‘Hep bir şeylere karşı olmak değil; bazı şeylerin de tarafında olmak gerekir’
Her şey dönemseldir. Günümüzde geçerli olan sürekli devam edecek anlamına gelmemelidir. Sinema öncesi dönemde romanların altın çağını yaşadığını biliyor muydunuz? Romanlar film değerinde eserlerdi o zamanlar. İnsanların eğlencesi, vakit geçirdikleri bir araçtı. Roman yazarları büyük itibar görürlerdi. Sipariş konular üzerinde de yazarlardı. Romanlarının bir an evvel çıkması için yayınevleri, yazarların kapısında beklerdi. Peşin paradan öte, avans alarak çalışırdı iyi roman yazarları.
Sinemanın ortaya çıkması ile insanların dikkati filmlere kaydı. 20. yüzyılın ilk yarısı sinema egemenliğinde geçti. Fakat ikinci yarısına televizyon damgasını vurdu. Televizyon birçok yenilikler ve programlar getirdi. Bunların içinden dizi filmler fazla öne çıktı. Diziler o derece yaygın hale geldi ve izlenir oldu ki tüm dünyayı etkisi altına aldı. Bu aralar dünyaca meşhur popüler diziler ise şifreli kanallarda veya internet ortamında bulunuyor daha çok.
İster aptal kutusu deyin, ister izlemiyorum deyin, ister saatlerinizi onun karşısında geçirin fakat bir gerçek var, televizyon bizim aynamız. Bir Türk vatandaşının günde ortalama 4.5 saatini orada geçirdiği varsayılıyor. Tabii televizyon denince de akla en fazla vakit çalan diziler gelmektedir. Dizilere çok önyargılı yaklaşıldığını düşünmekteyim.
Siyah-beyaz tek kanallı TV zamanında ilk Amerikan dizileri girmişti evlerimize. Hayatlarımızı baştan sona değiştirebilecek izler bırakmıştı. Sonra, renkli yayına geçişle birlikte arkası yarın formatında bitmek bilmeyen Brezilya dizileriyle tanıştık. Aşkın, intikamın, entrikanın, tarihin ve yaşanan coğrafyaların ötesinde insanlığın ortak dertleri olduğunu öğrendik. Yine zengin ve fakirin bitmeyen mücadelesinin, dünyanın her tarafında benzer sonuçlar doğurduğunu gördük.
Günün birinde bizim dizilerin de tıpkı Amerikan, Brezilya dizileri gibi dünyada çok izleneceği doğrusu aklıma hiç gelmemişti. Oysa Türk dizi sektörü sadece ülke sınırları içinde değil tüm dünyada başarılı bir grafik çiziyor. Elbette eleştiriler de yok değil. Dizilerin insanları uyuşturduğu ve manipüle ettiğine dair bir yığın görüş var. Bu konuda eski Yugoslavya vatandaşının söylediği söz çok dramatik. O vatandaş diyor ki; “ Biz kafamızı kaldırmadan sürekli dizi izliyorduk. Bir de baktık ki ülkemiz elden gitmiş haberimiz olmamış.”
Yugoslav vatandaşın tespitine benzer, bizde de yığınla görüş var. Ama ortada bir de gerçek var o da Türk dizi sektörünün kendi ekonomisini yarattığı ve bir ihraç ürününe dönüştüğüdür. Bugün 150’den fazla ülkede izlenen her yıl milyonlarca dolar ihracat girdisi sağlayan bir faaliyet alanıdır dizi sektörü. Geçenlerde dizi filmleri konu edinen akademik bir araştırma yayınlandı. Araştırma çarpıcı veriler ortaya koymuş.
Türk dizi filmlerinin ülke tanıtımına etkisi o kadar büyük ki. Son sayılara göre, dünyada her 13 insandan biri Türk dizisi izliyor. Ekonomiden, tanıtıma, turizme verdiği katkıdan, yurt dışındaki Türk imajına olumlu yansımasına kadar birçok faydası var dizilerin. Öyle ki bazı ülkelerde dizilerden etkilenen insanlar, çocuklarına Türk isimleri veriyor. Ortadoğulular kılıçlı, atlı, Avrupalılar mistik hikayeli Türk dizilerini beğeniyormuş.
Türk dizi sektörünün bu güzel başarısının ardında, senaristinden, oyuncusuna, set işçilerine kadar çalışanlarının emeği büyük. Çalışma şartlarının ağırlığı ve uzunluğu çalışanları oldukça zorluyor. Dünya ortalamasında bir bölümlük dizi uzunluğu 40 dakika iken, bu süre bizde 120 dakika ve her bölümü bir sinema filmi uzunluğundadır. Bölüm başı 120 dakikalık süre, şartları her bakımdan zorlamaktadır. Bölüm sürelerinin azaltılması, çalışma şartlarının iyileştirilmesi, çalışanların sendikalaşması, ücretlerin arttırılması talep edilen iyileştirmelerdir. Türk dizi sektörü reyting kaygısı ile yürüdüğünden, aşırı şiddet içeren, toplumun değer yargıları ile örtüşmeyen, insanları zenginlerin yaşamlarına özendiren, aldatma ve boşanmaları teşvik eden konuların işlenmesi sektörün aşması gereken diğer olumsuz taraflarıdır.