2014 sezonundaki Yumuktepe kazıları sona ererken basın toplantısı düzenleyen Kazı Başkanı İtalyan Prof. Dr. İsabella Caneva sanki bir apartman enkazının altında rastlanan bulgulardan söz eder gibi hayli mütevazı bilgiler veriyordu:
“Bu sezon iyi geçti ve iyi buluntular var. Bir bina, ki o zamana göre bir saray bulduk. Çok eski bir ev. Saray derken herkes şaşırıyor. Tabi ki günümüzdeki saray değil ancak M.Ö. 4 bin 500'lerde yapılan bir saraydan bahsediyoruz. O zamandaki evlere göre hayli değişik önemli ve merkez bir ev, bina olduğu görülüyor.
Kazılar bu sene sarayda yoğunlaştı. Aslında sarayın salonunda hiçbir şey çıkmadı.
Ortada bir salon vardı ancak boştu. Belli ki hiçbir hareket, üretim olmadı salonda. Sadece toplantı salonu gibi duruyordu. Yan odalarda ise çok sayıda çanak-çömlek, aletler ve eser çıktı. Demek ki yan odalarda çok değişik üretim ve etkinlikler oluyordu. Fakat salonda bir şey yoktu. Yollar çok ilginçti. Dere çakılıyla, çamur ile döşeme yapılmış. Tepenin etrafındaki yollar aynı şekilde çimento ile beton ile dere çakılı ile yapılmış. Bunu görünce günümüzdeki yollarla aynı gibi duruyor. Fakat bu yollar günümüzden önce 6 bin 500 sene önce yapılmış..
Çok sayıda ocak ve fırın bulundu, kalkolitik zamana ait büyük kapalı ekmek fırınları…
Bir de neolitik zamana ait önemli bir silo bulundu. Bu silolar acayip bir teknoloji ile yapılmış. Silolar belki dezenfekte yapmak için kullanıyordu. İçi yanmış şekilde bulundu. Belli ki uzun zaman kullanılmış. Bu seneki amacımıza ulaştık diyebilirim. Hatta amacımızdan fazla esere ulaştık. Mesela bu sene çok enteresan olarak boncuk bulduk. Bir sepet içinde sıra sıra oluşturulmuş boncuklar çıktı ve bunlar da kalkolitik zamana yani M.Ö. 5 bin 800 yıl önceye ait boncuklar. Bir sepette bin 500 boncuk bulduk. Genelde 20 senede kazı yaparken bu kadar boncuk bulunabiliyor ama biz bir anda bin 500 boncuk bulduk.”
2014 kazılarının başındaki İtalyan arkeolog Caneva’ yı 2022 yılında bir plaketle uğurladık ancak Yumuktepe’ nin gizemi henüz çözülmüş değil…
Bir dönem bölgenin kaleyle korunan önemli limanı iken kıyının yaklaşık 10 km güneye kaymasıyla misyonunu Soli limanına kaptıran, ihtişamlı döneminde Doğu ve Batı dünyaları arasındaki geçiş köprüsü olan yerleşim…
150 yıllık genç Mersin’ in koynundaki höyük kazılıp derinlere inildikçe zamana yolculuk misali binlerce yıllık yeni katmanlarla, o katmanlarda yazılı tarihten çok öncesine uzanan medeniyetlerle tanıştırıyor araştırmacıları…
İlk etapta Milattan önce 4 bin yılına ait bulgular, 5-6 bin yıllık katmanların ardından kavuzlu buğdayın farklı bir türüne ait 9 bin yıllık kalıntıyla bambaşka bir sürece ışık tutmaya başladı…
Uzmanlara göre 9 bin yıl öncesine ait buğdayın Yumuktepe’ de bulunması, Filistin, Ürdün, Irak, Türkiye ve İran'ı içine alan "Verimli Hilal Bölgesi" nden buraya yerleşen ilk tarım topluluklarının getirdiği buğday, arpa, mercimek, nohut gibi ürünlerin buradan Avrupa'ya dağıldığını da gösteriyor…
Bir başka ifadeyle Yumuktepe Milattan önce 7 bin ila 8 binli yıllarda tıpkı bugünkü Mersin’ e benzer bir dağıtım merkezi konumunda…
Peki, Yumuktepe kazıları ne zaman başladı?
Burada ilk defa yer vereceğim bir söyleşi, Yumuktepe kazıları ve o kazıları sürdüren John Garstang** hakkında tarihe ışık tutacak cinsten bilgiler içermekte…
Tarih 30 Kasım 1937…
Yeni Mersin gazetesinde ‘Höyükteki kazı’ üst başlıklı haber “Mersini umulmadık eskiliğe doğru götürüyor” paragrafı altında “Etiler zamanında Yümüktepe saltanatlı günlerini Mersine bağışlamış vaziyettedir.” Diye devam ediyor..
İleride Yumuktepe kazılarını ele alacak araştırmacıların yararlanacağına inandığım haber ve içerdiği söyleşiyi bugünkü Türkçeyle anlaşılması güç sözcüklerin karşılıklarına yer vermem dışında olduğu gibi paylaşıyorum:
“İkinci Teşrin ikinci gününde (2 kasım) Mersinin garbinde (batısında) ve Bahçe Mahallesinde Yümüktepede profesör J. Garstang’ ın başkanlığı altında başlayan Antikiteler (eski çağlar) kazısı Mersin için şimdiden orijinal bir mevzu olmuştur.
Biz Mersini bir saz kulübesi ile bundan 90 yıl evvel teşekkül etmiş ve Ziya Paşa’ nın yardımlarıyla süratle büyümüş bir şehir zannediyorduk.
Meğerki genç Mersin bizim olduğumuz gibi bir çocuk değilmiş. Bugün yapılmakta olan 28 günlük hafriyat Mersini ümit edilmedik eskiliğe götürmüş ve Mersini de Anadolu’ nun her şehri gibi tarihin derinliklerine karıştırmıştır.
Hafriyat hakkında komiser ve müze direktörü bay Yalman Yalgın ile yaptığımız küçük bir konuşmada höyüğün 666 hicri tarihinde meskun olduğunu ve Bizanslılar zamanında bir parça yaşamış bulunduğu Roma devrinde hemen hemen gayri meskun bulunduğu taayyün (ortaya çıkma)etmiştir.
Buna ait vesikalar kemali itina (mükemmel biçimde özen) ile tetkik edilmektedir. Şurası tuhaftır ki Romalılar devrinde bilhassa Hıristiyanlık kavgaları esnasında Mersinin yaşamakta olduğuna dair elde şimdilik emareler görülememiştir. Hele Etiler zamanında Yümüktepe adeta en saltanatlı günlerini Mersine bağışlamış vaziyettedir.
Hafriyatta çıkan seramik parçaları bunun en kuvvetli örneklerindendir.
Şimdi höyüğün baş tarafını İslam ve Bizans, bir buçuk metre aşağısını Grek ve ondan sonra da Hititler devrine ayıracak olursak bu büyük memleketimizin tarihini kurulan saz kulübeden tahminen 2000 yıl ileriye götürmüş ve Mersini de tarihi şehirler arasına katmıştır.
Hafriyat temadi ettikçe buna dair yazılarımızı tarih meraklıları okuyucularımıza sunmaya çalışacağız.”
Yukarıdaki haber-söyleşinin yer aldığı 30 Kasım 1937 günkü Yeni Mersin gazetesinde kazıyla ilgili “Mersin höyüğünde Abbasi devrine ait para bulundu” başlıklı bir başka haber yer alıyordu:
“Bahçe Mahallesinde Yümüktepe hafriyatında 26 Kasım 1937 günü tepenin tam zirvesinde yapılan kazı esnasında Abbasilerden Memun Halife devrine ait yarım lira büyüklüğünde bir altın sikke bulunmuştur.
Bu altın, höyüğün tarihi hüviyetinin ilk eserlerinden addedilmektedir.”
*Günümüzde Yumuktepe olarak anılan höyük 1937’ de Yeni Mersin gazetesindeki haberde Yümüktepe haliyle yer alıyor..
** John Garstang (D. 5 Mayıs 1876, Ölümü:Beyrut 12 Eylül 1956, Anadolu ve Güney Levant -Antik Orta Doğu- araştırmalarını yürüten İngiliz arkeologu)