Başlığı seçimden iki gün önce attım ama siz bu satırları sonuçların belli olmasından sonra okuyacaksınız.
Farklı bir iklimde gidildi 31 Mart seçimlerine…
Bir yandan ekonomik kriz, bir yandan anlatacak yeni hikayesi olmayan iktidarın getirip önümüze koyduğu 'beka' meselesi..
Ülke yeterince ayrışmıştı zaten, bu kez de toplum bu iki mesele üzerinden cephelere ayrılmış durumda.
Yerel seçimle beka meselesinin ne ilgisi var demeyin?
Erdoğan iktidarı için her gitme olasılığının akıllara gelme ihtimali bile 'beka' anlamına geliyor.
Ülkeyi tek başına yöneten her muktedir için iktidarının zayıflaması, meşruiyet tartışmalarını da ortaya getiriyor.
Haksız da sayılmaz. Yanına aldığı MHP desteğine rağmen 50' nin altına inecek, özellikle de kendisine ait parti oylarını 40' ların altına, 35 bandına geriletecek her tablo, tartışma dozunun oyların gerileme oranlarıyla belirleneceği yeni bir dönemin de habercisi olacak bir biçimde…
Erdoğan ve destekçisi Bahçeli istedikleri kadar, 31 Mart gecesi sonuçlar ne olursa olsun ülkenin 4,5 yıl boyunca yeni bir seçimle karşılaşmayacağını iddia etsin, iddianın ispatı ancak sandıktan çıkacak tabloyla mümkün olacak.
En azından ekonomik alanda işlerin iyi kötü gittiği son seçimlerde bile 50' yi güç bela bulmuş bir iktidar, bugün mutfakta başlayan ve dört yanı saran yangına karşı aynı oranları yakalayabilir mi?
Elbette çok zor..
Zaten 'beka' meselesinin ortaya atılmasının ve Erdoğan cephesinde diğer tüm tartışmaların önüne taşınmasının sebebi de bu…
Milletin soğan kuyruklarına mahkum edildiği bir ülkede, istediğiniz kadar ekonominin ne kadar iyi olduğunu, en kötünün geride kaldığını anlatın, buna insanları inandıramazsınız.
İnandıramayacağınız için de, para/pul istemeyen sanal bir söylemi ortaya atmak, o söyleme uygun hayali düşmanlar üzerinden tüm toplumu korkutmak,kendi cephenizdekilere de 'beka' jargonuyla ikna etme gibi zor bir işi sürdürmek zorundasınız.
2002 seçimlerine giderken, ülkede yokluğu, yolsuzluğu, yasakları kaldıracağını söyleyerek iktidar olan bir siyasi hareketin Erdoğan eliyle bugün geldiği yer burası.
Artık yolsuzluğu tartışamıyoruz çünkü yasakları ortadan kaldırıp ülkeyi her şeyin tartışıldığı özgürlüklere kavuşturacağını söyleyenlerin elinde bugün eskisine oranla çok daha beter yasakların hüküm sürdüğü bir iklimde boğuluyoruz.
Yokluk derseniz, ona da cevabı yine Erdoğan çarpıcı sorunun içinde veriyor: "patlıcancılara, bibercilere, patatesçilere sesleniyorum, bir merminin fiyatını biliyor musunuz?"
İş 'bekaya' işte bu ifadeyle evriliyor ve 'bekanın' söz konusu olduğu yerde kimse çıkıp kuyruklara mahkum patatesi ağzına bile alamaz. Alanın bir süre sonra 'ihanetle' suçlanmayacağının garantisi yok çünkü…
İşte böyle bir ortamda girilen yerel seçimde ne projeleri, ne gittikçe şiddetlenen ekonomik kriz ve işsizliğin işleri daha da içinden çıkılmaz hale getireceği bir ortamda seçeceğimiz isimlerin karşılaşacağı tabloları doğru dürüst tartışamadık bile..
Ve bu ortamda geldik karar gününe…
Bana göre bu seçimde hangi isimlere oy vereceğimizden çok daha önemli bir tercih yapmak zorundayız.
Tıpkı ülkenin iki cepheye ayrılması gibi o cephelerle anılan yaşam biçimleri kentlerle de özdeşleşir hale gitmekte…
Muhafazakar kentlerle, batı değerlerine açık seküler kentler…
Erdoğan dönemi eskiden de var olan bu ayrışmayı gidereceğine, muhafazakar kentleri de çağdaş iklimle tanıştıracağına, özellikle de 2011' den itibaren yoğunlaşan biçimde muhafazakarlığı kurumsallaştıran adımlar attı. Bunu pek çok alanda ve çarpıcı biçimde izledik, izliyoruz.
Konya, Kayseri, Erzurum, Maraş hatta ulaştığı oy oranının da desteği sayesinde Gaziantep artık bu tanıma uygun yaşam biçimi ve ruhu olan kentler…
Bir de seküler İzmir var diğer cepheye örnek olan. (Anımsayalım sonradan sürçü lisan olarak dile getirildiği ifade edilse de 'Gavur İzmir' tanımı durup dururken ortaya atılmış bir söylem değildi. Aksine ayrışan kentleri algılayan bir düşüncenin dışa vurumuydu tanım)
Bu yerel seçimde Mersin gibi, Adana ve Antalya gibi iki arada 'Araf'ta' kalan kararsız kentler var..
Bu kentler sadece Büyükşehir' e veya beldelerine başkan seçmeyecekler. Daha da önemlisi 'muhafazakarlık' ile 'sekülerlik' arasında kararsız gibi duran bu ve benzeri kentler bir tercih yapmak zorunda kalacaklar.
150 yıldır kozmopolit yapısını korumuş, limanı sayesinde elinde tuttuğu dünyaya açılma avantajını, çok renkli, çok seslilik özellikleriyle harmanlayarak ister istemez özgür yaşam biçimini benimsemiş Mersinli her birey, son tahlilde seçimini buna göre yapacaktır diye düşünüyorum.