Baban 1944 Aralık ayında gelip bir hafta kaldığı Mersin’ de sektörün sorunları ve çözüm önerileri yanında narenciyenin sağlık ve kadın güzelliğine olan etkilerini biraz da magazin boyutuyla ele alır:
“Olduklarından en az on yaş genç görünmek isteyen sayın bayanlarımıza, gelip kışlarını Mersin’ de geçirmelerini tavsiye ederim. Portakal ve limonların mis kokulu mandarinlerin usarelerini kafi derecede meth ettiğim için burada tekrar onların kırbaçlayıcı, hayal verici, ömür uzatıcı, gençliği devam ettirici, deveranı tanzim edici, kabızlığı gidererek sinirleri teskin edici (…) hassalarından bahsedecek değilim.
Böbreklerdeki kumu, taşı, çakılı velhasıl insanın filtresindeki bütün illetleri tedavi eden ve İstanbulluların hiç bilmedikleri tatlı limonun faziletinden de söz açmayacağım!..
Tahmin ediyorum ki, bütün bunları okuyucularım en aşağı benim kadar bilmektedirler.
(…)
Yaşlı bayanlara Mersini tavsiye edişimin sebebi, hem ılık havadan istifade ederek romatizmalarını ve bronşitlerini tedavi edeceklerini hatırlatmak hem de bugüne kadar bilmedikleri müthiş bir tılsımın anahtarını vererek yüzlerindeki bütün kırışıklıkların izale edilebileceğini müjdelemektir.
Hani Beyoğlu manavlarında birkaç yıldan beri gözüken portakala benzer, sarı bir meyve vardı ya… Ona burada ve Kaliforniya’ da krepfurd (bugün biz o meyveye greyfurt diyoruz) diyorlar. Rivayet ederler ki, bugün artık kırkını çoktan aşmış bulunan Maribel genç kız taravetini (dirilik, tazelik) hep bu krepfurdları yemek ve kabuklarını yüzüne bağlamak suretiyle temin ediyormuş..
(…)
“Sırası gelmişken İstanbul halkına naçiz bir tavsiyede de bulunmak istiyorum: Birinci ve ikinciteşrin aylarında* mutlaka sarı limon yemek hususunda ısrar etmesinler. O tarihlerde ağaçlardan koparılan limonlar yeşildir. Fakat suludur ve ham değildir. Ancak İstanbul halkı bu turfanda limonları olmamış telakki ettiği için rağbet etmemekte, tüccar ve kabzımal da satış gayretiyle üste masraf ederek yeşil limonları karpitle sarartmaktadır. Birkaç sene evvel İstanbul Hâl’ inde karpitlerin infilakı dolayısıyla meydana gelen hadiseyi de bu arada zikrettikten sonra, tüccarı sahtekârlığa sevk eden, limonun suyunu kaçıran ve maliyetini yükselten bu usule nihayet verilmesi için, mevsimin başında yeşil limon almaktan çekinmemelidir.
**
Baban sağlıktan güzelliğe uzanan geniş yelpazede narenciyenin etkilerine ve önemine değindikten sonra asıl önemli meseleye kendi ifadesiyle ‘narenciyeciliğin dertlerini tedavi edecek çarelere’ getirir sözü…
“Narenciyeciliğin inkişafı ve veriminin memleket ölçüsünde, üzüm, incir, pamuk gibi artması için akla gelen ilk tedbirler şunlardır” dedikten sonra devam eder:
“Bir kere dahili istihlak (tüketim) çok azdır. Bunu arttırmak için portakal ve limonlarımızın halkın iştira kuvvetini (satın alma gücü) nazarı dikkate alarak maliyetini ucuzlatmak, meyvelerimizi, her köye sokacak münakale (taşıma/ulaşım) imkânlarını temin etmek ve kuvvetli propaganda yapmak zarureti vardır. **
İtiraf etmek lazımdır ki, adam başına yılda beş tane bile düşmeyen limon ve portakal mahsulümüz dahili istihlak için dahi çok azdır.Yalnız bugün için değil, yarın üç beş misli arttığı zaman da az gelecektir. Bununla beraber şu hakikat te bir vakıa olarak göz önündedir:
Bugün İstanbul’da 8 liraya mal olan limonun sandığı, 650 kuruşa satılmaktadır. Talebin çokluğuna, arzın azlığına rağmen müstahsil zarar etmektedir. Mersin bahçecileri bu derdi önlemek için muvakkat bir tedbir olarak ve elde kalacak olan istihsal fazlası 50 milyon limonu çürütmemek kaygısıyla hükümetin ihracata müsaade etmesini istemektedirler.
Mahreç (ihraç pazarı) bulabilecekler midir, bilmiyoruz?***
Kendileri bu tedbir üzerinde ısrar ettiklerine ve mevcut buhranı dahili tedbirlerle acele olarak önlemek imkanından mahrum bulunduğumuza göre İstanbul tüccarlarının spekülasyonundan ileri gelen fiyat yükselmelerinden müstahsili mesul tutmayarak, bu izni vermek belki yerinde bir tedbir olur, geçen yılların tecrübesi ihracata müsaade etmemek suretiyle, ihtikarın (stokçuluk/karaborsa) ve pahalılığın önüne geçilemeyeceğini ispat etmiş olduğu için böyle bir yola gitmek, herhalde memlekete zarar verecek değildir.”
1944' te Cihat Baban' ın tespitlerine bakınca düşünmeden geçemiyor insan...
Dünyanın baş döndüren gelişmelere sahne olduğu şu son seksen yılda, narenciye sorunlarının çoğunun temelde değişmediğini, örneğin pazar sorununun bir türlü çözülemediğini görmek dramatik aslında..
Cihat Baban’ ın, narenciye üretim ve maliyetleriyle ilgili gözler önüne serdiği envanterin ardından sektöre yönelik sorun ve çözümlere yönelik dile getirdiği geniş kapsamlı önerilerini bir sonraki bölümde ele alacağım…
*1945’te hayata geçen yasayla bu iki ayın adları ekim ve kasım olarak değiştirilecektir.
** Söz konusu dönemde başta narenciye olmak üzere sebze meyve sektörünün en ciddi sorunu ürünün tüketim merkezlerine ulaştırılmasıdır. 19 Haziran 1946 tarihli Yeni Mersin gazetesinin manşeti bu konuda yoruma yer bırakmayacak açıklıktadır. Gazeteye göre vagonsuzluk yüzünden büyük zararlara uğrayan müstahsil ve tüccar derdine çare bulması için Cumhurbaşkanı İnönü’ ye bir telgraf çekerek ‘yüksek alakalarını rica ederler’.. Yine gazeteye göre sebze ve meyvenin yoğun olduğu dönem Mersin’ e günde 40-50 vagon tahsis edilirken Demiryolları idaresinin 15-20 vagondan fazlasını verememesi nedeniyle ürün tarlada kalır ve fiyatlar yarı yarıya düşmesi sonucu büyük zararlar doğar..
Uzun yıllar aşılamayan sorun, 1950’den itibaren karayolu taşımacılığının gelişmesiyle çözüm yoluna girecektir.
*** İkinci Dünya savaşı döneminde başta gıda olmak üzere pek çok ürün ihracatına kısıtlamalar getirilmiş, narenciye de o yasaklardan nasibini almıştır.