Siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi. Tarifi çok kolay ama uygulaması çok zor bir yönetim sistemi demokrasi. Demokrasi, yüzyıllar boyunca insanlığın hep ideali olmuş, ancak günümüze değin genellikle bir hayal ürünü olmanın ötesine gidememiştir.
Özünde demokrasi eşitlik demek, adalet demek, özgürlük demek. Gelin görün ki bu idealler genellikle kağıt üzerinde kalıyor. Demokrasi halkın çoğunluğunun desteğini kazanan siyasî ekibin yönetme hakkına sahip olduğunu kabul eder. Ancak “çoğunluğun yönetme hakkı”nın “çoğunluk diktası”na dönüşmesi de kuvvetli bir olasılıktır. İşte bu noktada çoğulculuk, çoğunluk baskısı ihtimaline karşı demokrasinin en önemli güvencelerinden biri sayılır. Bunun temel nedeni, toplumsal çoğulculuğun sivil haklar aracılığıyla güvence altına alınarak demokratik yoldan siyaseti etkilemesine izin verilmesinin tek bir grubun baskın çoğunluk hâline gelmesi olasılığını azaltacağının varsayılmasıdır.
2014 yılının Ekim ayında ailece Boston’a gitmiştik. Kısa bir süre önce Tayyip Erdoğan yeni Cumhurbaşkanı seçilmişti. Kenyalı Müslüman bir taksi şoförü ile yaptığımız konuşma çok ilginçti. Erdoğan hayranı taksi şoförü aynen şunu söylemişti: “Erdoğan’dan sonra kimse Cumhurbaşkanı olmaya heveslenmesin. Yerine aileden birisinin gelmesi için çalışacaktır. Başkanlığı bırakmamak için her şeyi göze alacaklardır.” Aradan 6 yıl geçti, Kenyalı taksi şoförü haklı çıktı. Türkiye adeta din eksenli bir monarşinin egemenliğine girdi. Ne zaman kurtulur, nasıl kurtulur bilinmiyor. Elbette seçimle kurtulacak ama Ana Muhalefet Partisi Lideri Kılıçdaroğlu’nun söylediği gibi, sandık halkın önüne konulursa.
Türkiye “çoğunluk diktası” yönetimi ile karşı karşıya. Polisi, askeri, bekçisi, hakimi, savcısı, rektörü, vali ve kaymakamı iktidar partisinin içine yerleştirilmiş durumda. Kimsenin söz hakkı olmadığı gibi denetim hakkı da yok. Türkiye Büyük Millet Meclisi sizlere ömür. Eğer bunun adı demokrasi ise diğer rejimlerin adı ne oluyor merak konusu.
Sadece bir devlet memuru olan Diyanet İşleri Başkanı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü lanetleme cesaretini gösterebiliyor ve kendisini bu göreve getirenler tarafından takdir ediliyorsa o zaman sözün bittiği yerdeyiz demektir.
Bölücülük ve din siyasetini bayrak edinen baskıcı iktidardan kısa bir süre içinde kurtulamazsak korkarım ne Türkiye Cumhuriyeti kalacak ne de ülke. Yağmacılık ve yolsuzluk yaparak Türkiye’yi iliklerine kadar sömürmekten bir türlü doymuyorlar.
ahmetakinmersin@gmail.com