Önce şunu belirtelim: “Ben Mersinliyim” diyebilen herkes Mersinlidir. Mersin’de yaşayan herkes, kentin tarihsel, kültürel ve sosyal değerlerinin farkında olmak, kentin yapısal, ekonomik ve kültürel dönüşümünün sürdürülebilirliğini sağlamak, kente aidiyet duygusunu pekiştirerek, kenti sahiplenmek ve korumak zorundadır.
Mersin’in kuruluşunda Hristiyanlar, Yahudiler, Araplar ve Mersin köylüleri (Türkmenler) var. Kentin bugünkü yapısını ve işlevini belirleyen asıl gelişmeler 1970’lerde ve 1980’lerde ortaya çıktı. Ortadoğu sorunu ve daha sonra başlayan İran-Irak savaşı Avrupa ülkelerinin transit ticaretini Mersin Limanı’na kaydırmalarına neden olmuştur. 1980’lerdeki ihracat hamlesi de Mersin’in bir liman ve ticaret merkezi olarak önemini daha da artırmıştır.
Mersin’deki hızlı gelişmeye bağlı göçler sonunda Mersin’in tüm yapısını kapsayan ve yeteri kadar kontrol edilip yönlendirilemeyen değişimler başlamıştır. 1970 yılında 112 bin olan nüfus, 1980 yılında 261 ve bugünde ise kent merkezi 1 milyona ulaşmıştır. Hızlı nüfus artışı ve göçler sonunda, kamu ve yerel yönetimlerin yatırımlarının yetersizliği çarpık kentleşmeyi ve plansızlığı beraberinde getirmiştir. Suriyeli sığınmacılar da ayrı bir dert.
Bir zamanların kültür, sanat, eğitim, spor ve ticaret merkezi olan Mersin, eski güzel günlerinin özlemini yaşamaktadır. Daha ilkokul öğrencisi iken, Halkevi’nin kütüphanesinde okul ödevlerimizi yaptığımız, aynı yerdeki spor salonundan yararlandığımız ve şayet zamanımız uygunsa döner sahneli salonunda Ulvi Uraz’ların ve Muammer Karaca’ların tiyatro eserlerini izlediğimiz güzel günlere benzer günleri çocuklarımızın yaşayamamasının üzüntüsü içindeyiz.
Mersin’in sorunları büyük. Ancak bunlar çözülemeyecek sorunlar değil. Hep birlikte elimizi taşın altına sokmalıyız. Elbette, bir kentin gelişmesinde devlet yatırımlarının çok büyük önemi var. Ancak, bunun kadar önemli olan bir diğer konu da yerel yönetimlerin çalışma programları ve şehrin dokusunu değiştirecek olan projeleridir. Kentler, kendisini yönetenlerden daha çok orada yaşayanlarındır.
Mersin’de yaşayan herkes, kendisini kentin bir parçası olarak görmeli, Mersin’de yaşamanın gerektirdiği koşul ve kuralları anlamış, özümsemiş ve benimsemiş olmalıdır. Mersin’e göç yoluyla gelenler kendi gelenekleri ve göreneklerini unutmamalı, ancak, kent kültürü gelişmeden kentlilik bilincinin oluşmasının güç olduğunu da gözardı etmemelidirler. Kentsel yaşam kalitesine sahip olan yerler çoğaldıkça, farklılıklardan, ortak bilinç ve kollektif bellek oluşumuna doğru gidilecektir.
Mersin’e sahiplenmeden, etkin ve kaliteli bir yönetim anlayışı ortaya koymadan, insanları yaşadığı kente yabancılaştıran politikalardan uzaklaşmadan sorunlara çözüm üretmek zorlaşacaktır.
Ümit Yaşar Oğuzcan’ın yazdığı gibi;
Bir daha dünyaya gelirsem eğer,
İsterim ömrümün her senesinde,
Günlerim hep böyle geçsin Mersin’de.
Son olarak: “Mersinliyi yaşat ki, Mersin yaşasın”.