Mersin’in nükleer santral yolculuğu, bilinenden daha eskiye dayanır.
Çoğumuz bilmez, 1983 yılında Kanadalılar nükleer santral yapmak için Mersin’e gelmişler ve çalışma başlatmışlardı. Olmadı, o zamanda bile engellendi!
Aslında Türkiye’de nükleer santral konusu daha da gerilere gider.
1976 yılında Başbakan Bülent Ecevit ve Enerji Bakanı Deniz Baykal döneminde nükleer santral planlanmıştır.
Parti tüzüğünde de nükleer enerjiye ihtiyaç olduğu belirtilmiştir.
Aslında tüm partilerin tüzüklerinde nükleer enerjiye ihtiyaç olduğu görülmektedir.
Nükleer enerji girişimine Türkiye ile aynı yıllarda başlayan Güney Kore, ilk nükleer santralini 1978 de tamamladı.
Güney Kore tüm Dünyada nükleer santral kurmada diğer ülkelerle yarışıyor. Türkiye de bu gün Dünya üzerinde aynı pazarda olabilirdi.
Müteahhitlikte çok ileri olan Türkiye bugün nükleer inşaatında da lider durumunda olurdu.
Türkiye 35 yıl süren tüm engellemelere, yerli ve yabancı örgütlerin mücadelesine rağmen nihayet 2010 yılında nükleer santral yapma kararı aldı.
Uluslararası antlaşmalara bağlı ve geri dönüşü olmadığı halde, bu anlamsız ve beyhude karşı çıkış sürdü; uluslararası örgütler de engelleyici girişimlere maddi-manevi desteğini sürekli artırdı.
*Önce tamamen nükleer enerjiye karşı çıkıldı.
Sonra sırasıyla;
*Tesisin yerine karşı çıkıldı,
*Rusların yapmasına itiraz edildi,
*Elektrik fiyatının yüksekliği eleştirildi,
*Müteahhit firmaya karşı çıkıldı,
*Zeminin sağlam olmadığı iddia edildi,
*İnşaatta çökmeler olduğu söylentisi yayıldı,
*İşçiler ile firma arasında anlaşmazlık gündeme getirildi,
*Tarım ürünleri ihracatını olumsuz etkileyeceği söylendi....
Bu süreçte, “güçlü bir devlet için mutlaka nükleer enerjiye sahip olunması gerektiği” görüşünde olduğumdan, yazılarımla hep destekledim.
Elbette, Çevre Duyarlılığı bağlamında gözden kaçan ya da benim dikkat etmediğim bir konu olabileceği varsayımıyla, konuyu tüm ayrıntılarına kadar inceledim.
Rus hükümetinin davetlisi olarak Rusya’daki benzer santralleri yerinde inceledim.
Avrupa’daki nükleer santrallerin mevcut konumu, işleyişi, tartışmaları ve verimi üzerine sayısız metni okudum.
Sonuçta nükleer enerjinin mutlak gerekliliğine ve teknoloji açısından herhangi bir riskin ve zararın olmadığına ikna oldum…
* * *
Tüm engellemelere rağmen inşaat hızla ilerledi, önemli bir kesintiye uğramadı.
Şimdi de son olarak santral ortağı Türk firmanın yerine bir Rus firmanın geçtiği şikayeti ve eleştirisi ortada.
Sonuçta her ne olursa olsun bugün binlerce insanın çalıştığı, daha tamamlanmadan bölge ekonomisine katkı veren santral Türkiye toprakları içerisinde, Türkiye için kullanıma hazırlanmaktadır; herhalde Türkiye’den taşınabilmesi de söz konusu değildir!
* * *
Özellikle” Marmara Depremi”nin ilk yıldönümünde, hemen depremin ardından yazdığım bir köşe yazısını hatırlıyorum.
Kapasitesini dolduran Marmara’nın yerini Çukurova’nın, özellikle Mersin’in alacağını belirtmiştim.
Limanın, Demiryolunun, Serbest bölgenin, Organize Sanayi Bölgesinin olduğu bölgemizin Marmara’ya alternatif olması için yalnızca Havalimanının ve Nükleer Santralin, SEKA gemi bakım ve tersane tesislerinin tamamlanması gerektiği görüşündeydim.
Maalesef çok geç kalındı.
Gelelim Avrupa’nın şu andaki durumuna:
Enerji sıkıntısı giderek tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır.
Hem kışı zor geçirme, hem de sanayi tesislerinin çalışamaması tehlikesi ile karşı karşıyalar.
Şu anda Avrupa enerjinin pahalı ya da ucuz alma sorunundan çok, bulabilmek için uğraşıyor.
Tüm dünyada nükleer santralin gerekliliği daha çok anlaşıldı.
67 yıldır nükleer enerjiden yararlanan dünyada şu anda 445 nükleer santral faaliyettedir.
Ancak kullanım ömrünü tamamlayanlar kapatılıyor.
Çok sayıda inşaat halinde olan nükleer santrallere yenileri ilave ediliyor ve inşaatları da hızlandırılıyor.
Almanya ise bugün kullanım ömrünü tamamlayan santrallerin kapanmayıp devam etmesi kararını aldı.
70’ li yıllarda tüm dünya gibi Türkiye’de iç ve dış engellemelere karşı durabilse ve nükleer enerjiye o günlerde geçebilse idi, herhalde bugün ülkemiz çok daha farklı bir durumda olurdu.
Hâlâ konuyu gündemde tutanların iyi niyetini anlamak zor.
Maalesef 50 yıl, yarım asır geç kaldık hem ülkemizin hem de bölgemizin gelişmesi geciktirildi.
Batı kaynaklı bir kirli lobinin, kendilerine rakip gördükleri dünya devletlerinin özellikle enerji alanındaki gelişmelerini sabote etmekte sınır tanımadığı yeterince öğrenildi. Özellikle de Türkiye gibi jeopolitik ve stratejik konumu, nüfus yoğunluğu ve ordusunun gücü açısından hızla gelişen öneme sahip bir ülkenin Doğu Akdeniz’de ve Karadeniz’de başarılı politikaları yanında, nükleer enerjiye sahip olma konusunda güçlü iradesi, Kıta Avrupası ve ABD açısından tehdit olarak algılanıyor. Bu meselede kimi çevreci yapılar destekleniyor, müthiş bir bilgi kirliliği ve algı düzeni için büyük bütçeler ayrılıyor.
Dünyanın neredeyse yarısını açlığa, yoksulluğa, sömürüye maruz bırakan; İki Dünya Savaşı üzerinden milyonların ölümüne neden olan, Hiroşima ve Nagazaki’de masum sivil halktan yüzbinlerin yanarak kavrulmalarına sebep olan Batı Aklı, şimdi masum çevreci pozlarda bizim enerji alanındaki her adımımıza karşı çıkıyor; çevreci görünümlü içerdeki elemanlarıyla algı oluşturuyor.
Bu konu büyük ölçüde deşifre olmuştur; çevreci militanların gürültüleri şimdi çok da önemsenmez haldedir; ama yine de Nükleer enerji konusunda cılız çıkışlar oluyor.
Dünyanın büyük bir enerji krizi içinde, giderek derinleşen bir büyük kavgaya hazırlandığı şu günlerde, Ülkemizin bu alanda her imkanı sonuna kadar kullanması çok önemlidir, kıymetlidir; bu meseleyi gündelik politikanın malzemesi yapmaya çalışan her bir ses, sonuçları çok maliyetli bir yanlış yapmaktadır; çok trajik bir oyunun içindedir.
HARUN ARSLAN....18 Ağustos 2022