Önceki makalede sözünü ettiğim, 2012 Ocak ayında özellikle de o günün siyasi, ekonomik konjonktürü ışığında, eski kent merkezini Çamlıbel ağırlıklı canlandıracağına inandığım önerileri ele aldığım makalenin özetini aşağıda bulacaksınız…
On yılda nelerin değişip değişmediğini düşünürken o makalenin Arap Baharı diye tanımlanan ve bölgeyi demokrasi ışığında özgürleştirecek rüzgârın estiği iklim koşullarında yazıldığının not edilmesinde yarar var…
“ESKİ MERSİN NASIL KURTULUR, ÇAMLIBEL NASIL CANLANIR?
Soruların cevabı bir dosta yazdığım mektupta saklı, bu mektubu paylaşmak istiyorum…
Dostum;
Geçen yıl bu günlerde Atatürk Caddesinin en prestijli mağazalarından birinde düzenlenen hayli renkli toplantıya davet edişin aklımdan çıkmıyor.
Anımsayacaktır o günün konukları, aslında bugün oradaki işletmelerin iliğini kurutan FORUM AVM’ den canlandırılmasını istedikleri ve nasıl yapılacağına ilişkin projelendirdikleri bölgenin “eksiği yok, aksine fazlası vardır” tezimi dilimin döndüğünce anlatmaya çalışmıştım.
Deniz kıyısına yanaştırılacak ve ‘otopark- restoran’ olarak kullanılacak arabalı vapurun otopark sorununu farklı bir konseptte büyük oranda çözmesiyle, Atatürk Caddesinden Çamlıbel’ e uzanan bölgenin canlandırılması ve kısa zamanda eskisinden çok daha yüksek aktiviteye kavuşması mümkün olacaktı bana göre…
Balıkçı barınağı batısındaki rıhtım kruvaziye gemilerinin yanaşacağı konuma getirilebilir.
Tüm bunlardan çok daha önemlisi Cumhuriyet meydanından denize kadar uzanan alanı ortadan kesen cadde trafiğinin Valilik önünde deniz altına indirilmesi ve orduevi önünde yeniden yeryüzüne çıkmasını sağlayacak toplasan 500 metreyi bulmaz ama tüm bölgenin çehresini, kaderini değiştirecek bir yer altı geçidi…
Tüm bunlara ilaveten Ordu evi bulunduğu yerden daha güzel sahile sahip bir kıyı bölgesine taşınması ve mevcut Orduevi arkasında yer alan lojmanların bulunduğu alanın 5 yıldızlı şehir otelleriyle turizm alanına dönüştürülmesi.
Kısaca Kongre merkezi dediğimiz yerden başlayan ve Müftü deresi sınırında sona erecek, denizle kenti buluşturan, halkı sahille barıştıran yepyeni ve farklı bir konsept…
Bunun da en önemli ayağını kruvaziye turizmi oluşturacak. Kruvaze gemilerinin rıhtımından nefes kesecek güzellikteki karlı Torosları ve sahile doğru süzülen narin Mersin’ i hayranlıkla seyredecek konuklar..
Kendilerini etkileyen –gün gelir sahilde dikilen ucube binalardan kurtulup büyüleyecek konuma da getirilebilir- görüntüsüyle sıcacık bir Akdeniz kentini denizden selamlamanın keyfi…
(Kimse bana mevcut limanın bir rıhtımının bu işe hazırlandığını söylemesin. Yüke ve insana hitap eden tarzlar çok farklı. Zaten Mersin’ in ardından İzmir limanını özelleştirmeye hazırlanan ÖİB sırf bu kaygıyla İzmir’ de kruvaziyer turizmi için tasarladığı bölümü mevcut limandan ayırıp belirlediği yeni sınırlarla, yeniden düzenliyor bu günlerde.)
Çok mu zor kimisinin çılgınlık olarak nitelendireceği bu projeyi hayata geçirmek?
Veya farklı biçimde sorayım: Mersin’in çehresini değiştirecek, eski kenti canlandıracak böylesi bir çılgın projeyi ete kemiğe büründürmek için ne bekliyoruz?
Kaynak desen kaynağı kendi içinde yaratacak bir proje bu…
Doğallık desen, ilave hiç bir şey yapmamıza gerek yok, Mersin o bölgesiyle zaten hazır.
Katolik kilisesiyle Gümrük Meydanı arasında kalan bölgenin iyileştirilmesi ve eski Mersin evlerinin ve benzer yapıların butik otellere, konaklama, ağırlama tesislerine dönüşmesini sağlayacak projeye eklemlenmesi…
Eski Gaziantep dezavantajlarına rağmen başardı bunu…
İzmir’in kruvaze turizmi, aslında tarihi Kemeraltı dokusunun ve ölmekte olan ticari bölgenin kurtuluşuna borçludur bugün geldiği yeri…
Çamlıbel ve çevresinin veya daha geniş perspektifle bakarsak Katolik kilisesi-İstasyon kesitinden, Müftü deresine uzanan bölgenin İzmir Kemeraltı’ ndan eksiği mi var?
Aksine fazlasına sahibiz ve üstelik Arap baharı olarak nitelendirdiğimiz süreç eninde sonunda Mersin’ i doğu Akdenizin en güvenli ve önemli destinasyon noktası haline getiriyor, getirecek…
İzmir’in Kapadokya’ sı, Uzuncaburç’ u (OLBA), Eloza Sebaste’ si, Saint Paul ve Tarsus gibi hazineler yanında yakın çevrede Yumuktepe, Pompeipolis gibi mücevher taşları var..
Bunca zenginliğe karşı, Çamlıbel, Atatürk Caddesi’ ne umut bağlayan varlıklarını gömen onca insana ne oldu da, hayallerini gömüp sahneden çekildiler?
Aylardır bu sorulara yanıt bulmaya çalıştım….
Mantıklı bir yanıt bulamayınca da umutları, hayal kırıklıkları, cevapsız sorularıyla o süreci yeniden anımsatayım istedim…
Anlattıklarımın ötesinde ne diyebilirim ki?
Dokuz boğumdan oluşurmuş gırtlak ve aklı erenler kelimelerin boğaza düğümlendiği o an sekizini yutsan bile birini haykır derler boğulmamak için…
Bu kentte bazen “dokuzunu da yut diyorlar” insana…
Ve benim gibi susmayı istese de becermeyen birine, ölüm acısı yaşatıyor varlık içinde yokluğa boyun eğenlerin suskunluğu…”