Mersin' in lokomotifi ve gelişme sebebinin liman olduğu konusu nasıl tartışılmaz gerçekse, kentin oluştuğu ilk dönemde batı yakası sınırı kabul edilen Müftü (eski adıyla Eferenk) deresi de son yıllarda ölüme terk edilinceye kadar en önemli çekim alanı, cazibe merkezidir..
O nedenle yerleşim batıya kaymadan önce derenin doğusunda yer alan bölge ve özellikle de doldurulmadan önceki sahilde gerdanlık gibi uzanan konaklar kente damgasını vurmuş markalar gibiydi.
Gümrük Meydanı ile Müftü Deresi arasında uzanan o konakların tümünün yerinde yeller esiyor şimdi. Oysa her birinin kendine özgü, sakinleriyle renklenen çoğu hüzün kokan ne öyküleri vardı.
Konakların bitiminde şehrin kuruluşundan itibaren, çiftlikten kışlaya dönen ve sonrasında doğal sit alanı ilanıyla yeşil alan olarak koruma altına alınan kışla arazisi, konumu itibariyle ilk günden itibaren dikkatleri üzerinde çeken en önemli çekim alanıdır.
O kadar ki, 1950' lerde iktidar olduğu sürece Mersin' e başta limanın yapımı olmak üzere özel önem atfeden Demokrat Parti iktidarı ve Başbakan Menderes' in kente olan ilgisi sonunda Kışla arazisine turistik tesis kazandırma çabalarıyla yeni boyut kazanır..
Gelelim Kışla arazisine otel yapma girişimine…
**
Önceki makalede değindiğim gibi aslında 1935 şehir planını yapan Jansen, Kışlanın bulunduğu yerden kaldırılıp denizden olası saldırılara karşı daha riskli bir yere taşınmasını önerirken, boşalacak alanla ilgili hayallerini şöyle dile getirir:
"" Kışlanın mevcut bulunduğu şimdiki saha ise deniz ve nehir kenarı ile plaja yakınlığı da göz önünde bulundurularak bir otelin de içinde yer aldığı büyük salonların bulunduğu bir kurhaus için çok müsait bir yerdir. Kurhausun etrafında taraçalı tesisat, sandal köprüsü, musiki pavyonu, gül bahçesi ve tenis meydanlığı mevcut olacaktır. Burayı zengin ağaç gruplarının gölgesi saracaktır.
Kışla zaman içinde boşaltılır ancak Jansen' in o önerdiği proje bir türlü hayata geçmez…
Ta ki 1960 Ocak ayında Menderes’ in gerçekleştirdiği tarihi Mersin ziyaretine kadar.
Menderes, Kışla arazisinin kente ve özellikle turizme kazandırılması için düşüncelerini dile getirmekle kalmaz, konuyla alakalı Bakanları ve bürokratik mekanizmaları hemen harekete geçirir.
Üç bakandan oluşan bir heyet Mersin’ de gerekli incelemeleri yaparak devir işlemleri konusunda mutabakata varır.
19 Ocak 1960 tarihli gazeteler müjdeli haberin yer aldığı manşetle çıkacaktır.
Habere göre Kışla arazisi üzerinde Vakıflar Genel Müdürlüğünce 120 odalı otel yapılıp en kısa zamanda hizmete girecektir.
Sonrasını biliyoruz. 27 Mayıs darbesi ve ardından hatırlanması bile baş ağrıtacak tabu haline getirilen Kışla arazisi…
Hazır geçmişin dokunulması netameli tüm konularını konuşuyor, tartışıyoruz.
Acaba Kışla arazisine ne zaman sıra gelecek?
Mutlaka cevap vermemiz gereken, kafa karıştıran soru şu:
İbrahim Nakkaş’ ın bin altın lira vererek satın aldığı ve hemen ardından kışla için bağışladığı arazi nasıl oldu da, 1960 darbesinin ardından kurulan OYAK’ ın bünyesine geçirildi?
Mersin’ in sahipsizliği inkar edilmez gerçek olarak Allahın her günü karşımıza çıkıyor, her vesileyle yüzümüzde tokat gibi şaklıyor da, bu kadar mı duyarsızız?
Tevfik Sırrı Gür adını verdiğimiz stadyuma sahip çıkmak bu duyarsızlığın değişmesi adına umut vermiyor değil…
Gelin o sahiplenme duygusunu, duyarlılığı Kışla arazisi için de gösterelim.
Soralım, sorgulayalım.
Nasıl oldu da 110 yıl önce sahibince vatana hizmet olsun diye bağışlanan kışla arazisi 27 Mayıs darbesinin ardından 1961′ de üniforma kokulu OYAK’ ın eline geçti?
Milli Emlak mi olur, Belediye mi akıl eder? Hepsinden önemlisi kent dinamikleri mi ayağa kalkar, kim ne yapacaksa yapmalı ve Mersin bu çok değerli, prestijli bölgeyi halkın hizmetine sunmak için kazanmanın yolunu bulmalı…
Farkındayım “ARTIK ÇOK OLUYORUZ” Ama kaybettiğimiz zamanı telafi etmenin başka yolu yok ki…
Evet, kaybedilmiş yılların acısı hatırına “ARTIK DAHA DA ÇOK OLMAK, ÇİZMEYİ AŞMAK ZORUNDAYIZ”