Ülkemizin zenginlikleri hep anlatıla gelir. Üç tarafımızın denizlerde çevrili olduğundan, yeraltı, yerüstü kaynaklarının çokluğundan, köklü tarih, kültür mirasından, genç ve dinamik nüfus yapısından sürekli bahsedilir. Ancak yine de gelişmekte olan ülke olarak kalırız.
Öyle ya, bu kadar zenginliğe, bolluğa rağmen neden hala bir ikinci dünya ülkesiyiz (artık üçüncü değil ikinci dünyaya aidiz). Gerçi bundan bir atım ötesi, yani birinci dünya ülkesi olabilmeye az kaldı. Onun için şu anki 10 bin Dolar milli geliri, en azından 20 bin Dolara çekmek lazım.
Yüksek teknoloji ürünlerini ( uçak, otomobil, tank, bilgisayar, cep telefonu ) üretmemiz; enerjide dışa bağımlılıktan kurtulmamız, madenleri, doğal kaynakları ekonominin hizmetine verimli şekilde sunmamız gerekiyor.
Malum kalkınmada, zenginleşmede en önemli unsurlardan bir tanesi ucuz enerji kaynaklarıdır. Gel gör ki; Türkiye enerjide dışa bağımlı. Acilen santrallere (termik, hidro, nükleer) ihtiyaç var. Ama santral yapımı çevresel etkileri sebebiyle engellenmek isteniyor. Sadece santraller değil; maden işletmek, yol, köprü, havaalanı, fabrika yapmak yoğun dirençle karşılaşır.
İşte size yeni bir bilgi: Dünyada en fazla altın madeni bulunan ülke, Güney Afrikadan sonra Türkiyeymiş. Biliyor muydunuz? Ben yeni öğreniyorum. Kim bilir farkında olmadığımız daha ne zenginliklerimiz var. Tamam, bor madeni rezervinde birinci sıradayız onu çok duyduk ama şu altın işi; yazık vallahi billahi yazık, bu millete. Dünyanın ikinci büyük altın madenine sahibiz ( araştırmalara göre 6 bin 500 ton). Bu kadar altınımız var ve hala fakiriz
Çünkü çevrecilik maskesi altında, birileri madenlerin çıkarılmasına karşılar. Madenler işletilmesin, santraller kurulmasın, yollar, barajlar yapılmasın! Peki, çevreci örgütlerin arkasında, yabancı devletlerin olduğunu biliyor musunuz? Mesela Almanya, bu ülke dünyanın en büyük altın işleyicisi ve ihracatçısı, kendisine rakip istemiyor.
Fakirlik kader mi yoksa iş bilmezlik mi? Bunun üzerine çok konuşulur. Fakirlik, birinci lige (dünyanın ilk on ekonomisi) çıkamamak kader olmamalı.
Eskiden her kötülüğün nedeni, komünizm tehlikesinde aranırdı. Oysa Mehmet Ağarın 90lı yılların ortalarında söyledikleri çok çarpıcıydı: Terör olaylarının arkasında hep Sovyet parmağı aradık ancak terör örgütlerinin Batı Avrupa gizli servisleri tarafından desteklendiği gerçeğini gördük. Bu sözlerin etkisinden yıllarca kurtulamadım. Demokrasi dediklerine, çevreciliğe, insan hakları söylemlerine, geri kalmışlığa, kalkınmaya; başka açılardan ve sorgulayıcı üslupla yaklaşmayı öğrendim.
Zenginliğin üzerinde yaşıyoruz. Ne acıdır ki; dost ve müttefik bildiklerimiz ve onların işbirlikçileri aracılığıyla hep gelişmekte olan ülke kompartımanında bekletilmek isteniyoruz.
Fakirlik kaderimiz değildir, olmamalıdır