“Yirminci yüzyıl petrolün ve petrol savaşlarının çağıydı, yirmi birinci yüzyıl çip savaşlarını izleyeceğimiz yarı iletkenlerin çağı olacak” Daniel Yergin (Pulitzer ödüllü yazar)
“İnsanlığın geleceği, en gelişmiş mikro işlemcileri tasarlamak ve yapmak için yarışan Çin ve ABD arasındaki 'çip savaşına' bağlı” Chris Miller (Chip War yazarı)
Önceki makalede Çin’ e karşı kışkırtıcı söylemlerle başlayıp sert önlemleri hayata geçirmeye başlayan Trump’ ın gidişiyle ılımlı politikalar uygulaması beklenen Biden’ in özellikle bilgisayar çipleri gibi oldukça stratejik ürünlerde çok daha radikal adımlar attığı süreci ele almış ve pandemiyle başlayıp Rusya’ nın Ukrayna işgaliyle başlayan yeni dönemin gerek küresel tedarik zinciri gerekse de Avrupa’ nın enerji bağımlılığının küreselleşme alanında dünyayı getirdiği yol ayrımına değinmiştim.
Bugün çatırdamakta olan küresel ekonomik düzenin ne yöne evirileceği yaşamsal bir soru olarak karşımızda duruyor…
Özellikle Çin, küresel ticaret desteğiyle son 30 yılda yoksulluktan refaha giden yolda büyük mesafe kat etse de, ABD ve müttefiki olan başta AB, Japonya, Güney Kore gibi liberal ekonomiler bu asimetrik ilişkinin gözden geçirilmesi gerektiği noktasına gelmiş bulunuyor…
Çin ve Rusya gibi ülkelerin gelişmiş ülke pazarlarına sınırsız erişim dönemi sona ermekle kalmıyor, uzun vadede gümrük duvarlarının tümüyle ortadan kalkmasına dayalı paradigma o duvarların altında kalıyor…
Çip Savaşları (Chip War) isimli kitabın da yazarı olan Chris Miller’ e göre;
"Büyük güçler, jeopolitik konumlarını iyileştireceğini umdukları şekilde uluslararası ekonomik ilişkileri yeniden yapılandırıyor. Yarı iletkenler, büyük güç rekabeti nedeniyle ticaret, teknoloji ve sermaye akışlarının yeniden politize edildiği birçok arenadan sadece biri ve görülen o ki, bundan böyle gelişmiş çipler olmadan hiç bir denklem kurmak mümkün değil..”
**
20. yüzyılın ikinci yarısında faks, fotokopi, yazıcı, tarayıcı ve benzeri cihazların neredeyse tümü, başta Xerox olmak üzere ABD şirketlerinde icat edilmişti. Bu şirketler her tür büro işlerini yapan birleştirilmiş tek bir cihazı, büyük şirketlere yüksek fiyatlarla satmayı planlamışlardı. Oysa büyük paralar kazanmayı hayal ettikleri tatlı rüya öyle bitmedi..
Japon şirketleri her işlev için ayrı ve kullanışlı bir cihaz geliştirmiş ve çok daha düşük fiyatlarla piyasa sürmüştü. İcadı Amerikalı şirketler yaptığı halde, geliştirme ve ticarileşme başarısı sayesinde işin kaymağını Japonlar yemişti.
Benzer bir öykü son 40 yılda yarıiletken üretiminde de yaşandı. 1975 sonrasındaki küreselleşme döneminde gelişmiş ülkeler kendi ülkelerindeki yüksek ücret ve maliyet düzeylerinden kaçınmak için yeni yöntemler ararken ucuz emeğe dayalı iş gücü bulanan başka ülkelerde fabrika kurmak veya fason üretim yapacak ortaklar buldular.
ABD’deki ana şirketin genel merkezinde ileri teknoloji ürününün tasarımı yapılıyor, ticarileştirme rotası çiziliyor ve daha sonra formüller, projenin ayrıntılı üretim planını içeren veriler ya da prototip ürün uzaktaki ucuz iş gücüne sahip üretici ülkeye gönderiliyordu.
Tıpkı tekstil ve benzeri yoğun emeğe dayalı üretimde olduğu gibi ABD ve Avrupa’nın dev şirketleri, denizaşırı yatırım ve üretim modeliyle Doğu ve Güneydoğu Asya’daki Çin, Malezya, Tayvan, Tayland gibi “düşük ücretin sağladığı ucuz maliyetli” ülkeleri seçmişti.
Bu tür fason üretimde yerli işçilere neredeyse sefalet ücreti düzeyinde ödeme yapan ve gittikleri ülkenin cömert teşviklerinden yararlanan gelişmiş ülke şirketleri yüksek tutarda kazanç elde ettiler.
Ve süreç sayesinde ileri teknoloji şirketleri, 500 büyük şirket listelerinin zirvelerindeki otomotiv ve petrol şirketlerini tahtlarından indirmeyi başardılar. (Bu makaleyi yayına hazırlarken Apple’ in iphone üretimini yapan Foxconn şirketinin Çin tesislerinde boğaz tokluğuna çalışan ve artan covid vakaları nedeniyle fabrikaya kapatılan işçilerin tel örgüleri aşarak evlerine kaçmaya çalışırken güvenlik güçlerince dövüldükleri görüntüler düştü medyaya. Tek başına o tablo bile Apple’ i dünyanın en değerli şirketlerinden biri konumuna getiren süreci yeterince anlatıyor)
Ancak bu “tatlı kâr” düzenini kuranlar zaman içinde beklemedikleri bir sorunla karşılaştılar…
ABD şirketlerinin ülke dışında kurdukları fabrikalarda çalışan fakir ama yetenekli ve güçlü algılama yeteneğine sahip teknik elemanlar fason üretim sisteminin gerçekleştirildiği bilgi ve teknoloji havuzuna akan bilgi ve donanımı hafızalarına nakşetmeye ve geliştirmeye başladılar..
Ve Güney Doğu Asya’da ABD’ li şirketlerin kurduğu tesislerde çalışan kavrama yeteneği yüksek teknik elemanlar kısa dönemli bir öğrenme sürecinden sonra ana şirketteki kalite düzeyine ulaşan hatta bu düzeyi aşan bir üretim temposu yakaladı.
Devletlerin yoğun ve kapsamlı desteği, temel bilimlerdeki araştırmaların sürekliliği ve özel sektör şirketlerinin teknolojinin geliştirilmesine verdikleri öncelik sayesinde Güney Doğu Asya’nın teknoloji şirketleri öylesine hızlı hareket ettiler ki, kimi ürünlerde öne geçmeye başladılar.
Örneğin Güney Kore şirketi Samsung, 14 nanometre (metrenin milyonda biri) çapındaki yonga (çip)üretiminde dünya lideri oldu. Tayvan Şirketi TSMC yılda yaklaşık 15 milyar dolar harcayarak yürüttüğü araştırma ve geliştirme çalışmaları sayesinde ürünlerinin teknolojik yoğunluğunu ve düzeyini ilerinin de ötesine taşıdı. Çin yarıiletken malzeme kullanarak bazı yapay zekâ alanlarında ABD’ye yetişmekle kalmadı, geçme yolunda hızla ilerlemeye başladı…
İleri elektronik ve besleyici yarı iletkenler üretiminin tartışmasız öncüsü ve egemen gücü olan ABD şirketleri kurdukları simbiyotik ilişkiden öylesine memnun ve sistem sayesinde o kadar çok para kazandılar ki, ucuz üreticileri ciddiye almayıp gelişmeleri yıllar boyu seyretmekle yetindiler...
ABD ve diğer gelişmiş ülkeler olarak tanımlanan müttefikleri ‘gaflet uykusundan!’ ancak pandemi, Rusya-Ukrayna Savaşı ve kontrol edilemez hale gelen Çin’ in dünyadaki en güçlü oyun kuruculardan biri haline gelmesiyle gündeme gelmeye başlayan jeopolitik sorunlar sonrasında uyandılar…
Şimdi ABD, gelmekte olan tehlikeyi önlemek için 50 milyar dolara varan teşviklerle kendi topraklarında kendi çip üretim tesislerini kurma girişimini başlattı…
Ancak ortada ciddiden de öte bir sorun var:
ABD’de kurulacak yeni “yerli ve milli” fabrikalardaki teknik elemanların işi hiç te kolay değil.
Değil çünkü üretim ile ilgili sırlar, işin püf noktaları bir başka ifadeyle know-how’ın büyük bölümü Güney Doğu Asya’ lı teknik elemanların beyinlerinde saklı…
Gelişmiş ülkelerdeki teknoloji şirketleri ucuz emeğe kanıp çok para kazanmaya tamah ederken zokayı yutmuş gibi görünüyor…
Ayaklarını bağlayan tuzaktan kurtulmaları için fazla da alternatifleri yok:
Üretimi kendi ülkelerinde yapmak ve ucuz işçi diye gördükleri çekik gözlülere emanet ettikleri “örtük” bilgiyi sıfırdan yeniden kazanma zorunluluğu ki bu hem zaman alacak hem de hayli yüksek ücretler nedeniyle maliyeti yükseltecek.
Bir başka çözüm ise otomasyona gitmek; bu da maliyeti ve fiyatı tırmandırmanın yanında işsizliği artıracak…
Üçüncü bir yol ise bilgiyi böylesine silah olarak kullanmayacak daha düşük algılama kapasitesine sahip yeni fason üretim vahaları bulmak…
Küreselleşmenin geleceğine de ışık tutacak maceranın bundan sonraki aşaması şüphesiz, kapitalizmin en ciddi sınavlarından biri olarak duruyor karşımızda…