Son günlerde ÇED sürecinin tamamlanmasıyla Taşucu' na tersane adı altında çevre felaketine yol açması kaçınılmaz gemi söküm tesisi kondurma hayali kuranların amaçlarına bir adım daha yaklaştığı sır değil.
Taşucu cennetine göz dikenlerin bu ilk hamlesi değil, büyük ihtimalle rantın büyüklüğünü keşfedenlerin kapanması imkansız iştahı nedeniyle son da olmayacak..
Geçmişte bu kentin çevreye ve doğaya duyarlı insanlarının çabası sonunda katliam girişimleri püskürtülmüştü. O mücadele umarım bundan sonraki hukuki girişimlere ışık tutar…
Bu açıdan 2005' te yaşananları yansıtması bakımından kaleme aldığım "Taşucu tersanesi, turizme indirilecek darbe" makalesini yeniden yayınlamanın yararlı olacağını düşünüyorum.
Unutan hafızaları canlandırması umuduyla…
**
Taşucu tersanesi, turizme indirilecek darbe..
Tersane kurulacak olursa kimlerin hakim, kimlerin göstermelik oyuncu olacağını zaman gösterecek
Yorum kamuoyunun.
Gelelim tersaneyi almak isteyen grubun açıklamasında beni 'bilgisizlik ya da kasıtlı hareketle' suçladığı ve hedef tahtasına oturttuğu tersanenin kirlilik yaratacağı iddiamın yalanlamasına...
Taşucu' na tersane kondurmak isteyen girişime göre “Tersane kirlilik yaratmaz. Aksine tersane olan Tuzla’da denize girilmektedir. Üstelik tersane ile kaynakçı, tornacı, boyacı, elektrik ve elektronikçi gibi sayısız alanda yan
sanayi gelişip istihdam yaratılacaktır.”
Acaba gerçek böyle mi, Taşucu tersanesi Mersin’in dertlerine derman olacak mı?
Türkiye’de ilk tersane 1872 de Haliç’te kurulmasına rağmen modernizasyon ve nitel gelişme anlamında gelişme kaydetmedi.
Haliç’in dört yandan kanına girilirken, tersaneler de kirlilik konusunda üzerlerine düşeni fazlasıyla yaptılar.
Galata köprüsünün yeniden yapılması, haliç' in temizlenmesi çalışmaları sırasında gemi yapımcıları Anadolu yakasına göç etmeye başladılar.
Kartaldan başlayıp neredeyse Eskihisar iskelesine kadar ulaşan bir havzada, özellikle de Tuzla’da yoğunlaşan tam 32 tane büyük, 40 tane de küçük orta boy tersane kuruldu.
Tuzla’daki işçileri içinde barındıran LİMTER-İŞ sendikasına göre; Bu tersanelerde çalışan 10 bine yakın insanın ancak bin tanesi sigortalı. Geri kalanı gündelikçi denilen ve hiçbir güvencesi olmayan insanlardan oluşuyor.
On bin insanın büyük çoğunluğu ışığa gözlerini kısarak bakıyor, ellerinde yüzlerinde yanık lekeleri taşıyorlar. Kaynak ısısıyla ortaya çıkan gazlar, boya ve yağlar kanserojen özellikleri dışında deride tahribat yapıyor.
Aynı maddelerin, kazınan boyaların, kimyasalların karıştığı suların temizliğini, tersanelerin kirlilik yaratıp yaratmadığını, benden ve tersane uzmanı Mersin Ortak Girişiminden çok, çevre mühendislerinin bilmesi gerekmez mi?
Yazdıklarımızdan sonra Mersin Çevre Mühendisleri Odası ve çevrecilerin tepkilerini bekleyip göreceğiz.
Denize girildiği söylenen Tuzla’nın adı Türkiye ve dünyada 1993 yılında söküm için getirilen United States gemisindeki asbestli plakaların medya tarafından tespiti ile duyuldu. Dünya sağlık örgütü tarafından çevre ve insana verdiği giderilmez zararlardan dolayı yasaklanan asbestin medya tarafından ortaya çıkarılması ile oluşan tepkiler sonucunda gemi ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
İstanbul’un göbeğinde çevreye ve insana bu kadar zarar veren tersanelerin şirin gösterilmesi, Taşucu’ nda her türlü kişi ve kurum denetiminden uzakta faaliyet göstermesi benden çok duyarlı kurumların görevi.
Kirlilikten doğrudan etkilenecek Taşucu halkını temsil eden belediyenin girişim grubunun içinde yer alması ise ürkütücü.
Tuzlada meydana gelen yangınların ürkütücü görüntüleri hafızalardayken İtfaiye teşkilatı olup olmadığını bilmediğim taşucu Belediyesi umarım ne yaptığını biliyordur.
Aliağa tersanesi ve orda yaşanan çevre katliamı başka bir yazı konusudur.
Bugünkü yazımızı Tuzla ilgili çarpıcı bir rapordan alıntı yaparak bitireceğiz:
Yapılan iş gereği sürekli toz, petrol atıkları ve kimyasal maddelerle ortaya çıkar. Zararlı tozlar solunduğundan akciğer rahatsızlıkları, verem ve bronşit gibi hastalıklar görülmektedir.
Onarım için çekilen gemilerin büyük bölümü nemli ve havasızdır. İşçiler bu gemiler içinde çalışmaktadır. Çalışma alanı olan gemilerin içinde havalandırma tertibatı yoktur. Gemiler zehirli maddelerden ve atıklarından arındırılmadan onarıma çekilmektedir. Özel tersanelerde duş sistemi olmadığından işçiler zehirli maddeleri evlerine kadar götürmektedirler. Böylece tehlikeyle karşılaşan sadece işçi değil , ailesi de olmaktadır.
Törpüleme ve rende sonucu yayılan diner tozlarının yarattığı rahatsızlıklar da işçiler arasında görülmektedir. Boya da çalışan işçiler de kimyasal ve petrol atıkları ile iç içe yaşamaktadırlar. Bir başka örnek, tamir yapılacak gemide, işlemler başlamadan önce kaynaklarda delik olup olmadığını anlamak için çekilen filmdir. Çekim yapılan yerin 300 metre uzağında durmak şarttır, ama gerçek şu ki bu işlem esnasında işçiler çalışmaya devam etmektedir. Ve film çekimi sırasında yayılan radyasyondan etkilenmektedirler.
Asbest kimyasal madde kullanımı ise en korkunç örnektir. İşçiler bu öldürücü madde ile birlikte iç içe çalışmaktadır. Asbest işçilerin çalışma alanında hiçbir koruyucu önlem almaksızın bulunmaktadır. Bu durum ilgili meslek kuruluşları tarafından da tespit edilmiştir.
Gemi bozma yöntemleri ve onarım tekniklerinde kuralsız, rasgele ve ilkel yöntemler kullanılır. Bu da bedenen yıpranma ve meslek hastalıkları ortaya çıkarmaktadır. Yine eklem, kas ve bel ağrıları en çok görülen rahatsızlıklardandır.
İşte size İstanbul’daki bir tersanenin tablosu.
Abdullah Ayan
Mersin, 5.11.2005