Yerel seçimlere şunun şurasında 50 gün kaldı.
Normal koşullarda meydanların gürlemesi lazım ama ortalığa çıkmış adayların tüm çabasına rağmen vatandaşın kılı kıpırdamıyor…
Ne cephelerden birinin iddia ettiği 'beka' sorununa inanıyor, ne de öbür tarafın 'martın sonu bahar' söylemine itibar ediyor…
Mutfağı yakan krizin yarattığı ruh halinin etkisi de var ama bunun da ötesine geçen toplumsal uyuşukluk söz konusu…
Gelenin gideni aratmayacağına dair de elle tutulur, gözle görülür bir değişim rüzgarının esmemesiyle insanları gittikçe etkisi altına alan umutsuzluğu gözlemek için uzman olmak gerekmiyor, sokaklara kulak verin hissedeceksiniz.
Adayların geleneksel kampanya eylemleri ile söylemleri arasında fark olmayınca, siyaset iklimi bir türlü istenen havayı getirmiyor.
Siyaset sınıfı yeni anlamında hiçbir şey sunamıyor seçmene…
Mahalle kahvelerini dolaşmak, sokak sokak el sıkmak, aynı yüzlerin açıp kapattığı seçim büroları, önceden belirlenmiş sorulara artık herkesin ezberlediği yanıtların verildiği televizyon programları vs…
Eylemler klasik te söylemler farklı mı?
Siz hiç 'beni seçin, 5 yıl boyunca bir daha yüzümü zor görürsünüz!' diyen bir adaya rastladınız mı?
Hayır…
Aksine, bizim vergilerimizle toplanan paralarla maaşları ödenen güvenlik elemanlarından örülü duvarların arkasında boy gösterenler bile seçim yüzü suyu hürmetine şimdilik seçmene 'cep telefonu uzaklığında'…
Ve tüm adaylar, söz birliği etmişçesine 'birlikte yöneteceğiz' martavallarıyla ortalığı inletmekte…
Oysa birlikte kent yönetme iddiası boş bir slogan değildir.
Söylemin içi doldurulmadığı ve atılacak adımların yol haritası olarak belirlendiği bir manifestoya dönüşmediği sürece toplum nezdinde ne inandırıcılığı var ne de karşılığı…
'Birlikte yöneteceğiz' de bizi yani halkı nasıl katacaksınız yönetim mekanizmasına?
20 yıldır Kent Konseylerini yakından izlerim, zaman zaman da aktif olarak içlerinde yer aldım.
Bir iki istisna dışında ülke genelindeki konseylerin kurumsal olarak temsil ettikleri hemşehrileri adına çıkıp ta, Belediye Başkanlarını eleştirdiklerine, yanlışa yanlış deme iradesini sergileyebildiklerine tanık olmadım.
Siz kent sakinlerine 'park mı, kaldırım mı istersiniz?' diye soran bir başkana rastladınız mı?
Ben rastlamadım…
Tıpkı bazı istisnalar dışında hiçbir Kent Konseyinin Belediye Başkanına 'o işi yanlış yapıyorsun, yapma' dediğini duymadığım gibi…
Gördüğüm şey, en basit örnekle, her gelenin kendisinden öncekilerin yaptığı kaldırımı söküp yeniden yapmasıdır.
İyi de önemli konularda görüş ortaya koymasından geçtim, vatandaşın artık izlemekten bıktığı bu geleneksel kaynakları rant uğruna çarçur etme senaryolarına en azından kent konseylerinin karşı çıkması gerekmez mi?
Gerekir gerekmesine de, kent konseyleri AB sürecine uyum amacıyla tepeden kurgulanmış ısmarlama kurum kimliklerinden öteye geçemedikleri için hiçbir zaman Halk Meclisleri konumuna gelemediler, bu gidişle de gelemeyecekler…
Uzun sözü kısası; hangi görüşten kim kazanırsa kazansın, mevcut siyasi yapılarla bir şeylerin değişmeyeceğinin seçmen farkında…
Farkında olduğu için de, siyaset sınıfı piyasayı ne kadar kızıştırırsa kızıştırsın, halk bir türlü havaya girmiyor…
'Çabalama kaptan ben gidemem' halleri ağır basmakta ve güzergahını ezberlediğimiz bu tren bir türlü istim tutmuyor…