Son yıllarda daha sık duymaya başladığımız iki sözcük var:
Katılımcılık ve şeffaflık…
Merkezi yönetim anlamında ele alırsak onca çabanın sonunda bırakın katılımcılığı tek adam rejimine doğru evrilen bir ülke var karşımızda…
21. yüzyıl dünyasında devreye giren çeşitli mekanizmalar, kurumlarla dünya temsili demokrasiden katılımcılığa doğru evrilmeye çalışırken ve bunun en önemli ayağı olan adem-i merkeziyetçiliği güçlendirirken, Türkiye dünyadaki gelişmelerin aksine her konuda verilecek kararı tek kişinin inisiyatifine bırakan bir dönemle karşı karşıya…
Toplumun beklentileri ne kadar bastırılırsa bastırılsın, dünyadaki gelişmelerden kopuk yaşanmıyor..
Merkezi yönetime katılım şansı ortadan kalkınca insanlar ister istemez katılımcılığı yerel yönetimlerden beklemeye, en azından sokaklarından başlayarak mahallelerine, ilçelerine ve Büyük şehir belediyelerine kadar yapılacak işlerde kendilerinin de fikirlerinin sorulmasını, kararların mümkün olduğunca ortak iradeyle alınmasını istemeye başlıyorlar…
Yönetmeye talip olanlar da, yeni ve prim yapan akımı görmüş olmalı ki, son yıllarda muhtarından en büyük metropol başkan adayına kadar herkesin dilinde "birlikte yöneteceğiz" söylemi…
"Birlikte yöneteceğiz" slogan olarak çarpıcı ama iş pratiğe geldiğinde ve "seni seçen insanları karar verme mekanizmalarına nasıl katacaksın?" sorusunun elle tutulur, somut bir yanıtı yok…
Tıpkı; hangi yatırıma karar verileceği, önceliklerin nasıl belirleneceği, katılım mekanizmalarının hangi yöntemle sağlanacağı gibi vatandaşı doğrudan ilgilendiren, günlük yaşamının parçası olan konularla ilgili elle tutulur, beklentileri karşılayacak doğru dürüst yöntemleri geliştirmediğimiz gibi…
Teorik olarak katılımcılıkla ilgili kitaplar dolusu kelam söylemek, yazıp çizmek mümkün. Ama "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" deyişindeki gibi iş uygulamaya geldiğinde seçtiğimiz insanların adaylık sürecindeki 'birlikte yönetme' vaadi ile seçildikten sonraki uygulamaları ibretlik derslerle dolu..
Daha da beteri, seçenlerin onca tanıklıktan, deneyimden sonra bile yaşananlardan ders çıkarmamaları, her seferinde saati sıfırlayıp yeniden başlatma öngörüsüzlüğü…
Merkeze oturan iktidar sahiplerinden umut yok. Peki, yerel yönetimlerde en azından katılımcılığı gerçekten sağlamanın bir yolu var mı?
Tam burada ülkenin en ciddi sorunlarından biri çıkıyor karşımıza…
Sistem kurumsallaşamadığı için, tıpkı başarı ve başarısızlık gibi katılımcılığı sağlama konusunda da kişilere bağlı, yaklaşımlarına mahkumuz. İyi biri başa geçtiğinde başarı yakalanıyor da, yolsuzluğu yol eylemiş biri geldiğinde çamur deryasına dönüyor ortalık..
Bir süre sonra katılımcılıktan söz eden, kaldırım taşlarını kendisi belirlemeye, trafiğe açık caddeyi tek başına kapatmaya, kreş isteyen mahalleye süs havuzu yapmaya başlıyor..
Karar mercii başkan ve yakın çevresi..
Geçmiş bir yana, son 20 yıllık Mersin belediyeciliğine bakın, yeterince ibretlik örnekle karşılaşacaksınız…
Deniz Parkı yapılırken de fikriniz sorulmadı, yıkılırken de…
Yapılırken projenin getireceği mali yük paylaşılmadı ki, yıkılırken çarçur edilen kaynaklar anlatılsın..
Bir sabah 100 yıllık ağaçları kesildi Cumhuriyet meydanının ve araçların aktığı bulvar trafiğe kapatıldı. O projede de görüşlerine başvurulmadı vatandaşın…
50 yıldır kullandığınız kavşağın bir sabah kapandığını kaç kez gördüğünüzü, isyan sesini nasıl bastırdığınızı sanırım anımsatmama gerek bile yok…
Yazmaktan yorulduğum listeyi uzatmanın anlamı var mı bilmiyorum ama hatırlatayım:
Cadde kenarlarına parkomat koyulurken de kaldırılırken de "ey vatandaş, ey bu caddelerde iş yapan esnaf kardeşim, sen ne diyorsun?" diye soran oldu mu?
Şimdi film başa sarılıp yeniden parkomat canlandırılacak.. İyi güzel de olumlu, olumsuz yanları tartışılıyor mu? Çok mu zor uygulamanın hayata geçeceği esnafla konuşmak, gerekirse basit bir anketle görüşlerini almak ve sonucu kamuoyuyla paylaşmak?
Bunu bile çok görenlerden şimdi kalkmışız, yeşil alan olarak işaretlenmiş kimi yerlerin inşaata açılmasıyla ilgili görüşlerimizi almalarını, yönetim olarak belirledikleri kriterlerin çok üzerinde yoğunlukla konut kondurulmasına nasıl olup ta izin verdiklerini sorgulamaya kalkıyoruz.
Katılımcılığın en önemli kurumlarından biri kent konseyleri…
Örneğin Büyükşehir Kent Konseyi ve kurumsal anlamda konseyi oluşturan bileşenler, kent içi plajlar, parkomatlar, aç gözlü rant hırsızlarının gözümüze soktuğu beton yığınakları konusunda ne düşünür?
Düşünmek bir yana, oturduğu koltuktan kalkmayı bilmeyenlerden katılımcılığa katkı yapmalarını bekleyerek aymazlığı beslediğimizi bile göremeyecek kadar basiretler bağlanmış…
Oysa Kent Konseylerini etkin hale getirerek, katılımcılığın en önemli mekanizmalarını hayata geçirmemiz mümkün…
Nasıl olacak bu?
Alabildiğine geniş ve mümkünse tüm toplum kesimlerini, söyleyecek sözü olan herkesi ortak çatı altında bir araya getirmek, kentle ilgili atılacak her adımda, verilecek her kararda kentliyle karar vericiler arasında köprü olmak…
Beklenti bu da, gerçek ne?
Yeni Belediye Başkanının yasal olarak koltuğa oturduktan sonraki 90 gün içinde 'seçim gündemiyle' toplaması gereken genel kurul ülkenin her yerinde toplanıyor da örneğin Mersin' de ne oluyor?
Soru çok, mevzu derin…
Başka makalede devam edeyim izninizle…