‘Bütün dış politikalar, iç politikalardan başlar’
Ukrayna krizinde şu ana kadar geçen sürede Türk devleti, olması gereken bir tutum sergiliyor. Mümkün olabildiğince tarafsız kalmaya ve arabulucu olmaya özen gösteriyor. Savaş bir felakettir ve nerede duracağı nereye evirileceği önceden kestirilemez. Hiçbir aklı başında insan savaş taraftarı olamaz. Ancak savaş kapıya dayandığında da bundan kaçış yoktur. Hele ülkeniz saldırı altındaysa ya da bir işgal girişimine maruz kaldıysanız, elinizdeki tüm imkanları seferber etmek durumundasınız. Asıl olan savaş çıkmadan, savaşı bertaraf etme kabiliyetidir.
Türkiye, ikinci dünya savaşında harbe girmemeyi sağlayarak, ülkesi ve halkı için unutulmaz başarı elde etmiştir. Bunda, hiç kuşku yoktur ki 1936 yılında yaptığımız Boğazlar Sözleşmesinin (Montrö) büyük etkisi vardır. Bugün de gelinen noktada Montrö, yine doğru ve yerinde dayanağımızdır. Türkiye sözleşme ilkelerine harfiyen uyacağını vurgulayarak, tarafsızlık ilkesini devam ettireceğini açıklamıştır.
Türkiye, yanlış ve taraflı adımlar atması durumunda savaştan en çok etkilenen ülkelerin başında gelecektir ki şu haliyle bile ekonomik açıdan büyük zararları vardır. Geçmişten günümüze Türkiye etrafında gelişen tüm kriz ve savaşlar Türkiye’yi doğrudan etkilemektedir. Ekonomik zararlara ilaveten sığınmacı akınıyla da boğuşmak zorundadır ülkemiz. İşte tüm bu yaşananlar, ‘asıl hedefin Türkiye mi’ olduğu sorusunu gündeme getiriyor ki haklılık payı yüksektir.
Batı ittifakı kendine dört ülkeyi hedef seçmiştir. Bunlar Çin, Rusya, İran ve Türkiye’dir. Varşova Paktının yıkıldığı günden bu tarafa dört ülke etrafında çember daralmaktadır. ABD kriz yapıcı politikalarıyla, dünya halklarını birbirine düşürmektedir. Sonuncu kurban da maalesef Ukrayna’dır. Eğer Batı ittifakı yayılmacı politikalar izlemese ve söz verdikleri halde NATO’yu genişletmeye kalkışmasa, komşularına saldırmazlık garantisi verse ve ülkeleri istikrarsızlaştırmaktan ve silahlandırmaktan vazgeçse, dünya daha adil ve barışçıl bir yer olurdu.
Türkiye etrafındaki çember gitgide daralmaktadır. İkiz kule saldırılarının ardından İslam coğrafyasına yönelen ABD, Arap Baharıyla kendine direnen Libya’yı, Irak’ı ve Suriye’yi parçalamayı başarmıştır. Diğerlerinde de istikrarsızlaştırma ve örtülü müdahaleleri sürmektedir. Komşumuz Yunanistan korkunç derecede silahlandırılmaktadır. Yakın bir zamanda Batı’nın kışkırtması ile Yunanistan’la bir savaş kaçınılmazdır.
Eğer Batı, Türkiye’ye doğrudan bir saldırı gerçekleştirmediyse- örtülü saldırıları hiç durmuyor- bu Rusya etkisindendir. Zira Batı, Türkiye’yi Rusya’ya karşı ileri karakol pozisyonunda tutmak istemektedir. Soğuk Savaş döneminde Türkiye ileri karakol görevini başarıyla yerine getirmiştir. Türkiye’nin edilgen duruşuna alışık olan Batı, son dönemdeki- bilhassa 15 Temmuz’dan sonra- tarafsız ve kişilikli politikalar izlemeye çalışan Türkiye’yi iyice hedefine koymuştur. Vekalet savaşları, terör kartı, kuşatma, finansal ataklar, ambargolarla ülkemizin üzerine gelmektedir.
Batı, Rusya’yı da kuşatma altına almak istemektedir. Bu konuda, birçok eski Varşova Paktı üyesi ülkeyi NATO’ya alarak başarı sağlamıştır. Batı’nın kuşatmayı arttırma isteğine Rusya ‘dur’ demek zorunda kalmıştır. Zira Batı’nın Rusya’yı 25 ülkeye ayırma planı vardır. Rusya’nın caydırıcı gücü ve ülke bütünlüğü sürdükçe, Batı’nın NATO üyesi Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Ancak Rusya’nın dağıldığı ve Batı için risk olmaktan çıktığı anda, Türkiye açık hedef haline gelecektir. O halde şu anki durumda, Rusya’nın bir askeri güç olarak varlığı ve bütünlüğü, Türkiye açısından bir beka meselesidir.
Hayatları boyunca Batı boyunduruğu altında yaşamış ve dünyaya Batı perspektifinden bakan zihinler, bunu algılamaktan uzak kalacaktır. Rusya, tıpkı Suriye, İran gibi Türkiye açısından bir beka meselesidir ve mevcudiyetleri Türkiye için elzemdir.