve telgrafın iş göremeyeceği zamanlarda karşımızda duran telefonun kolunu çevirir manyeto yaparız ve santrale numaramızı verir oturduğumuz yerde istediğimiz kimseyle görüşüp işimizi hal imkanını ararız.
Gerek şehirler arası ve gerekse şehir dahili telefon muhaberelerinde bu keyfiyet normal çalışıldığına göre mevzu bahistir. Yoksa şehrimizde olduğu gibi uzun müddet santrali bulmak için gayret sarfı müteaddit rica ve temennilerden sonra yapılan mükaleme (görüşme) bizzat gidilemediğine esef verdiren üzücü bir meşgaledir. Hele şehirler arası mükalemelerinde saatlerce bekledikten sonra konuşamamak telgrafla temini muhtemel menfaatlerin kaybına da sebep oluyorˮ
Burada soluklanıp mektubu kaleme alan Oktayʹ ı dertlendiren görüşme trafiğinin nasıl işlediğini anlatmamda yarar var...
Telefon abonesi ancak PTTʹ deki santral memuruna ulaşıp, bağlanmasını istediği numarayı verir, memur da iki tarafın hatlarını bir fişle buluşturup görüşmeyi sağlar. Ama sonuçta o memur da doğal ihtiyaçları, başındaki dertleriyle herkes gibi etten kemikten bir insandır. Ahizeyi eline alan manyeto yapıp memura çağrı yapmaya çalışır da, memur her zaman talebi duymaz veya başka bir gaile meşguldür.
Şehirler arası görüşmelerde ise memurun özverisi de yetmez. O günlerin sınırlı imkanlarıyla diyelim ki, kent içinden değil de Adana veya daha uzaktaki biriyle görüşmek istiyorsunuz. Ulaştığınız Mersin santral memuru iki merkez arasındaki tek veya iki hattan biri müsaitse Adana santral memurunu bulacak, o memur da kendi kentindeki aboneye -tabii şans eseri yerinde ise- ulaşıp bağlantıyı sağlayacak.
Basitçe anlatmaya çalışsam da hayli zor ve çoğu zaman rastlantılara bağlı telefonla görüşme macerasının başındaki sorunları o mektuptan nakletmeyi sürdüreyim:
ˮÇoklarını biliyoruz; Adana ve Tarsusla telefonla konuşacağına bizzat gitmeyi tercih ediyor. Çünkü konuşabilmek tesadüfe bağlıdır. Bilhassa Ankara, İstanbul gibi merkezlerle gibi merkezlerle konuşmak isteyenlerin saatlerce hatta bazen günlerce beklemesi lazımdır. Çoklarının sabahlardan akşamlara kadar telefon bekleme odasında nöbet tutup konuşamadıklarını biliriz.ˮ
Cep telefonu bir yana, görüntülü olarak dünyanın en akıl almaz yerindeki biriyle dilediği anda görüntülü görüşen belli yaşın altındakilere ˮtelefon bekleme odasında nöbet tutmaˮ kavramını tarif etmenin güçlüğünün farkındayım ama yine de deneyeyim...
Bir avuç azınlık dışında kimsenin evinde, iş yerinde telefonu yok. O nedenle postahaneye gidip görüşmek istediğiniz numarayı yazdırır ve eğer o numara il dışında ise kaç santral üzerinden bağlantının sağlanacağıyla orantılı olarak beklemeye başlarsınız. Bekleme bazen saatler bazen de günler sürebilir... Diyelim ki, şansınız yaver gitti ve bağlantı sağlandı, memur hattı telefon kulübesi denilen bölüme aktarır ve siz diğer bekleyenlerle birlikte oturup memleket ahvali üzerine sohbete daldığınız odadan kulübeye geçer, ahizeyi kulağınıza götürüp karşıdakiyle görüşmeye, daha doğrusu meramınızı herkesin de ister istemez duyacağı bir ortamda anlatmaya çalışırsınız.
Sabrınıza sığınarak mektupla sürdüreyim:
ˮEvvelâ şehir dahili tesisatı nizamsızdır. Ahmetʹ i ararsınız, karşınıza Mehmet çıkar. Falan numaraya manyeto yapılır, hiç alakası olmayan başka numara cevap verir. Bu memurun da hatası değildir. Hatlar birbirine karışmış, hele şehirler arası... Zavallı memur ne yapsın? Bir İstanbul mükalemesi için kimlere yalvarmaz? Adanayı binbir müşkülatla razı eder. Kayseri aksileşir. Onun gönlü olur, Ankara nazlanır. O da bin ricadan sonra İstanbulu verir. Bu defa da İstanbul Mersinʹdeki aboneyle kendi mükalemesini yaptırmadan Mersinlinin istediği numarayı bağlamaz. Tam Mersin ve İstanbul nihayet karşı karşıya gelip konuşacak fakat al sana ara merkezlerden birinin keyfi ister kendi mükalemesi vardır, imkan elindedir çat diye senin muhabereni keser. Mersin bağıra dursun...ˮ
Burada yine araya girip otomatik santrallerin devreye girdiği döneme kadarki şehirler arası görüşme yöntemini, Mersin-İstanbul arasındaki bir görüşmenin nasıl sağlandığı sorusu üzerinden anlatayım: Mersinʹ in tek bağlantısı Adanaʹ ya. Adana, Mersinʹ in İstanbul talebini alınca Kayseriʹ ye, Kayseri Ankaraʹ ya, Ankara da İstanbul santraline ulaştırabiliyor. O nedenle tüm kent santrallerini aşmak gerekiyor.
Mektubun sonunda çekilen sıkıntıları nispeten hafifletecek çok mantıklı bir öneri getiriyor bay Oktay... Birlikte okuyalım:
ˮŞehirler arası konuşmalarında böyle uzak merkezlere bir saat tayin edilse ve bunu herkes bilse. Sabahtan akşamlara kadar telefon odalarında beklenmez. Ve ara merkezlerin keyfi müdahalelerinin önüne geçilir. Tek hat üzerinde en kestirme hal yolu budur. Çarelerden mahrum memurun tel üzerindeki saati bellisiz, emeklerine ve muhtelif merkezlerin keyfine bağlı gayretlerine ne kadar acınsa yeridir. Gereğinin icabına bakılmasını merciinden rica ediyoruz.ˮ
Gereğine bakacak merciler, ne şikayetlere ne önerilere kulak vermez ama kısa zaman içinde otomatik telefon santrallerinin yaygınlaşmasıyla insanları canından bezdiren telefon çilesi bir anda kökten çözülür.
Nasıl mı?
Bir sonraki yazıda...
Abdullah Ayan
Telefonun dünü, bugünü-1
Mersinʹ de telefonun gelişimi-2
Telefonun yüzyıllık gelişimi ve Mersin-3
Mersinʹ in telefonla ilk kez tanışması ve 50 abonelik santralin 1926ʹda hizmete girişini, 1930ʹda kapasitenin iki katına çıkarılmasını, 1938ʹ deki 200 hatlık yeni tesisi, bu tesisle birlikte kentin Ankaraʹ ya ve Ankara üzerinden dünyaya bağlanmasını önceki yazılarda anlatmaya çalıştım.
Ancak ne vatandaşın telefona kavuşma arzusu biter ne de telefonu olanın birine ulaşma konusunda çektiği çileler...
O günleri, haberleşme konusunda yaşanan sıkıntıları yansıtması anlamında 20 Ekim 1940 günü Yeni Mersin gazetesinde yer alan okuyucu mektubu ibretlik bilgilerle doludur ve bana göre tarihi olduğu kadar bugün de keyifle okunacak belge niteliğindedir.
Bu nedenle gazetenin birinci sayfasında yer alan T. Oktay imzalı mektubu olduğu gibi paylaşayım istedim...
Okudukça iletişim konusunda nereden nereye geldiğimizi gençler bir yana, o günlerle ilgili iyi kötü fikir sahibi olanların bile ilgiyle okuyacaklarından eminim...
Şöyle başlıyor okur Oktayʹ ın mektubu:
ˮMektupla geç kalacak işimizi telgraf, telgrafla geç kalacak işlerimizi de telefonla temin ederiz. Bizzat gidilmesi külfetli anlarda, mektubun ve telgrafın iş göremeyeceği zamanlarda karşımızda duran telefonun kolunu çevirir manyeto yaparız ve santrale numaramızı verir oturduğumuz yerde istediğimiz kimseyle görüşüp işimizi hal imkanını ararız.
Gerek şehirler arası ve gerekse şehir dahili telefon muhaberelerinde bu keyfiyet normal çalışıldığına göre mevzu bahistir. Yoksa şehrimizde olduğu gibi uzun müddet santrali bulmak için gayret sarfı müteaddit rica ve temennilerden sonra yapılan mükaleme (görüşme) bizzat gidilemediğine esef verdiren üzücü bir meşgaledir. Hele şehirler arası mükalemelerinde saatlerce bekledikten sonra konuşamamak telgrafla temini muhtemel menfaatlerin kaybına da sebep oluyorˮ
Burada soluklanıp mektubu kaleme alan Oktayʹ ı dertlendiren görüşme trafiğinin nasıl işlediğini anlatmamda yarar var...
Telefon abonesi ancak PTTʹ deki santral memuruna ulaşıp, bağlanmasını istediği numarayı verir, memur da iki tarafın hatlarını bir fişle buluşturup görüşmeyi sağlar. Ama sonuçta o memur da doğal ihtiyaçları, başındaki dertleriyle herkes gibi etten kemikten bir insandır. Ahizeyi eline alan manyeto yapıp memura çağrı yapmaya çalışır da, memur her zaman talebi duymaz veya başka bir gaile meşguldür.
Şehirler arası görüşmelerde ise memurun özverisi de yetmez. O günlerin sınırlı imkanlarıyla diyelim ki, kent içinden değil de Adana veya daha uzaktaki biriyle görüşmek istiyorsunuz. Ulaştığınız Mersin santral memuru iki merkez arasındaki tek veya iki hattan biri müsaitse Adana santral memurunu bulacak, o memur da kendi kentindeki aboneye -tabii şans eseri yerinde ise- ulaşıp bağlantıyı sağlayacak.
Basitçe anlatmaya çalışsam da hayli zor ve çoğu zaman rastlantılara bağlı telefonla görüşme macerasının başındaki sorunları o mektuptan nakletmeyi sürdüreyim:
ˮÇoklarını biliyoruz; Adana ve Tarsusla telefonla konuşacağına bizzat gitmeyi tercih ediyor. Çünkü konuşabilmek tesadüfe bağlıdır. Bilhassa Ankara, İstanbul gibi merkezlerle gibi merkezlerle konuşmak isteyenlerin saatlerce hatta bazen günlerce beklemesi lazımdır. Çoklarının sabahlardan akşamlara kadar telefon bekleme odasında nöbet tutup konuşamadıklarını biliriz.ˮ
Cep telefonu bir yana, görüntülü olarak dünyanın en akıl almaz yerindeki biriyle dilediği anda görüntülü görüşen belli yaşın altındakilere ˮtelefon bekleme odasında nöbet tutmaˮ kavramını tarif etmenin güçlüğünün farkındayım ama yine de deneyeyim...
Bir avuç azınlık dışında kimsenin evinde, iş yerinde telefonu yok. O nedenle postahaneye gidip görüşmek istediğiniz numarayı yazdırır ve eğer o numara il dışında ise kaç santral üzerinden bağlantının sağlanacağıyla orantılı olarak beklemeye başlarsınız. Bekleme bazen saatler bazen de günler sürebilir... Diyelim ki, şansınız yaver gitti ve bağlantı sağlandı, memur hattı telefon kulübesi denilen bölüme aktarır ve siz diğer bekleyenlerle birlikte oturup memleket ahvali üzerine sohbete daldığınız odadan kulübeye geçer, ahizeyi kulağınıza götürüp karşıdakiyle görüşmeye, daha doğrusu meramınızı herkesin de ister istemez duyacağı bir ortamda anlatmaya çalışırsınız.
Sabrınıza sığınarak mektupla sürdüreyim:
ˮEvvelâ şehir dahili tesisatı nizamsızdır. Ahmetʹ i ararsınız, karşınıza Mehmet çıkar. Falan numaraya manyeto yapılır, hiç alakası olmayan başka numara cevap verir. Bu memurun da hatası değildir. Hatlar birbirine karışmış, hele şehirler arası... Zavallı memur ne yapsın? Bir İstanbul mükalemesi için kimlere yalvarmaz? Adanayı binbir müşkülatla razı eder. Kayseri aksileşir. Onun gönlü olur, Ankara nazlanır. O da bin ricadan sonra İstanbulu verir. Bu defa da İstanbul Mersinʹdeki aboneyle kendi mükalemesini yaptırmadan Mersinlinin istediği numarayı bağlamaz. Tam Mersin ve İstanbul nihayet karşı karşıya gelip konuşacak fakat al sana ara merkezlerden birinin keyfi ister kendi mükalemesi vardır, imkan elindedir çat diye senin muhabereni keser. Mersin bağıra dursun...ˮ
Burada yine araya girip otomatik santrallerin devreye girdiği döneme kadarki şehirler arası görüşme yöntemini, Mersin-İstanbul arasındaki bir görüşmenin nasıl sağlandığı sorusu üzerinden anlatayım: Mersinʹ in tek bağlantısı Adanaʹ ya. Adana, Mersinʹ in İstanbul talebini alınca Kayseriʹ ye, Kayseri Ankaraʹ ya, Ankara da İstanbul santraline ulaştırabiliyor. O nedenle tüm kent santrallerini aşmak gerekiyor.
Mektubun sonunda çekilen sıkıntıları nispeten hafifletecek çok mantıklı bir öneri getiriyor bay Oktay... Birlikte okuyalım:
ˮŞehirler arası konuşmalarında böyle uzak merkezlere bir saat tayin edilse ve bunu herkes bilse. Sabahtan akşamlara kadar telefon odalarında beklenmez. Ve ara merkezlerin keyfi müdahalelerinin önüne geçilir. Tek hat üzerinde en kestirme hal yolu budur. Çarelerden mahrum memurun tel üzerindeki saati bellisiz, emeklerine ve muhtelif merkezlerin keyfine bağlı gayretlerine ne kadar acınsa yeridir. Gereğinin icabına bakılmasını merciinden rica ediyoruz.ˮ
Gereğine bakacak merciler, ne şikayetlere ne önerilere kulak vermez ama kısa zaman içinde otomatik telefon santrallerinin yaygınlaşmasıyla insanları canından bezdiren telefon çilesi bir anda kökten çözülür.
Nasıl mı?
Bir sonraki yazıda...
Abdullah Ayan
Telefonun dünü, bugünü-1
Mersinʹ de telefonun gelişimi-2
Telefonun yüzyıllık gelişimi ve Mersin-3
Habere ifade bırak !
Bu habere hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.