Reyting hazretleri için, haber atlamama uğruna, onca kanal, onca yorumcu bir haberin, en ufak bir beyanatın suyunu, o da yetmiyor adeta posasını çıkartıyorlar.
Haberleri magazinleştirmekte üzerimize yoktur. Usandırıcı tekrarlar ve vurucu seslendirmeler eşliğinde, güya iyi haber verildiği sanılır. Haberler; başka ülkelerde de bizdeki gibi sunuluyor mudur? Magazinleşen haber; ciddiyetten ve sorumluluktan uzak ellerde haber değerini yitirip, inandırıcılıktan uzaklaşıyor. Sorumlu yayıncılık yerine, yandaş yayıncılık revaçta.
Bizim siyasetçiler konuşmayı sever. Hele mikrofon uzatıldığında hiç dayanamaz. Çok konuşan siyasetçi, çok iş yapmış olmuyor maalesef. Hele hele güvenliği, ülkenin yaşamsal geleceğini ilgilendiren konularda bu kadar çok konuşulur mu? İş üretmek yerine bol bol mahalle kavgası düzeyinde, ağız dalaşı yapıyorlar. Ülkenin geleceği için, en azından asgari müştereklerde anlaşılması gerekiyor. Yaşana krizlerde; siyasilerin fazla düşünmeden ağızlarına geleni söylemelerinin payı oldukça fazla.
Bir de bilgi kirliliği var ki; hiç sormayın! Eskiden bilgiye ulaşmak zor iken, günümüzde bilgi çokluğu ve kirliliği arasında doğru bilgiye ulaşmak zorlaşıyor. Özellikle sanal ortamlar; dezenformasyon bakımından müthiş etkili oluyor. Medyaya, sanal aleme düşen bir bilgiyi hemen doğru kabuk etmemek lazım. Aynı gün aynı konuda; genelkurmay ayrı, hükümet ayrı, muhalefet ayrı, dış kaynaklar ayrı konuşuyor. Buna dense dense kafa karıştırmak, insanları yanıltmak denir.
Son günlerde kaygı verici ve sorumsuzluk örneği birçok şeye tanıklık ediyoruz. At izi it izine karıştığından, Türkiye Cumhuriyeti; artık açık hedef haline gelmiştir. Türkiye düşmanları kışkırtıcı eylemlerini rahatça sergiliye bilmektedirler. Ajanların, dış istihbarat örgütlerinin deney alanına dönüştük. Bizi kirli bir savaşın içine sokma gayretleri son sürat devam ediyor Öyle ki; sınır illerimizin kötü niyetli yabancılardan geçilmediği yazılıp, söyleniyor
Farklı düşünenler; İyi de kardeşim eylemleri yabancılar mı yapıyor? İşte görüyorsunuz failler hep bizim vatandaşımız diyorlar ve haklılar. Tabii ki; istihbarat örgütleri, yabancı ülke vatandaşları, doğrudan olaylara müdahil olmazlar. Onlar olaylara meyil verirler, birilerini kullanır, maşa yaparlar
Yaşananlar bana o meşhur buzağı hikayesini hatırlatıyor. Evin gelini inek sağar. Az ötede buzağı iple bağlıdır ve sürekli annesine, emmek için hamle yapar. Fakat bir türlü ineğe yetişemez. İşte bu noktada şeytan devreye girer ve buzağının ipini azıcık gevşetir. İpi gevşeyen buzağı annesine yönelir. Fakat o arada süt dolu kovayı devirir. Gelin hemen eline geçirdiği bir sopayla buzağıya vurmaya başlar. İnek yavrusunu koruma içgüdüsüyle, gelini tekmeler ve onun üzerine basar. Kayınbaba kanlar içindeki gelinini kurtarmak amacıyla, elindeki tüfekle ineğe ateş eder. Gelinin kocası; babasının karısına silah doğrulttuğunu görünce, paniğe kapılır ve babasını silahıyla öldürür. Gelin tüm olanları kocasına anlatınca; oğlu babasını boş yere öldürdüğünü anlar. Pişmanlığından hemen oracıkta kafasına silahı dayar ve intihar eder. Şeytan tüm olan biteni keyifle izler ve şöyle der: Şimdi bu zavallılar yine suçu üzerime atarlar der ve uzaklaşır oradan. Görüldüğü gibi şeytan sadece ipi biraz gevşetir. Gerisini olayın kahramanları bir şekilde halletmiştir.
Şimdi yaşadıklarımızın benzerliğine bir bakalım ve ne kadar hassas, kırılgan zemin üzerinde ilerlediğimizi görelim.
Son Söz: Azrail can dağıtmaz!...