Kreuzberg ismini duymayanlar olabilir. Fakat o ismi bilmek için güçlü nedenlerimiz var. Çünkü Türkiyede hemen her ailenin bir Almancı akrabası, tanıdığı mutlaka vardır. O yüzden Almanyaya giden gitmeyen hemen herkesin; Almanya, Almancılar ile ilgili bildikleri, duydukları anıları, hikayeleri olmuştur. Efendim Kreuzberg; Almanyanın başkenti Berlinin Türk mahallesi, diğer adı küçük İstanbul (klein İstanbul). Almanlar; orada yoğun olarak Türkler yaşadığı için, bu ismi layık görmüşler. Kreuzbergin namı sınırlarını aşmış. Berlin turlarının vazgeçilmezi olmuş. Tüm dünyadan turistler uğrar oraya, fotoğraf çeker, alış-veriş yaparlar. Türkiyeden küçük kesitler, insan manzaraları, damak tatları bulursunuz Kreuzbergde
Hiç unutmam, seksenli yılların başıydı. O meşhur çift katlı sarı belediye otobüslerinin üst katında yolculuk ediyoruz. Bir grup Alman kendi aralarında konuşuyor. Biri; Türkiyeye seyahat etmeyi düşünür müsünüz? diye sordu. Yanındaki biraz alaycı bir tavırla; Paramı neden boşuna harcayayım; Kreuzberge gittiğim de o iş kendiliğinden hallolur dedi. Bu diyalog beni çok etkiledi adeta zihnime kazındı.
Benzer sorularla bu kez Mersinde karşılaşır oldum. Nereden bilecektim ki; gün gelecek, yabancılık durumundan çıkıp ev sahibi olacağım ve roller değişecek. Mersine yönelen Suriyeli akınını, ben farklı duygular eşliğinde takip ediyorum. Anlayacağınız empati yeteneğim tavan yapıyor. Ancak göçler arasında önemli farklar var. En önemlisi Türkiye, Almanya kadar zengin değil. Gelenler misafir işçi (Gastarbeiter) yerine, savaştan kaçan sığınmacılar. Ortada kirli bir savaş var. Suriyelilerle komşuyuz, akrabayız, kültürel ve fiziksel benzerlikler üst seviyede. Avrupada bir Asyalı metrelerce öteden fark edilir. Ten rengi, saç rengi, giyim kuşamı hemen belli eder. Oysa Suriyelileri konuşana kadar Türklerden ayırt edemezsiniz çoğu zaman. Dikkatimi çeken bir husus da şu: Türkiye, sığınmacılara çok müsamahalı yaklaşıyor. Suriyelileri hemen hiç sıkmıyor. Aşırı denetim ve kayıt altında tutmuyor. Ama Alman kuş uçurtmaz her şey kitabi olmak zorundadır. Sıkı denetimlere tabidir yabancılar orada.
Toplumsal hayatta kültürel benzerlik, dindaşlık çok önemli. Bunlar toplumsal hayatın, barışın çimentoları. Namazda aynı safta yer tuttuğunuzda, bitiyor birçok şey. Kürtlerle aramızın bir türlü bozulamamasını da aynı minvalde değerlendiriyorum ben. Ayrı dinden olan Rumlarla, Ermenilerle ki; kadim Anadolu halklarıdır yapılan trajik hesaplaşma, ayrışma; aynı dine mensup insanlarla pek mümkün görünmüyor. Bir de tabii şehrimizdeki önceden bu tarafa yaşayan Arapları hesaba katmak lazım. Mersindeki yoğun yerleşik Arap nüfus; Suriyelileri entegre etme yolunda önemli işlevler üstleniyor.
Gelinen noktada Suriyeliler; Mersine damgayı çoktan vurdular. Sokaklar, işyerleri, parkalar, bahçeler onlarla doldu. Ve sayıları her geçen gün artıyor. Buradan bir düşmanlık algısı, yaratma çabası çıkmasın lütfen! İnsani açıdan göçe evet ama bu sosyal ve güvenlik bakımından kontrollü olmalı. Yani her önüne gelen, elini- kolunu sallaya sallaya buraya yerleşememeli. Bir yerdeki toplumsal yarayı iyileştirmek adına, başka yerlerde, başka yaralar açılmamalı! Göçler tarihi bize gösteriyor ki; göç edenler büyük oranda göç ettikleri diyarlarda kalıcı oluyorlar. İşte bizde hesabı kitabı ona göre yapalım. Kimse Suriyelilerin ülkelerine geri döneceklerini beklemesin!
Mersinde; Müftü Köprüsü ile Dondurmacı Halil arasında kalan Silifke Caddesi ve etrafı, Suriyelilerin yoğun ve belirgin olarak yaşadıkları bölgedir ve oradaki işyerleri tamamen onların eline geçmek üzeredir. Mersin birçok açıdan Kreuzbergleşmektedir. Şimdi size bir soru sorsam ve Halepe seyahat etmek ister misiniz desem. Cevabı duyar gibiyim Hayır param cebimde kalsın, ben bir Silifke Caddesi yapıp geleyim o bana yeter der gibisiniz Yazımı çok sık kullanılan şu tespitle bitirmek istiyorum: Türkiye ABye giremedi ama Suriye Türkiyeye girdi.
BEKİR ZORBA