Önceki makalede Jeoloji Mühendisleri Odası’ nın hazırladığı, yer ve şiddetini tam isabetle ön gördüğü Fay üzerinde yaşayan Maraş raporundan yola çıkarak ‘kader planı’ diye geçiştirilmeye çalışılan büyük deprem ve yarattığı hasarın aslında kader değil, bilime ve bilim insanlarına kulak vermeyen aymazlığın sonucu olduğunu anlatmaya çalışmıştım…
Sadece Maraş değil, Jeoloji mühendisleri Odası’nın Hatay için hazırlayıp 8 Şubat 2021 günü kamuoyuyla paylaştığı Hatay raporu da ‘geliyorum’ diyen felaketin habercisi…
İki yıl sonra ve başta Antakya tüm Hatay’ ın yerle bir olacağını haber veren raporun yıldönümüne 2 gün kala 6 Şubat’ ta Cumhuriyet tarihinin en büyük yıkımı ve enkaz altında kalan on binlerce can…
Uzmanların alarm zilleriyle duyurmaya, yetkilileri uyarmaya çalıştığı depreme karşı neler yapılabilir, hangi önlemler alınabilirdi?
Sel, heyelan ve özellikle deprem gibi afetlerin önüne geçmek bugünkü haliyle insanlık için olanaksız ama bu ‘ne yapalım kaderimiz’ diyerek oturup ölümü beklemek anlamına gelmiyor…
Tam aksine bilime, uzmanların uyarılarına kulak verilse felaketlerin etkisini en aza indirmek, daha az hasarla ve can kaybıyla atlatmak mümkün…
Jeoloji Mühendisleri Odası’ nın tıpkı Maraş raporu gibi ‘Fay Üzerinde Yaşayan Kentlerimiz: Hatay Raporu’ dikkate alınsaydı, bugün o deprem bölgeyi vurmuş olsa da çok farklı şeyler konuşuyor olabilirdik…
Maraş raporuyla aynı kaderi paylaşan ve Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, tüm siyasi partilerin yanında il milletvekillerine de iletilen ancak hiçbir kurum ve kişinin tepki vermediği rapor, bereketli ova üzerine kondurulan yapıların altlarından geçen fay hatları nedeniyle nasıl ölümcül riskler barındırdığını herkesin anlayacağı dille anlatıyor…
Rapor Antakya’ nın olası bir depreme yakalanmasının kaçınılmaz olduğunu vurguladıktan sonra zemin riskine şu ifadelerle değiniyor:
“Hatay' ın kent merkezi olan Antakya zemini alüvyon olan illerimizden biridir. Deprem dalgaları bu tür zeminler tarafından büyütülerek binalara iletilir.
Zemin büyütmesi olarak tanımlanan bu durum bir deprem olduğu takdirde Antakya'nın kaya üzerinde yer alan illerden daha şiddetli olarak sarsılacağı, bunun sonucunda da hasar oranının fazla olacağı anlamına gelmektedir.
Örneğin 2020 yılında yaşanan İzmir ve Sivrice depremleri deprem merkezinden çok uzaklarda büyük hasarlar yaratmış, bunun ana nedeni olarak ta düşük yapı kalitesi yanı sıra zemin büyütmesi gösterilmiştir.
Öte yandan yapılan araştırmalar büyük bir depremde Antakya'nın önemli bir kısmında sıvılaşma olaylarının da yaşanabileceğini göstermektedir.”
Deprem sonrası başta Antakya olmak üzere küçük büyük tüm yerleşim yerlerinde ortaya çıkan manzara da bu tezi teyit etmekte…
Örneğin son yıkıcı depremde Habib-i Naccar yamacında yer alan ve eski Antakya olarak adlandırılan bölgede sağlam zemin üzerindeki yapılar ayakta kalırken, şehrin ortasından geçen Asi Nehrinin taşıdığı alüvyonlu Ova üzerindeki ovada kurulan ‘Yeni Antakya’ yerle bir oldu…
1:100 binlik Hatay Çevre Düzeni Planında; ‘Amik Gölü Taşkın Alanının’ dikkate alındığı vurgulanırken ve alt ölçekli planlarda jeolojik-jeoteknik verilere dayalı mikrobölgeleme etütleri yapılacağı, her türlü yapılaşmada söz konusu etütlerin dikkate alınacağı taahhüt edilirken, fay hatları üzerinde oturduğu aşikar Antakya, Mikrobölgeleme çalışmaları yapılmadığı için bugün telafisi imkansız hazin tabloyla karşılaştı…
Antakya’ yı bekleyen yıkıcı tehlikeye dikkat çeken rapordaki uyarılar dikkate alınsa, bugün ortaya çıkan büyük felaket daha az hasarla atlatılabilir miydi?
Soruya yanıt yine JMO raporunda:
“Antakya zayıf bir zemine sahip olmanın, bu nedenle de olası bir depremde şiddetle sarsılacak olmanın yanı sıra il merkezindeki binaların altlarından diri fay geçen İllerimizden biridir. Bu nedenle Antakya' nın 6,5'dan büyük bir olası depremde hem depremin yaratacağı şiddetli sarsıntılar hem de yüzey faylanması tehlikesi nedeniyle hasar alması beklenmektedir.
Bu durumda en akıllıca yaklaşım yapıların deprem sarsıntısını karşılayacak biçimde kurallara uygun hale getirilmesidir. Ayrıca diri fayların yerinin net olarak belirlenmesinin ardından fay sakınım bandı üzerindeki bina ve bina türü yapıların zaman içerisinde kaldırılması, yüzey faylanması oluşturan tehlike kuşağı içerisindeki yerlerin farklı biçimde (park, günübirlik tesisler vb} kullanılması, henüz yerleşim olmayan bu tür alanlar varsa da bunların imara açılmaması gerekir”
“Amik ovası kuzey, güney ve batıdan gelen üç ana fay sisteminin birleştiği bir noktada yer aldığından Hatay tüm tarihi boyunca önemli depremlerden etkilenmiştir, gelecekte de etkilenmesi kaçınılmazdır.”
Bu kadar da değil, iki yıl sonra meydana gelecek deprem hakkında yer ve şiddetine varıncaya kadar en küçük ayrıntıyı atlamadan bilgilendiriyor Jeoloji Mühendisleri Odası:
“Hatay’ ın depremselliği bununla da sınırlı değildir. Doğu Anadolu Fayının Maraş Türkoğlu Amik ovası arasındaki kesimi ile ölü Deniz fayı Amik ovasında birleşmekte, Amik ovasından Antakya'ya oradan Samandağ Ve Yayladağı’ na uzanan fay kolları ile Akdeniz içerisindeki faylar da ilin deprem kaynaklarıdır.
Bu fayların büyük kısmı 7 veya daha üzerinde deprem üretme potansiyeline sahiptir. Bu açıdan bakıldığında yapılacak çalışmaların sadece il merkezinde değil kent bütününde yapılmasının önemi ve aciliyeti kendisini açıkça göstermektedir.”
Nelerin yapılması gerektiği sıralanarak noktalanıyor JMO raporu:
“-Mikrobölgeleme çalışmaları kapsamında, Doğu Akdeniz'de deniz içinde meydana gelebilecek depremlerin oluşturabileceği tsunami etkileri de dikkate alınarak Hatay ili kıyı yerleşim alanlarının planlarının, olası tsunami etkileri de göz önüne alarak yeniden yapılması,
-Bu çalışma sonuçlarından elde edilecek bilgiler ve diğer disiplinlerden (inşaat, mimarlık, şehir plancıları vd.) edinilecek bilgiler ile diğer afet olasılıkları ışığında Deprem Mastır Planı'nın hazırlanması,
-Deprem Mastır Planı dikkate alınarak kentin gelişim ve yerleşim stratejilerinin belirlenmesi, bu çerçevede aktif fay hatlarının çevre düzeni haritalarına işlenmesi ve aktif fay zonlarının sakınım bandı içinde kalan kısımlarının 1. Derece doğal eşik değerler arasına alınması Ve bina ve bina türü yapılar için sınırlama getirilmesi,
-Nazım ve uygulama imar planlarının çevre düzeni planlarında yapılan bu değişikliklerden sonra gözden geçirilerek, aktif fay hatlarının sakınım bantları ile kıyı yerleşimlerinde tsunami etki alanlarının imar planlarına işlenerek yenilenmesi,”
Yeri, şiddeti yanında yaratacağı hasarı en aza indirecek önerilerin yer aldığı, uzmanların deyim yerindeyse ‘kimse yok mu?’ diye feryat ettiği, o uyaran sesleri kimselerin duymadığı, duyanların da ranttan fırsat bulup gereğini yapmadığı raporun dikkat çektiği hususlar, felaketin üstünü örtmek isteyenleri de enkazın altına gömecek büyüklükte…
JMO Hatay Raporu bugün değilse yarın ama bir gün mutlaka, müteahhidinden mühendisine, yapı denetçisinden yerel yönetimlerin yetkililerine, depremin ilk anlarında ortaya çıkan zafiyet, müdahalede gecikilmesi sonucu büyük boyutlara varan can kayıplarından ihmalin sorumlu olanların ihmali görülenlerin yargılanacağı sürecin de önemli dayanaklarından biri olacak…
Tüm sorumluların yer aldığı iddianamelere kaynak, kaybolup giden onca insana ağlayan masumların acısını bir nebze dindirecek yargı kararlarına ilham olacak tarihi bir metin…
Kaldı ki, iç hukukun gereğini yerine getirmediği durumlarda AİHM göz göre göre gelen bu türden felaketlerde devletten kaynaklı ihmalleri af etmiyor…
AİHM eski yargıçlarından Rıza Türmen, Ümraniye çöplüğünde meydana gelen patlamada hayatını yitirenlerin başvurusunu değerlendiren AİHM’ in;
“Devlet’in yaşama yönelik bir tehdit olduğunu bilmesine karşın hiçbir önlem almadığı, yaşam hakkını koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği o nedenle yaşam hakkının ihlal edildiği durumlarda devletin mağdurlara tazminat ödemesine hükmedildiği” kararını örnek gösterip benzer sürecin deprem felaketinde yaşanan can ve mal kayıpları içinde işleyeceğine dikkat çekiyor…*
Umarım gidenlerin kanı yerde ve geride bıraktıklarının ahı divana kalmaz…
* https://www.t24.com.tr/yazarlar/riza-turmen/deprem-ve-degisim,38735