“Ölümün en güzel adalet olduğuna inananların, kuruyacağını bildikleri ağaçlardan leziz meyveler beklemeye hakları yoktur.” N. Yıldız Bakaner
Yeniliğe, aydınlığa, güzelliğe açılan pencerelerdir cemiyetler. Eğitimle, sanatla, kültürel etkinliklerle daha üretken ve sorgulayan bir toplum yaratma uğraşının temel yapı taşıdır sivil toplum kuruluşları. Her yaştan, her cinsiyetten ve sınıftan insana yeni fırsatlar vererek hümanist, çağdaş düşünce yapısında yarınlara yürümek… Kimi zaman bu sözler türlü sıkıntılarla boğuşan cemiyetler için biraz abartıya kaçmış gibi görünebilir ancak meseleye daha yakından baktığınızda, oralarda kendini bulmuş, oraları kendine adeta ikinci adres bilen yüzlerce insanla karşılaşırsınız.
Bugünkü konuğum Nurhan Yıldız Bakaner de kendini o çatı altında huzurlu hisseden ve sosyal kültürel açıdan cemiyetlerin vazgeçilmez olduğunun düşünen yazarlarımızdan…İnsan yaşamını eğilimleri doğrultusunda sürdürür. Mutlu hissettiği, inandığı alanda ilerlemeye çalışır.
Anadolu’nun gizli bir köşesinde kendi kültürünü, kendi ekonomisini, kendi ilişkilerini yaratmış ayakta kalmayı başarmış, ülkeye yetişmiş insan varlığı sunmuş bir ilçedir Mut. Bakaner, 1968 yılında Mut’un Pamuklu Köyü’nde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Mut ilçesinde tamamladı. Onun hikayesi kendi deyimiyle “ Torosların yarı çıplak bozkırlarında yaşamla cebelleşen bir Yörük kızının hikayesidir.” Yörük-Türkmen kültürü, doğa yaşamı ona özgürlük aşıladı. Mücadele etmeyi öğretti. Pamuklu Köyü’nden, Mut’a oradan Karaman’a, Mersin’e ve İstanbul’a kadar uzanan çetin, hüzünlü bir o kadar da mutluluğu ve sevgiyi tatmış bir yaşam serüveni onunki.
Bir yörenin, bölgenin, sosyal kültürel yönden gelişip, tanınmasında yazarların etkisi büyüktür. Bakaner, 2016 yılında çıkardığı ilk romanı ‘ Mor Baharın Tomurcuğu’ adlı yapıtında, müthiş yöresel betimlemelerle bu sürece kendince katkı sunmuştur. Hayatını öyküleştirdiği kitapta, başta doğduğu köy olmak üzere uğradığı yaşam duraklarından izler buluyorsunuz…
Başarısızlığa mazeret üretmek, işin kolaycılığına kaçmaktan başka değildir ki; birçok insan aynen öyle yapar. On yaşında yetim kalan, ekonomik sıkıntılara ilaveten, bir de süreğen hastalıkla boğuşan, beklenmedik anda çok sevdiği eşini yitiren Nurhan Yıldız Bakaner; yılmadı, yıkılmadı… Çıplak bozkırda yaşamla cebelleşen bir Yörük kızından beklenenin fazlasını verdi. Düz bir fabrika işçisiyken, devlet karayollarına girdi, fakülte bitirdi ve roman yazdı.
Kadın yazarlardan bahsedildiğinde mutlaka kadının toplumdaki yeri, kadın hakları gibi konularda fikirler ileri sürülür. Oysa erkek yazarlar için böyle durumlar söz konusu değildir. Ne vakit kadın yazarlar için ayrı parantez açmayı bırakırsak, işte o vakit ülkemizdeki kadın-erkek ayrımı ortadan kalkmış demektir. Ama o zamana değin ki; bu çok uzun bir süre alacağa benzer, konuyu ister istemez işlemeye devam edeceğiz…
Tıpkı yazarımızın da söylediği gibi; “ Kadın olmanın toplumumuzda sürekli bir eksisi var. Türkiye’de kadın hala ikinci sınıf insan muamelesi görür. Meslek edinmeyen, ekonomik özgürlüğe kavuşmayan kadın, ailesi ve toplum tarafından ezilir.”
2017 yılında emekli olan Nurhan Yıldız Bakaner’in felsefi konulara ayrı bir düşkünlüğü var. O, yaşanmışlıklardan yola çıkarak, sevgi ve dostluk temalarını, etrafında olan biteni yazmaktadır. İkinci kitabının hazırlıklarını sürdüren Bakaner; “ İlk kitabımda şiirlerimi öyküleştirdim. İkinci kitabımda da öykülerimi şiirleştirmek istiyorum” demektedir.
Teatral yetenekleri hayli gelişmiş olan yazarımız piyes de yazmaktadır. Yakın gelecekte, yetişkinler için Mut yöresinde geçen bir masal yazma fikri de var.
Doğa, çocuk, memleket, insan sevgisi hepsi birleşir. Özlem ile heyecan ile yazarımızın yüreğine şiir, öykü, nesir biçiminde akar durmadan… Yolun açık kalemin keskin olsun Torosların kızı.