Abdullah Ayan
Köşe Yazarı
Abdullah Ayan
 

31 Mart seçimleri ve değişen siyaset iklimi…

Türkiye gibi halkın iradesini sergilemek için eline geçirdiği fırsatı sandığa yansıttığı kaç ülke var derseniz? Gelişmiş demokratik ülkeler de dahil, dünyada çok fazla örnek olduğunu sanmıyorum… Evet, gelişmiş demokrasilerde de seçimler önemli ama orada toplumun seçimler dışında da tavrını, tepkisini ortaya koyabileceği pek çok platform, önünde duran sayısız fırsat var. O nedenle seçimlere Türkiye gibi özel önem atfedilmesi gerekmiyor… Örneğin kimi başkanlar eliyle dejenere edilmeye çalışılsa da sistemin saat gibi işlediği, kuvvetler ayrılığı ilkesinin gayet sağlıklı işlediği ABD' de seçimlere katılma oranları Trump ülkenin başına bela oluncaya kadar 38-45' lar bandında hareket etti. (2014 seçimlerinde bu oran 36,7 ile ikinci dünya savaşından beri en düşük seviyeyi gördü) Trump, kendi taraftarları kadar, karşı bloktaki demokratları da kenetlemiş ve tepki göstermeye sevk etmiş olmalı ki, 2018 kasım ayında yapılan ara seçimlerde ilk kez katılım rekoru kırıldı ve seçmenin 60' a yakını sandığa gitti. Sadece ABD' de değil, bu kadar düşük oranlarda olmasa da Avrupa' nın gelişmiş demokrasilerinde halkın seçimlere katılım oranı bizdekine göre düşük. Örneğin her konuda halkın görüşüne başvurulan ve neredeyse 15 günde bir yerel sorunları bile sandık kurarak halkın iradesi doğrultusunda çözmeye çalışan 'referandum yorgunu' İsviçre' de son genel seçimlere katılım oranı 50' lerin altına (48) geriledi. İyi de seçmenin yarısının katılmadığı bir seçim sistemiyle çıkacak sonuçlar nasıl demokratik kabul edilebilir gibisinden bir soru sorulabilir.. Yerinde ve üstelik çok ta haklı bir sorudur bu ama demokrasiler açmazlarını da kendi içlerinde barındırıyor. Ve unutmayalım ister ABD, ister İsviçre veya benzerleri toplumun kararlara katılımı konusunda sandık dışında pek çok mekanizmanın işlediği ülkelerde sandık ve sandıktan çıkacak halk iradesi tek ölçüt değil. Bir de demokrasinin işlemediği ülkeler var. Bu ülkelerde seçimlere katılma oranı ne olursa olsun, sonuçta bir şey ifade etmiyor, çünkü sandığa giden yoldaki hiçbir mekanizma demokratik değil. Örneğin Suriye' de, örneğin Saddam Irak' ı veya Kaddafi Libya' sında seçime katılım oranını 99 ilan etseniz ne anlam ifade eder? İşte iki uçta yer alan örneklerden farklı olarak Türkiye' de seçimlerin, seçimlere katılım oranlarının ve sandıktan çıkan iradenin halen bir önemi, anlamı var. Türkiye insanı, özellikle iktidarlara tepkisini çok partili hayata geçtiğimiz ilk günden beri sandıkta gösteriyor. Üstelik çok ta sağduyulu kararlar verebiliyor. Örneğin 1946' da despot tek partiye karşı ortaya çıkan muhalif Demokrat Partiye yönelmesi, sandık hileleriyle iradesinin çalınmasına karşı 1950' de önüne geçilmez kararlılıkla ve oranlarla CHP' yi sandığa gömüp, DP' yi iktidara taşıması böylesine bir tepkiydi. 1983' te darbeci cuntanın desteklediği ve başına kendilerinden bir emekli generali (Turgut Sunalp) getirdikleri MDP' ye karşı, halk gidip hiç hesaba katılmayan biçimde Turgut Özal' ın ANAP' ına yöneldi. 2002' de AK Partiyi iktidara taşıyan halk iradesi de benzer bir tavır sergiledi. On yıl boyunca ülkeyi kaostan kaosa sürükleyen ve halka hizmet yerine kendilerine çalışan siyaset sınıfını siyaset sahnesinden indirip, yerlerine yeni oluşan bir harekete emaneti verirken, denenmemişi deneme tavrı, mevcutlardan kurtulma kararlığı yadsınamaz… Halk her zaman 1950'de, 1983 veya 2002' de olduğu gibi köklü değişimlere yol açacak radikal adımlar atmaz. Bazen de uyarır, kulak çeker, gerekirse tokadı basar. Bu tepkiler mevcut iktidarı göndermekten çok, kendisine çeki düzen verme mesajlarıdır. Öyle çok gerilere gidip DP' ye 1958' de, ANAP' a 1989' da sandıktan verilen mesajları yazacak değilim. Ama yakın zamanda hepimizin hatırlayabileceği sıcak örnekleri anımsayalım: 2008 krizi ve ardından gelip yaklaşık bir yıl süren küçülmenin gölgesinde yapılan 2009 yerel seçimlerinde seçmen, 2007 genel seçimlerinde 46,6 oy verdiği AK Partiyi 40' lara çekti. 6 puan düşüş aslında küçülen ekonominin sandığa yansıyan somut göstergesiydi. İşte 31 Mart seçimlerine, tıpkı 2008' de başlayıp ekonomik anlamda 2009 yerel seçimlerine damgasını vuran krize benzer ama etkisi ve kapsama alanı çok daha geniş, özellikle de mutfağı yakması anlamında şiddeti onunla karşılaştırılmayacak büyüklükte bir krizin etkisinde gittik… 31 Mart gecesi nasıl bir tabloyla karşılaştığımız, daha da önemlisi o tablonun önümüzdeki dönemi nasıl şekillendireceği konusunda beklentilerimi, öngörülerimi de yazacağım ama sonraki makalede… Abdullah Ayan  
Ekleme Tarihi: 15 Nisan 2019 - Pazartesi

31 Mart seçimleri ve değişen siyaset iklimi…

Türkiye gibi halkın iradesini sergilemek için eline geçirdiği fırsatı sandığa yansıttığı kaç ülke var derseniz? Gelişmiş demokratik ülkeler de dahil, dünyada çok fazla örnek olduğunu sanmıyorum…

Evet, gelişmiş demokrasilerde de seçimler önemli ama orada toplumun seçimler dışında da tavrını, tepkisini ortaya koyabileceği pek çok platform, önünde duran sayısız fırsat var.

O nedenle seçimlere Türkiye gibi özel önem atfedilmesi gerekmiyor…

Örneğin kimi başkanlar eliyle dejenere edilmeye çalışılsa da sistemin saat gibi işlediği, kuvvetler ayrılığı ilkesinin gayet sağlıklı işlediği ABD' de seçimlere katılma oranları Trump ülkenin başına bela oluncaya kadar 38-45' lar bandında hareket etti. (2014 seçimlerinde bu oran 36,7 ile ikinci dünya savaşından beri en düşük seviyeyi gördü)

Trump, kendi taraftarları kadar, karşı bloktaki demokratları da kenetlemiş ve tepki göstermeye sevk etmiş olmalı ki, 2018 kasım ayında yapılan ara seçimlerde ilk kez katılım rekoru kırıldı ve seçmenin 60' a yakını sandığa gitti.

Sadece ABD' de değil, bu kadar düşük oranlarda olmasa da Avrupa' nın gelişmiş demokrasilerinde halkın seçimlere katılım oranı bizdekine göre düşük. Örneğin her konuda halkın görüşüne başvurulan ve neredeyse 15 günde bir yerel sorunları bile sandık kurarak halkın iradesi doğrultusunda çözmeye çalışan 'referandum yorgunu' İsviçre' de son genel seçimlere katılım oranı 50' lerin altına (48) geriledi.

İyi de seçmenin yarısının katılmadığı bir seçim sistemiyle çıkacak sonuçlar nasıl demokratik kabul edilebilir gibisinden bir soru sorulabilir..

Yerinde ve üstelik çok ta haklı bir sorudur bu ama demokrasiler açmazlarını da kendi içlerinde barındırıyor. Ve unutmayalım ister ABD, ister İsviçre veya benzerleri toplumun kararlara katılımı konusunda sandık dışında pek çok mekanizmanın işlediği ülkelerde sandık ve sandıktan çıkacak halk iradesi tek ölçüt değil.

Bir de demokrasinin işlemediği ülkeler var. Bu ülkelerde seçimlere katılma oranı ne olursa olsun, sonuçta bir şey ifade etmiyor, çünkü sandığa giden yoldaki hiçbir mekanizma demokratik değil. Örneğin Suriye' de, örneğin Saddam Irak' ı veya Kaddafi Libya' sında seçime katılım oranını 99 ilan etseniz ne anlam ifade eder?

İşte iki uçta yer alan örneklerden farklı olarak Türkiye' de seçimlerin, seçimlere katılım oranlarının ve sandıktan çıkan iradenin halen bir önemi, anlamı var.

Türkiye insanı, özellikle iktidarlara tepkisini çok partili hayata geçtiğimiz ilk günden beri sandıkta gösteriyor. Üstelik çok ta sağduyulu kararlar verebiliyor.

Örneğin 1946' da despot tek partiye karşı ortaya çıkan muhalif Demokrat Partiye yönelmesi, sandık hileleriyle iradesinin çalınmasına karşı 1950' de önüne geçilmez kararlılıkla ve oranlarla CHP' yi sandığa gömüp, DP' yi iktidara taşıması böylesine bir tepkiydi.

1983' te darbeci cuntanın desteklediği ve başına kendilerinden bir emekli generali (Turgut Sunalp) getirdikleri MDP' ye karşı, halk gidip hiç hesaba katılmayan biçimde Turgut Özal' ın ANAP' ına yöneldi.

2002' de AK Partiyi iktidara taşıyan halk iradesi de benzer bir tavır sergiledi. On yıl boyunca ülkeyi kaostan kaosa sürükleyen ve halka hizmet yerine kendilerine çalışan siyaset sınıfını siyaset sahnesinden indirip, yerlerine yeni oluşan bir harekete emaneti verirken, denenmemişi deneme tavrı, mevcutlardan kurtulma kararlığı yadsınamaz…

Halk her zaman 1950'de, 1983 veya 2002' de olduğu gibi köklü değişimlere yol açacak radikal adımlar atmaz. Bazen de uyarır, kulak çeker, gerekirse tokadı basar. Bu tepkiler mevcut iktidarı göndermekten çok, kendisine çeki düzen verme mesajlarıdır.

Öyle çok gerilere gidip DP' ye 1958' de, ANAP' a 1989' da sandıktan verilen mesajları yazacak değilim.

Ama yakın zamanda hepimizin hatırlayabileceği sıcak örnekleri anımsayalım: 2008 krizi ve ardından gelip yaklaşık bir yıl süren küçülmenin gölgesinde yapılan 2009 yerel seçimlerinde seçmen, 2007 genel seçimlerinde 46,6 oy verdiği AK Partiyi 40' lara çekti. 6 puan düşüş aslında küçülen ekonominin sandığa yansıyan somut göstergesiydi.

İşte 31 Mart seçimlerine, tıpkı 2008' de başlayıp ekonomik anlamda 2009 yerel seçimlerine damgasını vuran krize benzer ama etkisi ve kapsama alanı çok daha geniş, özellikle de mutfağı yakması anlamında şiddeti onunla karşılaştırılmayacak büyüklükte bir krizin etkisinde gittik…

31 Mart gecesi nasıl bir tabloyla karşılaştığımız, daha da önemlisi o tablonun önümüzdeki dönemi nasıl şekillendireceği konusunda beklentilerimi, öngörülerimi de yazacağım ama sonraki makalede…

Abdullah Ayan

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.