Mersin' e kimlik arayan her kişi ve kurumun kendince öncelikleri var..
Kimisi turizmi, kimisi sanayiyi, kimisi tarımı öne çıkarır..
Hatta alt katmanlara inip kültür ve sanat kenti, spor kenti diye tanımlayanlar çıkar..
O kadar ki, bu çok farklı dinamikleri zenginlik olarak göreceğine 'kimliksiz kent' saptamasıyla yoksulluğa yoranlara bile rastlanır..
Kim ne derse desin, Anadolu' nun dünyaya açılan kapısı özelliğiyle her türlü renge, dile, dine kucak açan Mersin bir dış ticaret kentidir ve diğer tüm faktörler bunu destekler niteliktedir.
O nedenle ister sanayi, ister turizm, ister başka sektörler olsun tümü kentin dış ticarete dayalı temel dinamiğinden soyutlanmayacak biçimde ortaya çıkmıştır. Bundan sonra da liman önemini yitirmediği sürece diğer sektörlerin gelişimi bu yönde olacaktır.
1930' lardan başlayarak turizm sektörü ağırlıklı biçimde dışarıdan gelen yabancı konukların barınmalarına yönelik otellerle sınırlı kalmıştır. Zaman içinde 1960' larda ilk turizm tohumları atılmaya başlandığında Mersin ve Antalya farklı kulvarlarda yürümeyi seçmiş, Alanya' dan başlayarak Antalya turizme yoğunlaşırken, Mersin denizi liman ve çevresinde deniz taşımacılığı avantajlarından yararlanan sanayi tesislerinin kente kazandırılması yönünde büyük çabalar sarf etmiş, bir zamanlar Türkiye' ye parmak ısırtacak kadar etkili olan lobi gücünü iktidarlar üzerinde de bu amaca hasretmiştir.
Örneğin 1946' dan başlayarak Demokrat Parti' yi sırtlayan Mersin bunun karşılığını ülkenin en büyük limanına kavuşmakla elde eder.
1960 darbesi ardından Demokrat Parti mirasını devralan Adalet Partisi döneminde de büyük devasa tesislerin kente kazandırılması çabaları eksik olmaz.
Türkiye' nin en büyük silo tesisi, Ataş rafinerisi, Şişe Cam ve sonrasında Azot Fabrikası, Soda Sanayi gibi tesislerle Taşucu Seka ve ona bağlı limanın kazandırılmasında AP iktidarıyla uyumun büyük rolü vardır.
1930' larda sahilleriyle Güneyin en büyük turizm potansiyeline sahip kenti, 1960' lardan başlayarak tamamen limana dayalı dış ticaret alanında faaliyet gösteren ve kente bu amaçla gelen iş adamlarına hizmet verecek konaklama tesislerinin kazandırılması çabalarına yoğunlaşmıştır.
Antalya' nın turizmde gelişmesi, yıldızının parlaması hep Özal döneminde bu kente tesis kazandırılması yönündeki teşviklere bağlanır ancak gelişmelerin geçmişi çok daha gerilere dayanır.
1965'ten itibaren Mersin' in ortaya çıkan otel ihtiyacını ve bu alanda MTSO öncülüğündeki çok ortaklı girişimin tesis kazandırma çabalarını o döneme ilişkin belge, gazete haberleri, makalelerden derlemelerle ele almaya çalışacağım ama, Mersin- Antalya arasındaki ayrışmaya ışık tutması bakımından gözleme dayalı bir köşe yazısını paylaşmakta yarar görüyorum.
Mersin' in Azot fabrikasının kente kazandırılması için lobiler oluşturup Ankara' ya heyet üstüne heyet gönderdiği Eylül 1966' da Yenimersin gazetesi, Rıfat Sipahioğlu imzalı 'Alanya ve Turizm' başlıklı köşe yazısına yer verecektir:
"Birkaç günlük iş için yolum Alanya' ya kadar uzandı. Her şeyin muazzam değişikliği karşısında hayretler içinde kaldım. Kaldım diyorum zira; 23 yıl önce Antalya Aksu köy öğretmen okulunda dört hocalığım süresince bu inci Akdenizin şirin kasabasına defalarca gitmiştim.
Gerçi çeyrek asra yakın bu uzun devrede ve onun gibi bir çok yer de değişti ama, Alanya da değişikliğin rengi başkaydı. Oteller moteller bütün sahil şehri tıklım tıklım yabancı turistle dolu ve herkes kendi şehrinde gibi emniyette kendi anlamı içinde pervasızca geziyor, eğleniyor.. Bu olumlu anlamı Alanyalılar da benimsemiş, yabancının huzuru için gerekeni esirgemiyorlar. Günün her saatinde şortlu, pantolonlu, çeşitli tip ve kılıklarda dolaşıyor turistler. Ve bu rahatlık içinde para akıtıyorlar.
Akşam sahilde Mahbeli lokantasına gittim. Deniz kenarındaki bir masaya oturdum. Bir otuzbeşliğin yarısını, bir kavun, salata, bir kilo yoktu ama yarım kilonun üstünde büyük balık getirdiler.
Lokanta turistlerle dolu ve bir kısmı da oturacak yer arıyorlar. Masalara gayet güzel buketler ve çeşitli bayraklar konulmuş. çeşitli milletlere mensup flamalar. Dikkatimi çekti. Şef garsona sordum. Masada yemek yiyen turist hangi millete mensupsa o milletin bayrağını koyuyorlar. (…)
Hesabı istedim ve bizim en basit meyhane hesabından daha basit ve ucuz olan 10 liralık hesap karşısında hayret ettim.
Baba isimli otelde kalmıştım, otel tamamen Yugoslav kadınlarla doluydu, temiz oda, telefon, banyo, rahat kauçuk geniş yataklıydı. Her şey içinde 20 lira aldılar, arabama kadar da yolcu ettiler. Tertemiz yıkanmış caddelerle, belirli yerlerinde Poles, Pollice, Palice yazılı renklendirilmiş emniyet levhaları konulmuş (…)"
Temiz, ucuz ve turisti kucaklayan tesisler, makul hesapların alındığı restoranlarla turizmin parlayan yıldızı Alanya' yı anlatan ve gözlemleri yansıtan yazıyla aynı günkü Yenimersin gazetesinde yurt gezisine çıkacak dönemin Başbakanı ve Adalet Parti genel başkanı Süleyman Demirel' in Mersin ziyareti ve temelini atacağı Azot Gübre tesisi haberi, bayram heyecanıyla manşetleri süsleyecektir..