(Aka Gündüz’ün gözüyle 1910 ve 1936 Mersini)
Cumhuriyet dönemiyle birlikte gazeteci ve yazarların ziyaret ettikleri Mersin hakkındaki izlenim ve gözlemlerini kendi kalemlerinden alıntılarla ele almaya çalıştığım yazı dizisini Aka Gündüz ile noktalayayım istiyorum..
1958’ de vefatının ardından Yeni Mersin gazetesinde yayınlanan ve içeriğinden 1954 yılında kaleme aldığı anlaşılacak mektubunda Aka Gündüz, Mersin’ e yolunun 1910 ve 1936 yıllarında iki kez düştüğünü yazar…
Bu makalede olduğu gibi yer vereceğim mektubunda 1910 ziyaretlerini oldukça detaylı biçimde ele alırken, Adana’ da Cemal Paşa Valilik yaparken kendisinin de Vilâyet idare meclisi başkâtibi görevinde bulunduğunu, hafta sonları polis müdürü arkadaşıyla Mersin’ e kaçamaklar yaptıklarını detaylı biçimde anlatır.
Anlatır anlatmasına da, Mersin’ i sıkça ziyaret etmesine vesile olduğunu ifade ettiği dönemin Mutasarrıfı Ferit Paşa’ dan söz eder ki, resmi kayıtlar bir yana yaptığım oldukça kapsamlı tüm araştırmalara karşı Mersin’ de Ferit Paşa isminde bir Mutasarrıfın varlığına rastlamadım…
Aka Gündüz 1954 tarihli mektubunda oldukça detaylı biçimde “Mersin mutasarrıfı sivri beyaz sakallı, Ferit Paşa Beyrutlu kibar bir aileden, muhterem bir insandı. Meşhur Sursuk’ lardan da ziyarete gelenler bulunurdu.” Bilgilerine yer veriyor…
1910’ ların Mersinine, bugünkü Balık Pazarı ve Kasaplar Çarşısı, Zeytinlibahçe caddesinin neredeyse tamamı ve bugün de tüm ihtişamıyla ayakta durmaya çalışan Azak Han karşısındaki iş hanları gibi pek çok gayrimenkul edinmiş Lübnan’ ın önde gelen ailelerinden Sursouk’ lar damga vurmuş ama Ferit Paşa isimli bir Mutasarrıfı yok kentin… (Kaynakça olarak gösterilen araştırmalarda da ilginçtir Kurtuluş savaşından önceki son mutasarrıf olarak 1904’ te görev yapan Nazım Paşa dışında 1920’ lere kadar başka isme rastlanmaz.)
Gelelim Aka Gündüz’ ün anlattığı 1910’ ların çok renkli ve 1936’ nın toz tufanı ve çamur deryasında yüzen, çürük tahta iskelesi, deniz kenarındaki o palas pandıras oteliyle hafızasına kazıdığı Mersin’ e:
“Rahmetli Fuad kardeşin oğlu, babasının ‘Yeni Mersin’ gazetesi için bir yazı istedi.
Hay hay yeğenim.
Mersin için ne yazabilirim ki?
Kırk dört yıl önce Adana vilâyeti idare meclisi baş kâtibi iken ikide bir Mersine kaçamak yapardım. Kaçamak diyorum çünki; sonraları Maliye Nazırı ve Suriye’ deki Türk orduları başkumandanı olan ve en son Moskoflar tarafından Tiflis’ te yaylım ateşle şehid edilen rahmetli büyük Cemal Paşa Adana Valisi pek zaplı bir zattı. İkide bir izin koparmak için mazeret isterdi.
Ben de polis müdürü Hüsnü beyle söz birliği edip Perşembe günü ikindi treni ile Mersine koşar ve cumartesi sabah treniyle Adanaya dönerdik.
Bu sıvışmalarımızın üç sebebi vardı. Birincisi Mersin mutasarrıfı sivri beyaz sakallı, muhterem Ferit Paşayı ziyaret ederek biraz laf atmak… Ferit Paşa Beyrutlu kibar bir ailedendi. Meşhur Sursuk’ lardan da ziyarete gelenler bulunurdu.
Bu ziyaretlerimiz Paşayı görmekten ziyade fasılasız üç dört gün poker oynamak içindi. Bilmem o şen ve çoğu şipşirin narin madamlar hala masada ful kare açıyorlar mı? Hele bir tanesine pek tatlı “hararetli” sempati duyguları beslerdim. Fakat oyundan hiç baş alamadığım için bir defacık olsun üç dakikalık fırsat bulup bu duygularımı bildirmek rolünü yapmaya muvaffak olamamıştım.
Kırk dört yıl sonra aynı ateş derecesinde duygularla noktası noktasına hatırladığımdan da ne kıratta olduğunu tahmin edebilirsiniz.
Mersin ziyaretlerimin ikinci sebebi de şu idi: Taze bir dul olan Sakız’ lı madam Omurfula (….) yı bulup uzun birkaç saat baş başa pek samimi bir yarenlikte bulunmak. Tüyden bir kürdan gibi ince ve zarif olan o salon kraliçesini fahri Fransız konsolosu Mösyö Jeofrua’ nın evinde tanımıştım. Bu esmerce, zambak endamlı Helen şairesi ile ahbaplığımız bir seneye yakın devam etti. Sonra Mısır hazinesine hâkimî mutlak İngilizlerden birisiyle Londra’ ya gitti. Ne yazık ki nikâhında bulunamadım hala eseflenirim.
Üçüncü sebep te Selanik’ ten dostum olan baş komiser deli Nuri’ yi görmek içindi. Allah rahmet eylesin..
İşte Mersinden bana kalan birkaç hatıra; başka bir şey yok..
Bundan 18 yıl önce de ikinci defa uğradım. O zaman Fuad kardeşimin gazetesi yedi yaşına basmıştı.
Çıplak kafası, pırıl pırıl zeki gözleri, şen kahkahaları hafızamdan silinemeyecektir. O acele etti. Bari onun yerine oğlu çok yaşasın. Zati kaç kişi kaldık ki? Fuad’ ı hürmet ve rahmetle anarken Adana’ daki Ahmet Remzi Yüreğir kardeşi unutmak mümkün müdür? Şuna kanaat getirdim ki, hayatlarında samimi, garezsiz sevişen arkadaşlar göçtükten sonra daha çok seviliyorlar..
Şimdi istediğin yazı işine geleyim aziz yeğenim..
Mersini en son görüşüm 18 sene oldu, nasıldır bilmiyorum..
İstasyonla çarşı arası yine toz tufanı ve çamur deryasında mı yüzüyor?
Çürük tahtadan iskelesi halen o kırk, dökük, çatlak patlak mıdır?
Deniz kenarındaki o Palas Pandıras oteli yine gelen müşterilerine aldırmıyorlar mı? İskele meydanındaki Şam şerifli tütüncü yine Türk müşterilerine kaba muamele edip tokat yiyor mu?
Allah sağ avucumun günahını bağışlasın. Eğer birinci cihan harbinin mütarekesinde olmasak maazallah beni uzun entarili, uzun fesli, kepçe kulaklı baba hasenlerine mutlaka astırırdı.
Evet bunların hiç birini bilmiyorum. Şu günlerde yolum düşerse geleceğim. Yeni Mersin’ e başka ne yazabilirim? Politikadan bahsedemem, o kadar aşağılaştı ki tiksiniyorum. Balaban (yani âli) siyasete aklım ermiyor. Hoş kimsenin de aklı ermiyor ya!..
Dünyayı sadece lafla ve lafla düzene koymak isteyenlere bakınca insanın avaz avaz haykıracağı geliyor; Voyvooo…
Elhasıl aziz yeğenim hele bir düşüneyim. İstediğin yazıyı yahut yazıları yazmağa bir gün olur karar vermeye çalışırım.
Sana ve öz Mersine selâm ederim..” *
*Aka Gündüz’ ün 7 Kasım 1958’ de vefatının ardından 8 Kasım 1958 günkü Yeni Mersin gazetesinde yayınlanan mektubu