‘Hafif akıl, ağır yüktür’
Dünyada birçok sorun var. Sorunların temelinde de insan faktörü bulunur. Yoksa doğa olabildiğince cömerttir. Fakat insan, ne doğa ile ne de kendi cinsi ile barışık yaşamaz. Problemin anası buradan çıkar. O manada bakınca, insan kusurlu bir varlıktır. Tarihten günümüze onu doğru yola sokmak için, rahat ettirmek için birçok çabalar vardır ama sonuç koca bir hüsrandır.
Sürekli bir huzursuzluk, tatminsizlik, kavga hali vardır insanın. Hep birileri daha fazlasını almak, yönetmek, ayrıcalıklı olmak derdindedir. ‘Hayvan Çiftliği’ romanını bilirsiniz. George Orwell’in mecazi dille yazılmış, fabl tarzındaki siyasi hiciv eseridir. Hikayede hayvanlar, daha güzel bir yaşam için, insanlara karşı domuzlar önderliğinde ayaklanır. Yönetimi domuzlar liderliğinde ele geçiren hayvanları, insanların zamanından daha beter bir hayat bekler. Zira domuzlar daha baskıcı bir zulüm rejimi kurmuşlardır.
Hayvan Çiftliği’ndeki mecazi anlatım gerçek hayatta da sürekli vuku bulur. İnsanlar hep daha iyi yaşam koşulları için mücadele ederler. Sürekli bir arayış içindedirler ama genellikle gelen gideni aratır. İnsan bir türlü huzur bulamaz. Hep bir kargaşa içindedir.
Günümüz iletişim çağı. Öyle ki elimizdeki akıllı telefonlara sürekli bilgi akışı var. Bu bilgi, iyi tasnif edilmediğinde, yığın halinde kirliliğe dönüşmektedir. Eskiden bir bilgi kırıntısı için dergaha kırk yıl odun taşımak gerekirdi. Bugün ise bilgi, bir tuş uzaklığında ve yığın halinde önümüzde duruyor. Fakat bu kez de doğru bilgiyi, kirli, maksatlı yayılan bilgiden ayırmak büyük maharet istiyor ki insanların çoğu bunu başaramıyor. Önüne gönderileni doğru kabul ederek, sağa-sola savruluyor…
Gözlerimiz önünde yaşanan olayları dahi doğru değerlendirme imkanına sahip değiliz. Zaten büyük çoğunluğun öyle bir derdi de yok. Kendi hayat tarzları ve düşünce kalıplarına göre, verileni doğru kabul edip, o şekilde konumlanıyorlar.
Bilgi, iletişim, etkileşim çağındayız dedik ama bu ne kadar doğru? Kolay ve hızlı haberdar oluyoruz ama nasıl? Bizler verilen kadar haberdar oluyoruz. Gösterilen ve söylenen kadar bilgi sahibiyiz. Yaratılan algılar etrafında şekillenmekteyiz. Ezici çoğunluk gerçekte neler olup bittiğinin farkında değil. Yaratılan algılar medya üzerinden bize ulaşıyor fakat medyanın geri planında, arkasında tahmin edemediğimiz kurum kuruluşlar, siyasi, finansal oluşumlar var.
Şu aralar bir korku dünyası yaratılmış durumda. Nereye baksan acı, yokluk, gözyaşı…İnsanlar bir pandemi süreci yaşadı. Şimdide açlıkla, pahalılıkla terbiye edilmeye çalışılıyor. Geçenlerde atılan ‘küresel gıda krizi derinleşiyor’ başlığı oldukça ürkütücüydü. Burada hemen şunu söylemek isterim. Pandemi ne denli gerçek idiyse, bir gıda krizi de o denli gerçektir. Bir kriz varsa bile bu kesinlikle suni biçimde yaratılan krizdir.
Dünya kaynakları, eğer adilce paylaşılsa ve doğa ile uyumlu yaşansa yeryüzündeki insanların kat be kat fazlasını doyurmaya yeter. Yeni dönemde açlıkla terbiye aşamasına geçildi demek ki. Bunun adı bana göre insanları bir şeylere zorlamak, ikna etmektir. Önce medya ve konunun uzmanları(!) tarafından algılar yaratılıyor. Tabii bu istenilen kıvama gelene değin iyice olgunlaştırılıyor. İnsanlar bu yeni algıyı satın alıyor ve gerçekmiş gibi kabulleniyor. Sonra algılar olgulara dönüşüyor.
Kamuoyuna atılan bir yanlış bilgi, internet ortamında sosyal medyada hızlıca yayılıyor. Bunu ortaya atanlar da bunun doğru bir bilgi olmadığını biliyorlar ama yalanların kitlelere ulaşmış olmasından yararlanıyorlar. Daha sonra haber tekzip edilse bile amaç hasıl olmuş sayılıyor.
O bakımdan dolaşıma giren her bilgiyi peşinen doğru kabul etmemek, ihtiyatlı davranmak gerekiyor.