Türkiye kur/faiz sarmalına yeni girmedi..
Geçmişte yaşadıklarımız bir yana 20 yıldır ülkeyi yöneten AKP’ nin 2013 sonrasındaki ekonomi politikaları dahi çok sayıda örnekle dolu…
‘Orta Gelir Tuzağı’ denilen döngüye giren ülkelerin başına gelen sorunların benzerleriyle karşılaşıyor ve baş etmeye çalışıyoruz…
Son günlerde gittikçe şiddetlenen ve mutfağı da vuran kur krizi nedeniyle yeniden faiz tartışmalarına, enflasyonla olan ilişkilerine yoğunlaşırken, Şubat 2015’ te kaleme aldığım ve yıllardır akıntıya karşı boşuna nasıl da kürek çektiğimizi anlatması bakımından ilginç bulduğum makaleyi paylaşayım istedim…
Üzerinden 6 yıl geçmesine ve yerel, evrensel onca gelişmeye karşı gündemi işgal etmeye devam eden tartışmaların pek te değişmediğini gösteren makaleyi olduğu gibi paylaşıyorum:
…
Faizi kim belirler? Eskilerden bir “Beynimin yarısı Osman” hikâyesi…*
Serbest piyasa ekonomisine sahip ülkelerde faiz ve kurlar emir komutayla değil, piyasa dinamiklerince ve arz/talep ilkelerine göre belirlenir.
İktidarların görevi işleyişin sağlıklı biçimde yürümesini sağlayacak düzenlemeleri ve elbette hukuk çerçevesinde denetim mekanizmalarını kurmak ve işletmektir.
Bunun dışına çıkar da, sopayı elinize alırsanız, bir süre sonra doğası gereği piyasa bunun acısını sizden fazlasıyla çıkarır.
Türkiye gibi halkın tasarrufunun yetersiz kaldığı ülkelerde sorunun bir de yabancı oyuncuları vardır ki, onlar çok daha hassastır.
Tabii komplo teorileri üretip “yabancılar zaten bizi batırmaya geliyor, ne işleri var?” diyecekler çıkabilir.
O zaman onlara da “iç tasarruf bu değirmenin suyunu çevirmeye yetmiyor. Neyle dönecek bu çark?” sorusunu sormamız gerekiyor.
Öyle ya, Türkiye’de tasarruf %12’ler civarında ve bu rakam gelişmekte olan ülkeler arasında en düşük tasarruf oranı…
Oysa biliyoruz ki, Makro ekonomik denklemde bir ülkenin büyümesi yani yatırım yapılabilmesi için tasarruflarla yatırım arasındaki denge çok çok önemli. Çünkü eğer kendi tasarrufunuz yeterli değilse büyümek için, yatırım için elin adamının tasarruflarına muhtaçsınız.
O yabancı tasarrufçunun oluşturduğu kaynağı çekmeniz için de ödediğiniz faizin cazip olması, size borç verecek olanın göz önünde bulundurduğu risk gibi faktörleri de hesaba katarak bir fiyat belirlediğini unutmamanız lazım.
Unutursanız ne olur?
Faizleri emirle indirmeye veya piyasaya sopayla yön vermeye kalkmış olursunuz.
Sonrasını anlatmaya gerek var mı?
Soruya cevabı sayısını unuttuğum krizler yeterince vermiş olmalı diye düşünüyorum ama toplumsal hafızanın zayıflığı belli ki burada da ortaya çıkıyor.
İyisi mi, o krizlerden birine nasıl yakalandığımızı yeniden hatırlamak, hatırlatmak…
1993 Nisanında Özal’ ın ani ölümünün ardından Demirel köşke çıktı ve Haziran ayında Çiller DYP’ nin başına geçip SHP-DYP koalisyonunun Başbakanı oldu.
Ekonominin direksiyonuna da “beynimin yarısı” dediği Osman Ünsal’ ı oturttu.
Ünsal, Özal döneminde iyi kötü işleyen hazine borçlanma faizlerini düşürme konusunda farklı yöntemler uygulamaya kalktı.
Örneğin hazine ihalelerinde banka taleplerinin bir kısmını geri çevirme, devlet bankalarına el altından düşük teklif vermelerini empoze etmek…
Bir süreliğine işler iyi gitti. Ünsal faizi yüksek bulduğu kimi hazine ihalelerini iptal ederek ne kadar tok satıcı olduğunu anlatmaya çalışıyor ve her ihale sonrası “faizleri biraz daha düşürdük” diye demeçler veriyordu.
Ancak birkaç aylık balayı sonrası Hazine iptalleri şirazesinden çıkmaya başladı. Faiz havucuna koşup gelen yabancı kaynak, istediği faizi bulamayınca iptal edilen ihaleler sonucu açığa çıkan ve nakde dönen parasıyla döviz alıp tüymeye başladı.
Çiller’ in ekonomi direksiyonuna oturttuğu Ünsal ve ekibinin ne Merkez Bankası uyarılarını, ne sağduyulu sesleri duyacak hali vardı. Nasrettin Hoca’ nın arpasını her gün azalttığı merkep misali faizleri her düşürdükleri her ihale sonrası ellerini ovuşturup, “bakın işte piyasa bugün de ayakta” diyorlardı.
Sonuç mu?
İnatla aşağı çekilmeye çalışılan ve reel anlamda negatife dönen faizler karşısında Hazine bir süre sonra borçlanamaz hale geldi. Günü gelen borcu çevirmek için 1993 Ağustosunda %70’lere kadar gerileyen hazine bonosu faizleri yüzde 400’ leri, nakit sıkıntısı çeken bankalarsa over night denilen gecelik faizleri yüzde 1000’ leri gördü.
Ve ardından gelen 5 Nisan kararları…
İğneden ipliğe, tüp gazdan akaryakıta, içkiden sigaraya akla gelen her ürünün payını aldığı zam yağmurları…
En çarpıcı göstergelerden biri Çiller’ in “beynimin yarısı” dediği Ünsal dönemindeki doların seyr-ü seferidir.
5 Ocak 1994 günü 14 bin lira (6 sıfır atılmış bugünkü haliyle 0,14 TL) olan dolar, 4 Nisan 1994 günü 23 bin lira (0,23 TL), 6 Nisan’ da 32 bin ve 7 Nisan sabahı 40 bin (0,40 TL) TL.(O günlerde serbest piyasa 45 bin lirayı da gördü.)
Bu yıkıcı depremin faturasını kim mi ödedi?
Ne Osman Ünsal, ne Çiller ne de dönemin diğer güçlü aktörleri…
Türkiye’ nin kaybolup giden yıllarının gerçek mağduru olan, dar ve sabit gelirliler, asgari ücreti/maaşı değişmese de, boğazına giren her şeyin döviz gibi üç katına çıkan halk…
Son iki yıldır ne zaman faizleri sopayla düşürme, demeçlerle Merkez Bankasını dövme girişimlerini görsem aklıma Çiller’ in “BEYNİMİN YARISI OSMAN” günleri kâbus gibi çöküyor.
Ağzımdan yel alsın diyor, bir kez daha tahtaya vuruyorum… “