Korona virüs salgınıyla birlikte teşvik programları ve kamu destekli kredi musluklarının açılması ekonomik toparlanmayı hızlandırmasına rağmen enflasyonist baskılar yarattı. Bu süreçte Merkez Bankası’nın da para politikalarını sıkılaştırmada yavaş davranması enflasyonun yükselmesine yol açan bir diğer etken oldu.
Birinci çeyrekteki büyümeye rağmen azalma eğiliminde olan enflasyon korona virüs salgınının ağır olarak hissedildiği mayıs ayından sonra ekonomik daralmaya rağmen yükselişe geçti. Tüketici fiyat endeksi Aralık ayında yıllık bazda yüzde 14,60’a çıkarak yılın en yüksek seviyesine ulaştı. TÜİK’in bu rakamlarının bastırılmış rakamlar olduğu biliniyor.
Bugün gelinen noktada cari açık, işsizlik, yetersiz ekonomik büyüme yani verimli olmayan üretim, borç ve faiz ödemeleri iki yakamızı bir araya getirmiyor. Hukuk olmayınca güven de olmuyor. Yabancı sermaye Türkiye’ye temkinli yaklaşıyor. Yatırım olmadan ne istihdam artıyor ne de refah seviyesi yükseliyor. Kendisini ekonomist olarak ilan eden Cumhurbaşkanı’nın hala “faiz sonuç değil nedendir” görüşünde ısrarcı olması ekonomiyi içinden çıkılamaz duruma sokuyor. PTT şubelerinin indirimli Ayçiçek yağı satan merkezler geline gelmesi acaba Halk Bankası da mercimek satar mı şakalarına neden oluyor.
Ekonomi iktidarın elinde iki ucu keskin bıçak haline geldi. İktidardan düşmekten çok korkuyorlar. Ancak, diğer taraftan da kemer sıkmayı, halkın acı çekmesini gerektirecek biriken yapısal reformlar, dağ gibi sorunlar var. Yani bir tarafta kırk satır, diğer tarafta kırk katır.
İş dünyası her ne kadar yüksek faizden yakınsa da; güvenliği, hukuk normlarını, kurumsallaşmayı baş köşeye koyuyor. Diğer taraftan da iktidar, yabancı yatırımcıyı faizle cezbedip sıcak para bekleyerek ihtiyacı olan döviz finansmanını sağlamayı amaçlıyor. Ancak asıl önemli olan Türkiye ekonomisinin yüksek faiz sarmalından çıkması. Yani, sıcak para kazanırken halkın kaybetmemesi.
Akşamdan sabaha yüksek enflasyonu düşürecek bir formül dünyada daha yazılmadı. Yüksek enflasyonla yaşayıp da istikrarlı büyüme ve refah sağlayabilmiş dünyada bir tek ülke dahi yoktur. İşsizlik, yoksulluk, kayıt dışılık, kara para, din sömürüsü, ahlak bozukluğu, rüşvet ve yolsuzluğun temel kaynağı yüksek enflasyondur. İşimiz zor ama olanaksız değil.
Türkiye artık kaliteli, dengeli, sürdürülebilir, nitelikli sanayinin ve yeni teknolojilerin daha fazla paya sahip olduğu bir büyüme modeline geçmek zorunda. Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin ekonomik desteğine, iş ve stratejik ortaklığına gereksinimi var. Ekonomik büyümeyi çeyrek dönemlerde değerlendirmek yerine daha geniş çerçevede bakmak doğru olacaktır. Dolarizasyonun tutarlı ve rasyonel politikalarla zaman içinde azaltılması çok önemli.