Lise ve Üniversite yıllarımda yaz boyu babama yardım etmek, ofis işlerinin bir kısmını üstlenmek o dönemin koşullarında hayatın olağan seyrine, dillere pelesenk olmuş ifadeyle ‘zamanın ruhuna’ uyumlu davranışlardandı..
O dönemin tatili istisnalar dışında tüm erkek çocuklar açısından babanın ya da güvenilir bir yakının yanında çalışmaktan ibaretti ve sanırım benim kuşağımda herkesin bu konuda anlatacak dünya kadar hikâyesi vardır…
Çocukluktaki getir götür işleri, liseye gitmemle biçim değiştirdi..
Bunda hızlı daktilo kullanmamın büyük etkisi oldu sanırım..
Artık babamın ihracat lisanslarını, gümrük çıkış beyannamelerini dolduruyordum…
Özellikle deniz yüklemeleri sırasında gümrük beyannamesinin bir bölümü gemiyle ilgili bilgilere ayrılmıştı ve o haneleri acentelerin verdiği bilgiler ışığında doldururken sıkça duyduğum Panama adıyla gemi arasındaki bağı çözmeye çalışırdım…
Gerçekten de, o dönemin ticareti münhasıran Akdeniz çevresinde döndüğü için Lübnan, Yunanistan veya Mısır’ lı iş adamlarına ait bir geminin okyanuslar ötesi ülke bayrağı taşımasının nasıl bir mantığı olabilirdi?
ABD, İngiltere gibi dünya ticaretine egemen ülkeler dururken neden Panama?
Kısa zamanda sorunun cevabını öğrendim…
Panama armatörlerin vergi ödemediği bir cennetti…
Bu nedenle de gemilere kendi ülkelerinin değil o cennetlerin bayrağını asıyorlardı…
Aradan geçen zaman, Panama’ nın şanını azaltmadı, aksine küresel şirketler pek çok yeni Panama’ larla dünyanın pek çok noktasında vergi ödemeden servetlerini kamufle edecekleri yeni vergi cennetleri yaratılmasına ön ayak oldular…
Kapitalizmin yeni evresinde sınırlar insanlar için vardı…
Sermaye ise kıtadan kıtaya, ülkeden ülkeye ışık hızında dolaşıyor, nerede kâr görüyorsa oraya konuyor, alması gerekeni kaptıktan sonra bal arısı misali başka çiçeklere koşuyordu…
Ülkelerin kanun yapıcıları da özellikle neoliberal politikaların egemen olmaya başladığı 80’lerden itibaren her türlü düzenlemeyi küresel servet sahiplerinin beklentilerine uygun biçimde yapmayı görev edindiler…
Kontrol yoktu, vergi yoktu, yeter ki para gelsin di…
Sıcak para, 40 yıldır en çok şikayet edilen kavram olmasına rağmen, hiçbir ülke düzenleme yapmayı göze alamıyor…
Yaratılan canavar artık tek başına hiçbir ülkenin baş edemeyeceği türe dönüştü…
Diktatörlükler, oligarşik yönetimler bir yana kendini demokratik olarak tanımlayan ülkelerde bile oyunun kurallarını artık geniş halk kesimleri değil, para sahiplerinin lobileri, siyaseti besleyen güç odakları belirliyor…
İki asır önce Balzac’ ın tanımladığı “Kanunlar örümcek ağı gibidir. Büyük sinekler deler geçer, küçükler ise takılır kalır.” Ön görüsü sadece yasalar için değil, devletlerin binlerce yıllık “çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınması” ilkesi de kağıt üzerinde geçerli artık…
Asgari ücretten vergi almayı ihmal etmeyen, aksatmayan devlet ve o devleti yönetenler, iş milyonlarca dolar kazancın vergilendirmesine geldiğinde zayıfları yakalamak için koydukları örümcek ağının güçlülerce delinmesine seyirci kalıyor…
Bayrak, vatan, millet dendiğinde mangalda kül bırakmayanlar, ‘kazancın vergilendirilmesi’ söz konusu olduğunda bambaşka bayrakların dalgalandığı cennetlere sığınmakta…
Ve o cennetler, kapılarına gelenin kimliğine, paranın kaynağına değil, kendilerine ne kaldığının derdindeler..
Ülkelerinin kaynağını çalan müteahhitler, onların hırsızlıklarını organize eden gizli açık ortakları siyasetçiler, gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış bürokratlar, uyuşturucu kaçakçıları, silah tüccarları, insan kaçıran karteller…
Tümünün paraları offshore diye tanımlanan göstermelik ada ülkelerindeki gizli fonlara akıyor ve büyük kısmı yasa dışı olan paralarla servetlere servetler katılıyor…
Kurulan sistem öylesine kontrolden çıktı ki, bir ülkenin tek başına önlem almaya kalkmasının pratikte hiçbir yararı yok…
Yok, çünkü vergi cennetleri bir yana, küreselleşme öylesi boyutlara erişti ve öylesine kontrolden çıktı ki, ülkenizin vergi oranlarını beğenmediğiniz an, başka bir ülke yurttaşı olabiliyorsunuz…
Pek çok ülke artık parası olana vatandaşlık veriyor…
Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi, Malta, Bulgaristan, Türkiye ve daha nice ülkeden; konut alan, bankaya para yatıran, istihdam sağlayan vs etkinliklerden herhangi birini yapana ikamet, pasaport ve bir adım ötesinde vatandaşlık alma olanağı buluyor zenginler…
Düşünün, kendi ülkenizin olanakları, potansiyeli ile para kazanıp, iş o paranın yasal vergisini ödemeye geldiğinde daha düşük vergi alan, hatta hiç almayana kapağı atmak adalet duygusunu rencide etmesi yanında, çok kazanandan alıp yoksula ihtiyaç sahibine dağıtmak gibi sosyal devlet sorumluluğunun gereklerini yerine getirememek…
Bu konuda biri yıllar öncesinin Fransa’ sında, öbürü de son günlerde Çin’ de ortaya çıkan iki çarpıcı uygulama girişimi var…
Önce Fransa’ da 2013 yılında ünlü aktör Gerard Depardieu, ardından Çin Başkanı Xi ile Alibaba patronu Jack Ma arasında yaşanan ‘çökme!’ öyküsünü anlatacağım ama bir sonraki makalede…
Abdullah Ayan