Abdullah Ayan
Köşe Yazarı
Abdullah Ayan
 

Cumhuriyet döneminde yazarların Mersin ziyaretleri -3

1944’ te çalıştığı Cumhuriyet gazetesi adına Mersin’ e gelerek özellikle narenciye ve liman konularını konuya vakıf bir uzman derinliğinde ele alan Cihad Baban’ ın şu gözlemleri üretim ile tüketim zinciri arasındaki kopukluk yanında dönemin kent profilini yansıtması bakımından hayli önemli: “Mutad hilafına (sanılanın aksine) , büyük portakal müstahsili ne köylüdür, ne de rençber… Bahçeler, tüccar, doktor, avukat gibi münevver vatandaşlarındır. Ankaradan, İstanbuldan bir çok zevk sahibi kimseler, buralardan bahçeler edinmişlerdir. Bu itibarla bu münevver vatandaşlar kendi menfaatlerini müdrik kimseler olmak hesabiyle narenciyeciliğin inkişafı yolunda daha anlayışlı hareket etmekte ve her türlü yeniliği kabul edecek bir zihniyet taşımaktadırlar. Şu halde acaba ağaçta 4-5 kuruşa satın alınan bir Yafa portakalını manavdan niçin 20 kuruşa alıyoruz ve müstahsil limonunu tüccara iki kuruştan sattığı halde niçin gene İstanbul’da zamanı gelince bir liraya limon bulamıyoruz?.. Ve neden limon mevcut olduğu, hatta milyonlarcası ağaçta çürüdüğü halde memlekette limon sıkıntısı çekiyoruz? Soruya yanıt vermeye çalışırken o günlerde pek rastlanmayan ve narenciyenin zaman içindeki gelişme sürecini ele alacak olanlara ışık tutacak ‘altın değerinde’ istatistiki bilgiler de veriyor, Baban… “Mersin, daha doğrusu İçel bölgesinde 60 milyon limon hesap edilmektedir. (birimin tane anlamına geldiğini yineleyeyim) Fenike, Antalya ve Alanya’da  da takribi hesapla 40 milyon limon mevcuttur. Dörtyol, Kozan, Osmaniye, Hatay, Adana ve Rize’ den de 20 milyon kadar tahmin edersek mevcut 120 milyona baliğ olur (ulaşır). Bu tahminler asgaridir. Bütün Türkiye’ de günde 200 binden fazla limon sarf edildiğine göre, istihlak edilen limon ayda 6 senede 72 milyon tutar. Haziran, temmuz, ağustos aylarındaki sarfiyat noksanını hesaba katmadan yaptığımız hesaba göre 120-72= 48 milyon.. Limonun hesabı açıktadır. Ve bu vitamin kaynağı mahsulümüz müşterisizlik yüzünden ağaçta kalmakta ve çürümektedir. Bir taraftan “aman herkes limon yesin” diye debelenirken ve diğer taraftan, herkes aman limon diye feryad ederken, milyonlarca limon çürüten bir ticari sistem, elbet bozuk olmak lazım gelir..” Eminim sizler de Baban’ ın dile getirdiği sorunları okurken, sanki Aralık 1944 değil de bugünlerde kaleme alındığı hissine kapılmışsınızdır. 20-25 bin ton rekoltenin 600 bin tonlara ulaşmasına rağmen 80 yıl içinde benzer sorunların yaşanması, üreticiyle tüketici fiyatları arasındaki uçurum, dalında çürüyen mahsul… Cihad Baban, ülkenin en kaliteli limonlarının yetiştiği Lamas bölgesini resmederken ortalama büyüklükte bir limon bahçesinin yıllık masraflarını konuya vakıf mühendis titizliğiyle ve en ince detayına kadar gözler önüne seriyor: “Portakal Mersin civarındadır. Limon ise Mersin- Silifke yolunun ortalarına doğru Lamas muhitinde, kendisi için fevkalade güzel bir yer bulmuştur.* Lamas, Mersin’ den Silifke’ ye giden turistik yolun kırkbeşinci kilometresindedir. Çeşitli portakal ve limon bahçelerinin arasından geçtikten ve Romalılardan kalma, harabelerin önünde hayranlığınızı cömertçe sarfettikten, ilk çağlarda bu dantela gibi örülmüş sahillerde milyonlarca insanın yaşamış olmasına mukabil bugünkü tenhalığın acısını duyduktan sonra, limonun beşiği olan Lamas’ a gelir gelmez bu sahada yalnızca limon vardır ve İstanbulun sulu limonları hep buradan sevk edilmektedir. Lama limonlarının bir hususiyeti soğuğa dayanıklı oluşudur. Mersin dolaylarındaki limonların yüzde yetmişi hep bu cinstir. Bir ağaç elli altmış yaşına kadar yaşar. 14’ ünden sonra en verimli ve neşeli zamanıdır. Yirmisinde yapraktan çok meyvesi vardır. Ve bu çağlarda hele iyi bakılmışsa on ile on beş bin arasında meyve verir, gördüğü nimeti mutlaka fazlasıyla eda ederek minnet altında kalmaz… Lamas yöresini ve bölge limonunu anlattıktan sonra üretim maliyetlerini en ince ayrıntısına kadar gözler önüne sermeye çalışır Baban… “Senenin dört mevsiminde üzerindeki yeşil elbiseyi atmayan, beyaz çiçekleriyle gelin başlarının tertemiz edasına tercüman olan limonların bahçesine girerek onun kaça satıldığını, hangi yollardan geçerek İstanbul’ a geldiğini tetkik edelim” girişi ardından ortalama 1500 ağaca sahip 60 dönümlük bir bahçenin yıllık 300 bin limon rekoltesi üzerinden şu harcama dökümünü verir: “80 lira aylık hesabiyle iki daimi ameleye yılda ödenen 1920 lira, çeşitli işçilik 400, ilaçlama 190, bahçeyi sürmek için bir çift öküzün saman ve yem masrafı 350, sulama parası 50, pulluk tamiri 50, salma korunma parası 20, 60 dönüm bahçenin arazi vergisi 540, toprak mahsulleri vergisi 600”… (buradan anlıyoruz ki o dönem dönüm başı 90 lira arazi ve 60 lira mahsul vergisi alınmakta**) Günümüzde üretici üzerindeki vergiler o döneme oranla daha makul ama, öküzün yerini traktör alsa da gübre fiyatlarının süreç içinde değişmeyen etkisi… Maliyet hesabıyla ilgili dökümde 60 dönümlük bahçenin yarısını gübreleme giderini 1500 lira olarak veren Baban şu notu düşüyor: “Gübre çok pahalı olduğu için bir ağaca iki senede bir gübre verilmektedir.” Ve devam eder Baban: “300 bin limona henüz daldayken yapılan 6 bin lira masraf, kesme ve ambalaj için yapılan 4800 lira harcama ve İstanbul’a olan nakliye tutarıyla birlikte 12 bin 476 lirayı bulmakta… Bir limonun İstanbul’a maliyeti 4 kuruş 16 santim.  Ağaç üzerinde 2 kuruşa mal olan limon İstanbul’ a gelinceye kadar 2 kuruş 16 santim yemekte. Gene bu hesaplardan ayıklayarak şunu da belirteyim ki, bir sandık limona bahçeden İstanbul’ a kadar 150 kuruş nakliye masrafı ödeme zarureti var.” O yıl savaşın da etkisiyle limon fiyatları bir liraya çıkar ve gazete manşetlerine taşınır… Baban gündemi işgal eden “limonları niçin bir liraya yedik?” sorusuna da yanıt vermeye çalışır Cumhuriyet’ te yayınlanan araştırmasında: “Müstahsilin bu pahalılıkta yüzde bir nispetinde dahi kabahati yoktur. O mahsulünü birincikânun (aralık), ikincikânun (ocak), şubat ve nihayet mart aylarında götürü olarak azami 2 kuruştan satmıştır.. Mutavassıt (aracı) İstanbul tüccarı sermaye sahibidir ve kurnazdır. Bir gün gelip haziran, temmuz, ağustos aylarında bir tek limonun bir hasta için paha biçilmez şifa kaynağı olacağını bilir ve götürüp buzhanelere saklar. Milli Korunma kontrolörlerinin*** kendisini yakalayacağını da düşünür. O nedenle müstahsilden malı alırken, faturayı tarihsiz ve fiyat yazılı olmadan yalnız kuru imza ile alır, sıkıştığı zaman açık yerlerini doldurarak kendisini kurtarır. Gelelim buzhanedeki limonlara… Hakikatte, limonların muhafazası için, gereken soğukluk derecesi, yağların, yumurtaların, peynirlerin muhafazası için icap eden soğukluk derecesine uygun değildir. Henüz yalnız narenciyeye tahsis edeceğimiz soğuk hava depolarımız olmadığı ve tecrübe ile de narenciye için en münasip soğukluk derecesinin  de ne olduğunu bilmediğimiz için limonların bir kısmının çürümesi. (…) Bunlara bir de fahiş kâr hırsını eklerseniz, limonun tanesinin el altından bir liraya niçin satıldığı da kendiliğinden ortaya çıkar.” Cihad Baban’ ın zamanda yolculuk hissi uyandıran bu limon ağırlıklı hayli ilginç bulduğum yazı dizisi ışığında bir dönem  izini sürmeye devam edeceğim..   *Lamas bugün de adını çağrıştıran limonu ve limon bahçelerine en ideal koşulları sunan doğal klima ortamıyla tanınıyor.. ** CHP’ nin 1946’ da Mersin seçimlerini kaybetmesinin en önemli faktörleri arasında keçilerin ormanlara girişine engel olunması ve ekilir alanlardan alınan aşırı vergilerin oynadığı rol o dönemi ele alan uzmanların ortak görüşüdür. *** Ocak 1940'ta Cumhuriyet Halk Partisi iktidarınca çıkarılan ve hükümete olağanüstü hâllerde fiyatları saptamada, ürünlere el koymada, hatta zorunlu çalışma yükümlülüğü getirmede birtakım yetkiler veren Milli Korunma kanununun uygulanmasını denetleyen görevliler
Ekleme Tarihi: 21 Mart 2022 - Pazartesi

Cumhuriyet döneminde yazarların Mersin ziyaretleri -3

1944’ te çalıştığı Cumhuriyet gazetesi adına Mersin’ e gelerek özellikle narenciye ve liman konularını konuya vakıf bir uzman derinliğinde ele alan Cihad Baban’ ın şu gözlemleri üretim ile tüketim zinciri arasındaki kopukluk yanında dönemin kent profilini yansıtması bakımından hayli önemli:

“Mutad hilafına (sanılanın aksine) , büyük portakal müstahsili ne köylüdür, ne de rençber… Bahçeler, tüccar, doktor, avukat gibi münevver vatandaşlarındır. Ankaradan, İstanbuldan bir çok zevk sahibi kimseler, buralardan bahçeler edinmişlerdir. Bu itibarla bu münevver vatandaşlar kendi menfaatlerini müdrik kimseler olmak hesabiyle narenciyeciliğin inkişafı yolunda daha anlayışlı hareket etmekte ve her türlü yeniliği kabul edecek bir zihniyet taşımaktadırlar. Şu halde acaba ağaçta 4-5 kuruşa satın alınan bir Yafa portakalını manavdan niçin 20 kuruşa alıyoruz ve müstahsil limonunu tüccara iki kuruştan sattığı halde niçin gene İstanbul’da zamanı gelince bir liraya limon bulamıyoruz?..

Ve neden limon mevcut olduğu, hatta milyonlarcası ağaçta çürüdüğü halde memlekette limon sıkıntısı çekiyoruz?

Soruya yanıt vermeye çalışırken o günlerde pek rastlanmayan ve narenciyenin zaman içindeki gelişme sürecini ele alacak olanlara ışık tutacak ‘altın değerinde’ istatistiki bilgiler de veriyor, Baban…

“Mersin, daha doğrusu İçel bölgesinde 60 milyon limon hesap edilmektedir. (birimin tane anlamına geldiğini yineleyeyim) Fenike, Antalya ve Alanya’da  da takribi hesapla 40 milyon limon mevcuttur. Dörtyol, Kozan, Osmaniye, Hatay, Adana ve Rize’ den de 20 milyon kadar tahmin edersek mevcut 120 milyona baliğ olur (ulaşır). Bu tahminler asgaridir. Bütün Türkiye’ de günde 200 binden fazla limon sarf edildiğine göre, istihlak edilen limon ayda 6 senede 72 milyon tutar. Haziran, temmuz, ağustos aylarındaki sarfiyat noksanını hesaba katmadan yaptığımız hesaba göre 120-72= 48 milyon..

Limonun hesabı açıktadır. Ve bu vitamin kaynağı mahsulümüz müşterisizlik yüzünden ağaçta kalmakta ve çürümektedir.

Bir taraftan “aman herkes limon yesin” diye debelenirken ve diğer taraftan, herkes aman limon diye feryad ederken, milyonlarca limon çürüten bir ticari sistem, elbet bozuk olmak lazım gelir..”

Eminim sizler de Baban’ ın dile getirdiği sorunları okurken, sanki Aralık 1944 değil de bugünlerde kaleme alındığı hissine kapılmışsınızdır.

20-25 bin ton rekoltenin 600 bin tonlara ulaşmasına rağmen 80 yıl içinde benzer sorunların yaşanması, üreticiyle tüketici fiyatları arasındaki uçurum, dalında çürüyen mahsul…

Cihad Baban, ülkenin en kaliteli limonlarının yetiştiği Lamas bölgesini resmederken ortalama büyüklükte bir limon bahçesinin yıllık masraflarını konuya vakıf mühendis titizliğiyle ve en ince detayına kadar gözler önüne seriyor:

“Portakal Mersin civarındadır. Limon ise Mersin- Silifke yolunun ortalarına doğru Lamas muhitinde, kendisi için fevkalade güzel bir yer bulmuştur.*

Lamas, Mersin’ den Silifke’ ye giden turistik yolun kırkbeşinci kilometresindedir. Çeşitli portakal ve limon bahçelerinin arasından geçtikten ve Romalılardan kalma, harabelerin önünde hayranlığınızı cömertçe sarfettikten, ilk çağlarda bu dantela gibi örülmüş sahillerde milyonlarca insanın yaşamış olmasına mukabil bugünkü tenhalığın acısını duyduktan sonra, limonun beşiği olan Lamas’ a gelir gelmez bu sahada yalnızca limon vardır ve İstanbulun sulu limonları hep buradan sevk edilmektedir.

Lama limonlarının bir hususiyeti soğuğa dayanıklı oluşudur. Mersin dolaylarındaki limonların yüzde yetmişi hep bu cinstir. Bir ağaç elli altmış yaşına kadar yaşar. 14’ ünden sonra en verimli ve neşeli zamanıdır. Yirmisinde yapraktan çok meyvesi vardır. Ve bu çağlarda hele iyi bakılmışsa on ile on beş bin arasında meyve verir, gördüğü nimeti mutlaka fazlasıyla eda ederek minnet altında kalmaz…

Lamas yöresini ve bölge limonunu anlattıktan sonra üretim maliyetlerini en ince ayrıntısına kadar gözler önüne sermeye çalışır Baban…

“Senenin dört mevsiminde üzerindeki yeşil elbiseyi atmayan, beyaz çiçekleriyle gelin başlarının tertemiz edasına tercüman olan limonların bahçesine girerek onun kaça satıldığını, hangi yollardan geçerek İstanbul’ a geldiğini tetkik edelim” girişi ardından ortalama 1500 ağaca sahip 60 dönümlük bir bahçenin yıllık 300 bin limon rekoltesi üzerinden şu harcama dökümünü verir:

“80 lira aylık hesabiyle iki daimi ameleye yılda ödenen 1920 lira, çeşitli işçilik 400, ilaçlama 190, bahçeyi sürmek için bir çift öküzün saman ve yem masrafı 350, sulama parası 50, pulluk tamiri 50, salma korunma parası 20, 60 dönüm bahçenin arazi vergisi 540, toprak mahsulleri vergisi 600”… (buradan anlıyoruz ki o dönem dönüm başı 90 lira arazi ve 60 lira mahsul vergisi alınmakta**)

Günümüzde üretici üzerindeki vergiler o döneme oranla daha makul ama, öküzün yerini traktör alsa da gübre fiyatlarının süreç içinde değişmeyen etkisi…

Maliyet hesabıyla ilgili dökümde 60 dönümlük bahçenin yarısını gübreleme giderini 1500 lira olarak veren Baban şu notu düşüyor:

“Gübre çok pahalı olduğu için bir ağaca iki senede bir gübre verilmektedir.”

Ve devam eder Baban: “300 bin limona henüz daldayken yapılan 6 bin lira masraf, kesme ve ambalaj için yapılan 4800 lira harcama ve İstanbul’a olan nakliye tutarıyla birlikte 12 bin 476 lirayı bulmakta…

Bir limonun İstanbul’a maliyeti 4 kuruş 16 santim.  Ağaç üzerinde 2 kuruşa mal olan limon İstanbul’ a gelinceye kadar 2 kuruş 16 santim yemekte.

Gene bu hesaplardan ayıklayarak şunu da belirteyim ki, bir sandık limona bahçeden İstanbul’ a kadar 150 kuruş nakliye masrafı ödeme zarureti var.”

O yıl savaşın da etkisiyle limon fiyatları bir liraya çıkar ve gazete manşetlerine taşınır…

Baban gündemi işgal eden “limonları niçin bir liraya yedik?” sorusuna da yanıt vermeye çalışır Cumhuriyet’ te yayınlanan araştırmasında:

“Müstahsilin bu pahalılıkta yüzde bir nispetinde dahi kabahati yoktur. O mahsulünü birincikânun (aralık), ikincikânun (ocak), şubat ve nihayet mart aylarında götürü olarak azami 2 kuruştan satmıştır.. Mutavassıt (aracı) İstanbul tüccarı sermaye sahibidir ve kurnazdır. Bir gün gelip haziran, temmuz, ağustos aylarında bir tek limonun bir hasta için paha biçilmez şifa kaynağı olacağını bilir ve götürüp buzhanelere saklar. Milli Korunma kontrolörlerinin*** kendisini yakalayacağını da düşünür. O nedenle müstahsilden malı alırken, faturayı tarihsiz ve fiyat yazılı olmadan yalnız kuru imza ile alır, sıkıştığı zaman açık yerlerini doldurarak kendisini kurtarır.

Gelelim buzhanedeki limonlara… Hakikatte, limonların muhafazası için, gereken soğukluk derecesi, yağların, yumurtaların, peynirlerin muhafazası için icap eden soğukluk derecesine uygun değildir. Henüz yalnız narenciyeye tahsis edeceğimiz soğuk hava depolarımız olmadığı ve tecrübe ile de narenciye için en münasip soğukluk derecesinin  de ne olduğunu bilmediğimiz için limonların bir kısmının çürümesi. (…)

Bunlara bir de fahiş kâr hırsını eklerseniz, limonun tanesinin el altından bir liraya niçin satıldığı da kendiliğinden ortaya çıkar.”

Cihad Baban’ ın zamanda yolculuk hissi uyandıran bu limon ağırlıklı hayli ilginç bulduğum yazı dizisi ışığında bir dönem  izini sürmeye devam edeceğim..

 

*Lamas bugün de adını çağrıştıran limonu ve limon bahçelerine en ideal koşulları sunan doğal klima ortamıyla tanınıyor..

** CHP’ nin 1946’ da Mersin seçimlerini kaybetmesinin en önemli faktörleri arasında keçilerin ormanlara girişine engel olunması ve ekilir alanlardan alınan aşırı vergilerin oynadığı rol o dönemi ele alan uzmanların ortak görüşüdür.

*** Ocak 1940'ta Cumhuriyet Halk Partisi iktidarınca çıkarılan ve hükümete olağanüstü hâllerde fiyatları saptamada, ürünlere el koymada, hatta zorunlu çalışma yükümlülüğü getirmede birtakım yetkiler veren Milli Korunma kanununun uygulanmasını denetleyen görevliler

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.