Bir seçim daha sona erdi…
İstanbul' un tarihe geçecek sayım sürecini saymazsak, diğer tüm Büyük, küçük Belediyelerin Başkan ve Meclis üyeleri belli oldu.
Beş yıl süreyle yerelde vatandaşa hizmet etme yetkisini verdiğimiz insanları görevlendirdik.
Ülkede genel seçimler çoğu zaman daha süre dolmadan erkene alınıyor ama yerelde böyle bir gelenek yok. Seçtiğimiz insanları beş yıl boyunca iyi, kötü ne yaparlarsa yapsınlar taşıyoruz, daha doğrusu sistem taşıtmak zorunda bırakıyor bizleri…
Kimi ülkelerde uygulanan "seçilmişi geri çağırma" gibisinden yöntemler olmadığı ve yasa yapıcılar eliyle de olsa sistem bu konuya bugüne kadar farklı bir model geliştirmediğine göre yapacak fazla da şey yok.
Başarısızlığı ayyuka da çıksa, her dört kişiden birinin oyunu da alsa, 'seçilmiş' sıfatıyla koltuğa oturanı sineye çekmek zorunda kalıyoruz.
Bunun istisnaları yok mu?
Erdoğan' ın seçimlere bir yıl kala, görevlerini bıraktırdığı Ankara, İstanbul belediye başkanlarının istifaları hafızalardadır ve bu pek hukuki çerçevede işleyen bir yöntem de değildir.
Bir de son yıllarda tanık olduğumuz Kayyım Belediyeciliği var. Kayyım belediyeciliğiyle de halkın seçtiği Belediye başkanlarını kararnameyle görevden alıp yerine bürokrasiden bir ismin atanması…
Daha eskilerden pek bilinmeyen bir başka örnek 1950' de o günkü seçim yöntemi gereği Belediye Meclisinin kendi üyeleri arasından seçip Başkan yaptığı (uzun yıllar Belediye Başkanlarını halk değil, belediye meclisleri oylamayla belirliyordu) Mersin Belediye Başkanı Müfide İlhan' ın başına gelenler.
İlhan' ı belediye meclisindeki çoğunluğu sayesinde Başkan seçtiren Demokrat Parti grubu, bir yılın sonunda kendi bünyesinden çıkardığı ve efsane olarak nitelendirilen aynı İlhan' ı 'kifayetsiz' gerekçesiyle devirir. Aralık 1951' de İç İşleri Bakanlığı Mersin Valiliğine gönderdiği kararda "Mersin Belediye Meclisinin Başkan Müfide İlhan hakkında vermiş olduğu 'Ademi Kifâye' kararının tasdik edildiğini" bildirecektir.
Tüm örnekler 'halkın iradesine saygı' söylemine hayli ters ama karşılaştığımız örnekler…
Oysa 'geri çağırma' mekanizması, bu zorlama yöntemlere karşı demokrasi anlayışına çok daha uygun.
Kısa tanımıyla 'belirlenmiş koşul ve usullere bağlı olarak seçilmiş kişi ve organların halk oylamasıyla görevine son verilmesi' yöntemine 'geri çağırma' deniyor. Ve 'geri çağırma' seçilenlerin tepesinde 'Demokles' in kılıcı' gibi dursa da, demokrasi kuramının zaaflarına karşı hayli etkin bir mekanizmadır.
Seçilen, bu yöntemi aklında tutarak ve halkın her zaman kendisini geri çağırma iradesini kullanabileceğini bilerek, 'beni beş yıllığına seçtiniz, istediğimi yaparım, bana bir şey yapamazsınız' aymazlığına da düşemez.
Türkiye gibi adem-i merkeziyetçilikten uzak ve yereli her gün bir daha özgür bırakmak yerine merkeze daha çok bağlama anlayışının hâkim olduğu ülkede, yerel yönetimler her ne kadar merkeze bağlı ve bağımlı ise de, daha beteri vatandaş ta seçimle yereli yönetim yetkisi verdiği Başkanın insafına kalmış durumda.
Yerel anlamda katılımcılık yok, hiçbir projede vatandaşın görüşünü alma gibi mütevazı da olsa demokrasinin esamisi yok…
Başkan ve ekibinin oluşturduğu bütçeyi denetleme yetkisi olmayınca, her gelen kafasına göre dilediği projeyi, kafasına estiği biçimde uygulamaya koyuyor.
Örneğin bir Belediye Başkanı tüm kent karşı çıksa da, kaldırım söküp yeniden yaparken, kimseye hesap vermediği gibi, yaptığının gerekliliğinin tartışılmasına dahi izin vermiyor.
Mersin' de hep birlikte tanık olmadık mı? Kentin dokunulmaması gereken en iyi yaşam alanlarından biri olan sahil kreasyon alanı yerle bir edilip rant uğruna betona boğdurulmadı mı? Bu iş için yüzlerce trilyon para yeşil doku üzerine dökülen betona sarf edilmedi mi?
Katılımcı yerel yönetim anlayışında, hangi kaynağın hangi alanlara, hangi projelere ayrılacağı, önceliklerin nerelere verileceği daha bütçe hazırlanırken belirlenir.
Bunun için yasal düzenleme de gerekmiyor. Yeter ki Başkan birlikte yönetelim ilkesini seçildiği gün mazbatasını alıp belediye binasına ayak basarken dışarıda bırakmasın…
Örnek mi? harcama yetkisini, yasaların belirlediği limitler dışında da kendisi bazı kriterler getirsin.
Rakamı yine katılımcılık gereği tartışıp belirlemek mümkün ama örneğin bir milyon ve üzeri projelerde, hayata geçirilmesi düşünülen yatırımlarda pek ala, kamuoyu görüşüne başvurulabilir. Halk park mı, kreş mi, spor salonu mu, kaldırım mı istiyor? Tercihini kendisi yapsın…
Katılımcı bütçe uygulaması bugün pek çok ülke kentinde başarıyla uygulanıyor ve yaygınlaşıyor.
Peki biz de bütçe ve harcama yetkisi, tercihi nasıl işliyor?
Başkan ve onun göreve getirdiği o nedenle kendisine bağımlı kıldığı bürokrat bütçeyi de, harcama alanlarıyla ilgili tercihlerini de dilediği biçimde kendisi yapıyor. Masa başında ve Başkanın talimatı yoksa, kendi inisiyatifiyle.
Vatandaş sürecin neresinde? Hiçbir yerinde…
Oysa katılımcı yerel yönetim demek, bütçenin mahalle mahalle, sokak sokak tartışılıp, taleplerin dikkate alınması demek…
Katılımcı bütçe, vatandaşı sadece vergi veren pasif birey olmaktan çıkarıp yerel anlamda yaşamın her aşamasına ortak etmek…
Son seçimde de adayların dilinden düşmedi 'birlikte yönetme vaadi'…
Sahi birlikte mi yöneteceğiz?
Birlikte yöneteceksek, daha ilk günden alt yapısının hazırlanması, buna göre adımlar atılması gerekiyor.
Aksi takdirde, gelecek seçime kadar hüzünle anımsayacağımız boş bir slogandan öteye geçmez.
Bugüne kadar hep öyle oldu, umarım aynı sonuçla yüzleşmeyiz bu kez…