Her şey ekonomide ülke tarihinin en büyük dönüşümünü sağlayan Özal' ın kurduğu ANAP' ın iktidar, kendisinin de Başbakan olarak Türkiye' yi yöneteceği Mersin' in yıldızının parladığı günlerde başlar.
Serbest şehir olarak Doğu Akdeniz' de Mersin' mi İskenderun' mu olsun tartışmaları sürerken yoğun çabalarımız sonucu coğrafi konumu ve lojistik açıdan ulaşım ağlarıyla tartışılmaz üstünlüğü olan Mersin seçiminde kendisini ikna ettik.
Gelin görün ki siyaseten yürütme erkini elinde toplayan Özal' ın bürokrasi direnişini kırmaya gücü yetmedi.
Tarsus çıkışından Mezitli sınırlarına kadar uzanan kenti Serbest bölge ilan etmeyi hedefleyen Özal o dönem ülkeye gerçek anlamda hükmeden muktedirleri aşamadı. Ve sonunda Mersin limanın yarısı büyüklüğünde 500 dönümlük 'güdük' bir serbest bölgeyle yetinmek zorunda kaldı.
İşte 1983' te çılgın bir yükseliş potansiyeli taşıyan Mersin' e yoğun bir akım başladı. 'Pasaportla girilebilecek, her şeye gümrüksüz erişilebilecek' Mersin rüyası sadece iş umuduyla göç edenleri değil, çeşitli alanlarda yatırım yapmak isteyenleri de heyecanlandırıyordu. Kısaca Mersin 80' lerin ortasında sadece Türkiye' nin değil tüm Doğu Akdeniz ve Ortadoğu' nun parlayan yıldızıydı...
1980’ de patlayan Irak-İran savaşı kentin soluksuz koşusuna daha da büyük ivme kazandırmış, iki ülkenin dünya ile kopması, tedarik zincirinin en önemli halkası konumundaki Mersin, özellikle de Irak’ ın tıpkı Anadolu gibi denize açılan kapısı haline gelmişti.
Uray caddesindeki 20 metrekarelik ofislerin milyon dolara el değiştirdiği, küçücük lokantaların dolup taştığı, iş hacminin akıl almaz boyutlara çıktığı ‘altın çağı’ yaşıyordu Mersin…
Aynı dönem Türkiye müteahhitleri, Özal’ ın geliştirdiği ilişkilerin de büyük desteğiyle, Körfez Ülkeleri ve Kuzey Afrika’ da petrol zengin Libya’ nın dünya çapındaki büyük projelerini üstleniyor, ülkeye o güne kadar görülmemiş boyutta döviz aktarıyordu…
Müteahhitlerden biri de Ali Üstay….
Üstay getirdiği paraları cazip bulduğu alanlara yatırmayı hedeflerken, yaptırdığı fizibilite çalışmaları sonunda İstanbul veya başka bir lokasyonu değil büyük potansiyeliyle dikkat çeken Mersin’ i, hayata geçireceği proje için de Mimar olarak Cengiz Bektaş’ ı seçti…
Bektaş’ tan dinleyelim o günleri:
“O sırada Mersin, uluslararası açık liman olarak belirleniyor. Fakat Mersin’in limanı hiçbir şekilde yeterli değil. Mersin’in nüfusu 130 bin iken, o 130 bini hakikaten sonuna kadar dayanmış bir çarşıya sıkışmış merkezdeki aksla idare edilebiliyor, oysa 130 bin olmuş bir milyon.
Mersinlilerin düşüncesine göre bu merkezin genişlemesi gerek, tıkanmışlar çünkü. Nerede yer bulabilirler? Mersin’in eski fabrikalar bölgesi var, artık çalışmayan. Bir fabrikanın belli bir ömrü vardır, o ömür sona erdiğinde de fabrikanın arsasının para etmesi düşünülür. Yani yer ona göre seçilir. O fabrikalar bölgesi boşaltılmıştı ve de deniz kıyısının oldukça oranlı bir açığında çevreyoluyla bağlantısı vardı. İşte o çevreyoluna asılabilecek yeni bir merkez düşünülüyor. Merkez de bir yüksek yapı…
Daha önce bu konu tartışılmış. Mesela Şevki Vanlı deniz kıyısında bir yüksek yapı, gökdelen önermiş. Ona da karşı çıkmışlar çünkü zaten merkez tıkanmış durumda, oraya yeni ve kocaman bir yük getirince daha kötü olacak diye.
Ben gittim, merkezin kente açılmanın dışında bir de çevre yoluna açılması lazımdı. Çünkü sadece merkezdeki bir milyon nüfus değil, ona bağlı olarak Toros Dağları, yaylalar var.
Merkez bir anlamda koca bir bölgeyi besleyecek. Kullanıcılar da hazırdı: Ofis eksikliği vardı ve eğer Mersin serbest liman olursa, o günkü kentte herhangi bir şekilde bir çalışma yeri bulmak zor olacaktı.”
Aslında Mersin o günlerde yaşanan büyük göçün de etkisiyle ekonomik sıçrama yanında kentin yerleşime açılacak yeni bölgeler itibariyle hangi aksta büyümesi gerektiğini de tartışmakta….
Belediye Başkanı ANAP döneminin parlak isimlerinden Okan Merzeci…
Kentin gelecekteki kaderini de belirleyecek tartışmaları Bektaş anlatıyor:
Bazı yerlerde dolgu gerekliydi. Dolgu için de toprak. Okan bu öneri ona geldiği zaman çıkacak kazı toprağını, kazanılacak yeri hesaplayıp kabul ediyor öneriyi. Dolgu, biliyorsunuz, kıyıyı doldurarak yer kazanmaktır. Hâlbuki doğa hep intikam alır, doğa hiç affetmez yapılan yanlışı. Ben on beş gün sonra Üstay’ a “Eğer bir yüksek yapı yapılacaksa bunun yeri tam burasıdır ama zeminin denetlenmesi gerekir” dedim. Hemen zemin etüdüne başladılar ve 62 m derinlikte kocaman bir kaya saptandı. Yani gökdelenin oturtulabileceği bir kaya. Ben bu konuyu çalışabileceğimi söyledim ve çalıştım. Çalıştığım zaman da onlara çok özgün gelen bir öneri getirdim. O öneri de şuydu: Yapı merdivenlerle, asansörlerle, o güne kadar alışılmış biçimde çalışabiliyor ama aynı zamanda bütün yapı yüzde dört bazı yerlerde en çok yüzde beş eğimle tam bir rampa dolanım alanı olarak düşünülebiliyor. Bu öneriyi götürdüğüm zaman biraz şaşırsalar da ‘tamam, uygun’ dediler…
Aslında onlar 75 katlı gökdelen düşünüyorlardı. Karşı çıktım; “75 kat yapı on beşer kat beş tane yapıyı üst üste koymak değildir.” Bu kadar yüksek, 75 katı olan bir yapıyı yaptığınız zaman onun yaşaması çok önemli sorundur. Yani kasaba demektir ve sonunda 50 kata ikna edebildim onları bastırarak, 50 kattaki tesisat ta bir küçük kasaba tesisatı demektir.
Çok önemli sorunlar vardı. “Önemli danışmanlar var. Bu danışmanları bana sağlayacak mısınız?” diye sordum. Örneğin Türkiye’de bir yangın yönetmeliği yoktu. Yüksek yapı tanımı dahi yapılmamıştı o güne kadar ve biz Avrupa’nın en yüksek betonarme yapısını inşa edecektik.
Yüksekliği 175 m olarak geçiyor ama önemli olan onun nasıl inşa edileceği, ne kadar sürede inşa edileceği. Betonarme teknolojisinde gerçekten o güne göre önemli ilerlemeler kaydetmiştik. Bir ayda
Dediğim gibi ülkede yangın yönetmeliği yok… Amerika’dan, Fransa’dan yangın şartnameleri getirttim. Almanya’dakileri zaten biliyorum, kendim de çalışmıştım orada bir gökdelen projesinde.
En katı yönetmelik Avusturya’nın uyguladığı yönetmelikti. Gökdelen projesinde Avusturya yönetmeliğine göre bütün yangın önlemlerini aldım, tasarıma geçirdim.
Tasarımı küçük bir kitap haline getirdim ve dünya turuna çıktım. Cebimde benim gökdelenin tasarımı, Amerika’da en son nerede var betonarme, Houston’da: Houston’a gittim, Pekin’e gittim, Moskova’ya gittim... Yani dünyadaki bütün yüksek yapılarını gördüm ve inandım ki yaptığım şey doğru. Yani yanlış bir şey düşünmemişim; o projeyi o düşünceye göre gerçekleştirebilmişim.
Sonra inşaat başladı.
Bir ana cadde var, o ana caddeye bağlantıyı tabii ki kuracaksınız ama binanın girişi aslında merkezden, ortadan, parsel iki bölüm, ortada da yaya yolu var. Üstenciye dedim ki “Bu yolu satın alabilir misin belediyeden?” “Alırım” dedi ve gitti orayı satın aldı. Parsel bütünleşti. Sonra ben yolu öyle tasarladım ki orası hem bir geçit hem de tiyatronun, birtakım başka kültürel etkinliklerin yeri oldu. Sonra da başlangıçtaki koşuluma uyarlı olarak üstenciye bu bölgeyi belediyeye armağan ettirdim. Aynı zamanda yapının altındaki üç kat otoparkı da belediyeye armağan ettirdim –hâlâ onu doğru dürüst kullanamıyorlar. “
Burada soluklanıp yapıldığı dönem Singapur ile Frankfurt arasındaki bu en yüksek binanın –İstanbul’ da İş Bankası kulelerinin yapıldığı 2000 yılına kadar Türkiye’ nin en yüksek gökdeleni- mimarı Cengiz Bektaş’ ın ‘Belediye’ye armağan ettirdim’ dediği 3 katlı kapalı otoparkın akıbetini sormamız gerekmiyor mu?
Belediye (ki burada günümüz büyükşehir belediyesi söz konusu) o tarihte kendisine telkin edilen bu kapalı otoparkın tapu devir işlemlerini yaptı mı?
Yapmasına rağmen sahip çıkmamışsa ayrı sorun tapu tespiti yapılmamışsa kamunun zarara uğraması gibi ayrı bir sorun söz konusu.
O dönem tartışılan Mersin'in doğu batı aksında mı yoksa güney kuzey aksında mı (yerleşim anlamında) büyüyeceği çok daha ciddi bir sorun olarak karşımızda duruyor..
Günümüzde deprem riski ve olarak karşımıza çıkan sahildeki yüksek katlı binalarla ilgili konu da temelinde aynı temel mevzuya dayanıyor..
Konuyu gökdelen eksenli yeniden tartışmakta yarar var..