Önceki makaleyi 31 mart yerel seçimlerine götüren iklimi anlatarak noktalamış ve tıpkı 2008' de başlayıp ekonomik anlamda 2009 yerel seçimlerine damgasını vuran krize benzer ama etkisi ve kapsama alanı çok daha geniş, özellikle de mutfağı yakması anlamında şiddeti onunla karşılaştırılmayacak büyüklükte bir krizin etkisinde girdiğimizi vurgulamıştım.
Bu seçimleri cumhuriyet tarihinin diğer tüm seçimlerinden ayıran ciddi farklılıklar, kendisine has dinamikler ve Erdoğan' ın uygulamaya koyduğu rejimin zorunlu kıldığı birliktelikler söz konusuydu, tümüne de şu kısacık zamana sığan sayısız örnekle tanık olduk.
Örneğin artık seçimlere çok parçalı partilerle girerek sonuç almak hayli zor. Ülke kutuplaşırken, toplumu neredeyse karpuz gibi ikiye bölen ve cepheleşmeden beslenen ayrışma sandığa giden yolda önemli bir belirleyici faktör olarak öne çıktı.
Bir yerel seçimde beklenen; adayların projeleri, vaatlerine bakacak seçmenin estirdikleri rüzgarın, yaydıkları sinerjinin de etkisiyle gidip, mevcutlar içinde birine oy vermesidir.
Oysa daha önceleri de pek geçerli olmayan bu faktörler 31 Mart seçimlerine giden süreçte tümüyle ortadan kalktı.
Halkın önüne Erdoğan ve Bahçeli' nin 'beka' korkusunu temel argüman olarak ortaya koyan adını 'Cumhur' koydukları ittifakla, 24 Haziran genel seçimlerinde de bir araya gelen ve ortak paydaları Erdoğan iktidarından kurtulma olan CHP ile MHP' den kopan Akşener ve arkadaşlarının İyi Parti' sinin 'Millet' ittifakı… Özünde aynı sosyolojik temele dayanan, anlam olarak ta sonuçta aynı kapıya çıkan 'Cumhur' ve 'Millet' ittifakları iş seçim kampanyasına gelince iki farklı silaha sarıldı.
Erdoğan iktidarını sürdürmeyi ve kurulan yeni rejimi savunmayı temel hedef gören cephe, artık anlatacak fazla hikaye de kalmadığından 'beka' söylemiyle korkutmaya ve o korku üzerinden seçmeni ikna etmeye çalıştı.
Muhalif cephenin iktidara oranla işi daha kolaydı. Ülkede baş gösteren ve her gün mutfağı da yakarak halkı canından bezdiren ekonomik kriz sanal korkulara dayalı karşıdaki söylemden daha etkiliydi.
Öyle de oldu, 31 Mart 2019 Belediye seçimlerinin ders çıkarılacak ilk sonucu, halk soyut korkuları ciddiye almamış, somut olarak mutfağı yakan krizden sorumlu tuttuğu Erdoğan iktidarını uyarmayı seçti.
Ülke genelindeki oranlara bakıldığında öylesine dramatik bir cezalandırma gibi görünmeyebilir.
Ama yüzeysel bakışın ötesine geçmemizi zorunlu kılan, geleceğe yönelik hayli önemli verilerin, mesajların dikkate alınmasını gerektirecek hayli fazla ince mesaj içeren verilerle karşı karşıyayız.
Örneğin Erdoğan ve Bahçeli' nin aynı çatıda buluşturduğu AKP-MHP oyları toplamı bunca olumsuz gidişe karşın 51,6 ve 24 Haziran 2018 MV seçim sonuçlarında aynı partilerin toplamda aldığı 53,7' ye göre dramatik bir düşüş yok.
Buna karşı CHP-İyi parti ikilisinin 24 Haziranda aldıkları toplam 32,6, bu kez 37,4' e çıkmış. Orada da örtülü/açık biçimde demokrasiye dönüş umuduyla desteğe gelen HDP oylarını göz önünde bulundurursak (24 Haziranda 11,7 olan HDP oyu 31 Mart seçiminde 4,2' ye inmiş. Kayıp gibi görünen 7,5 oyun nereye gittiğini tahmin etmek zor değil) Millet ittifakının öyle zafer şarkıları söylemesine yol açacak bir tablo da söz konusu değil.
Peki, 31 Mart seçimlerini salt aritmetik veriler ışığında yüzeysel olarak okumak bizi sağlıklı sonuca götürür mü?
Eğer bir ittifakın aldığı oyları 37 oranıyla ve salt aritmetik rakamlar üzerinden okumaya kalkarsak bu değerlendirme oy alınan coğrafyayı ve o coğrafyanın ekonomik, sosyal, kültürel her açıdan ele alınması gereken büyük fotoğrafına bakılmadığı sürece cılız ve en hafif deyimiyle yanıltıcı olur.
İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Mersin, Eskişehir, Hatay gibi ülkenin ekonomik, kültürel, sosyal, siyasal hangi alanı esas alırsanız alın, ortaya çıkan pastanın en büyük bölümünü oluşturan başta büyük metropoller olmak üzere dişe dokunur neredeyse tüm kentlerini almışsa, bunu 'biz 52 aldık, onlar 37' de kaldı, bu seçimden de başarıyla çıktık' diyerek geçiştiremezsiniz. Geçiştirmek sadece tabanınızı rahatlatacak geçici bir avuntu yaratır hepsi bu… (Kaldı ki, ülkenin ilk 10 ili arasında yer alan önemli sanayi metropolü Bursa' da MHP- AKP ittifakı 24 Haziran seçimlerine göre 7 puan kaybetmekle kalmamış, muhalif blok adayına karşı Cumhur ittifak adayı seçimi ancak 2 puanlık farkla kazanabilmiştir. Bu seçimlerde AKP-MHP ortak adayı 49 oy alırken 2014' te tek başına AKP adayı aynı orandaki oyla seçimi kazanmıştı. MHP' nin 15' lik oyunu da eklersek 2014 ile 2019 arasında cumhur ittifakının Bursa özelindeki kaybı 15' tir.)
Tabanına her ne kadar bu yönde moral pompalayan mesajlar verdiği görülse de, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından ülkenin tüm kaderini elinde tutan tek adamı konumuna gelen Erdoğan' ın da, elinden kayıp giden özellikle İstanbul ve Ankara' nın önemini en iyi bilen isimlerden biri olduğuna şüphe yok…
Yıllardır 'İstanbul' u kaybeden, Türkiye' yi kaybeder' sözünü yineleyip duran Erdoğan ve başında olduğu AK Parti 25 yıldır aynı çizgideki görüş eliyle yönetilen İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerini kaybetmiştir.
O iki Büyükşehir ki, nüfusun 20' ine karşın ülke ekonomisinin en güçlü iki lokomotifi ve tüm ülkede yaratılan milli gelirin 40' ını üretmekte…
Çıplak gerçek budur ve bu deprem olarak ta tanımlanacak gerçek, zaman içinde etkisini çok daha şiddetli biçimde artçı depremlerle sürdürecektir. İstediği kadar 'Büyükşehir Başkanlığını kaybettik, ilçelerin çoğu bizde, Belediye meclislerinde de sayı olarak biz üstünüz' söylemlerini dillendirsin, nelerin kaybedildiğini ve kaybedileceğini en iyi Erdoğan biliyor.
Halk deyişiyle, 'yara henüz sıcak'…
İktidarını sürdürmeyi varlık sebebi sayan Erdoğan ve partisi için ülkenin başkentiyle ekonominin başkentini kaybetmek, 'oy oranlarımızı koruduk' gibisinden tesellilerle geçiştirilecek bir durum değil, bir travmadır.
Travmanın nelere yol açacağını önümüzdeki günlerde yaşayarak göreceğiz…
Abdullah Ayan