“ Uluslar arası alanda test edilmemiş askeri güç; güç değildir ”
Eğer Mersin gibi yoğun göç almış bir şehirde yaşıyorsanız, terörün ekonomiye etkilerini daha iyi gözlemlersiniz. Önce terör nedeniyle doğu ve güneydoğudan göç alan Mersin, daha onların şehre entegrasyonunu tam gerçekleştiremeden, bu sefer de iç savaştan kaçan Suriyeli sığınmacılar ile baş etmek durumunda. Ağırlıkla şehir merkezinde olmak üzere 400 bin Suriyeli ile birlikte yaşıyoruz, Mersin’de.
Eğitimli insan göçü ya da nitelikli göç diyelim biz buna, gittiği yere olumlu katkılar sunar. Batılı ülkeler, sığınmacı kabul ederken onların eğitim durumlarına özellikle dikkat ederler. Ancak mesleksiz ve ekonomik olarak zayıf durumda olanların gittikleri ülkeler, birçok sosyal sıkıntılarla boğuşmak zorunda kalır. Mersin örneğinde bu yüksek işsizliği, güvenlik sorununu ve plansız şehirleşmeyi beraberinde getirmiştir.
Ülkemiz bugüne değin, son 35- 40 yıllık mücadelesinde 60 bin insanını teröre kurban vermiştir. Yine bazı uzmanların hesaplamalarına göre geçen zaman diliminde 1.1 trilyon dolar heba edilmiştir. Bir başka hesaplamaya göre de Türkiye, terör maliyetlerine katlanmamış olsaydı, şimdiki kişi başına düşen ortalama 10 bin dolar mili geliri, 26 bin dolar seviyesine ulaşacaktı. Nereden bakarsanız bakın! Bugünkü Türkiye’den daha zengin bir ortamda yaşıyor olacaktık.
Cumhurbaşkanlığı sözcüsünün açıklaması acı bir itiraf içeriyordu. Sözcü, yedi milyon Suriyeliye baktığımızı söyledi. Yedi milyonun yarısına burada ülke içinde bakıyoruz, diğer yarısına ise Suriye’de.
Gücünü emen terör belasından ve Suriye’deki iç savaştan kurtulmaya çalışan ülkemiz, büyük bedeller ödüyor… Barış Pınarı harekatıyla bir güvenli bölge kurma peşindeki Türkiye, insani, siyasi ve ekonomik açıdan haklı gerekçeleri bulunmasına rağmen Batı ülkeler, harekata dair yakışıksız ithamlarda bulundular. Aynı Batılı ülkeler çıkarları için dünyanın geri kalanına ‘demokrasi ambalajında’ türlü müdahalelerde bulunmaktan hiç geri kalmıyor.
Son yıllarda iyice görüldü ki söz konusu ekonomi olduğunda, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar göz ardı ediliyor. Adeta güçlü olanın haklı bulunduğu dayatması işliyor… Özellikle bizim bulunduğumuz coğrafyada, ticaret de diplomasi de askeri güç ile orantılı sağlanıyor. Eğer caydırıcılıktan yoksun bir askeri gücünüz var ise, ne mal satabilir ne de sizi doğrudan ilgilendiren konularda masaya oturabilirsiniz.
Bugün dünyada iki süper güçten bahsediliyor. ABD ve Rusya. ABD ekonomik büyüklük açısından dünyada birinci sırada ve bu haliyle süper güç olması tartışılmaz. Ancak Rusya ekonomik sıralamada dünya 12.si ama yine de süper güç olarak anılıyor. İşte, Rusya bunu askeri gücüne borçlu. O bakımdan yerli ve milli teknolojilerle donatılmış askeri kuvvet çok önemli. Türkiye son yıllarda yaptığı atılımlarla böyle bir yola girmiş vaziyette.
Kriz ve fırsat sözcükleri yapışık kardeş gibidir. Önemli olan sizin bunu ne oranda ve hangi hızda menfaatinize çevirdiğinizdir. Tüm olumsuzluklara, önüne çıkartılan envai çeşit engellemelere karşın Türkiye, krizleri fırsatlara çevirmede oldukça başarılıdır. Refah ülkeleri yaşlılıkla karşı karşıya. Genç dinamik nüfus yapısı, güçlü bir ekonominin ana omurgasıdır. Avrupa’da yaş ortalaması 41 iken, bu oran bizde 31’dir. Genç nüfus, özellikle yeni teknoloji ürünlerini kullanmada ve adapte olmada büyük avantajlar sağlıyor.
Savunma sanayindeki başarılar, Teknofest gibi yaratıcı organizasyonlarla, çeşitli kurum ve kuruluşların, üniversitelerin Ar-Ge merkezleri ile destekleniyor. Unutulmasın! Savunma sanayi, ekonomik ve teknolojik gelişmenin her daim itici motorudur.
İşte bu noktada gençlere güvenerek yatırım yapmak, geleceği şimdiden garantilemek anlamı taşır. Türkiye’nin bu olgunluğa ve bilinç düzeyine ulaştığına inanmak istiyorum.