7 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye; belirsizliğe itildi. Çok problemli bir coğrafyada, iktidar boşluğu hiç anlaşılır değil. Yakınlarda yeni bir hükümetin kurulacağına yönelik emareler de bulunmuyor. Tabii bu, puslu havayı sevenler için uygun iklim oluşturuyor. Zaten terör örgütleri hemen durumdan vazife çıkardı ve işe koyuldular.
Herkesin üzerinde mutabık kalması gereken, şu barış sözcüğüne fena takmış durumdayım. Ülkemiz kavram kargaşalarının yoğun yaşandığı, acayiplikler ülkesi. Şunu açıkça belirtmekte yarar var. Türkiyede etnik temelli bir savaşın sebepleri; verilen haklara bakıldığında ortadan kalkmıştı. Bundan sonra verilen her savaş; kesinlikle iyi niyetli değildir ve ülkemizdeki, birliği, beraberliği hedef almaktadır. Barış; savaşsız, kavgasız, huzurlu, düzgün ortam demektir. Ama bizde barış, sanki başka anlamlar taşıyor. Birileri savaşa savaşa kendi istediği barışı dayatmak istiyor. Barıştan anladıkları ile ülkenin geri kalanının barıştan anladığı farklı. Savaşanların barışı; ilk etapta özerkliktir, sonraları ise adım adım bağımsızlığa giden yoldur. Kimse kimseyi kandırmasın! Bunun dışında bir barış onlara göre söz konusu olamaz.
Sosyal medyada bazı haberler dolanıyor. Halep ve çevresini içine alan bölgede; yeni vilayetlerimiz oluşacakmış, Türkiye genişleyecekmiş falan. İyi ama kardeşim sen daha Kıbrıs olayını halledemedin. Şimdi başımıza bir de o bölgeyi mi saracaksın. Milleti yeni vilayetler kazanıyoruz deyip, boşuna iştaha getirmeyin! Sakın! Pirince giderken eldeki bulgurdan olmayalım.
Demek ki; deyimler boşa söylenmemiş. Deyimler, zaman zaman hatırlatır kendini. Adeta ben buradayım bana bu deyim boşuna verilmedi dercesine İşte Ortadoğu bataklığı isminin hakkını çok güzel veriyor. Bataklık; böyle bir şey olsa gerek. Bir kere girdin mi, çıkması zor hatta imkansız. Çırpındıkça batarsın.
Karanlık güçler; bölgemizde İran ve Irakı da içine katacak şekilde bir mezhep ve etnik temelli çatışma planlıyor olabilirler. Cumhuriyeti kuran iradenin, niçin Ortadoğudan uzak durduğunu şimdilerde daha iyi anlıyorum. Cumhuriyet tarihinin; bir terör saldırısında Reyhanlıdan sonra ikinci büyük katliamı, Suruçta gerçekleşti. Otuz iki ölü ve onlarca yaralı. Acımasız ve sarsıcı. Oysa bu çaptaki vahşetleri sadece televizyonlarda izliyorduk. Afganistanda, Pakistanda ardından Irakta ve en son Suriyede oluyordu bu türden saldırılar Ve bize uzaktı. Görüntüleri ana haber bültenlerinde saniyeler alıyordu. Nasıl olsa unutuluyordu ve zaten bizim buralarda böyle şeyler yaşanmıyordu. Biz işimize gücümüze bakmaya, yemeklerimizi yemeye, sohbetlerimizi yapmaya devam ediyorduk.
Oysa göz göre göre yaklaşıyordu tehlike. Afganistan, Pakistan derken Sınırımıza geldi dayandı. Önce Irak ve şimdi yanı başımızda. Yok yok daha yakın içimizde, köyümüzde, kasabamızda
Sınır güvenliği, kontrolü önemli. Irak ve Suriye sınırını birden düşündüğünüzde ortaya muazzam bir büyüklük çıkıyor. Elbette böyle bir alanı korumak, tahkim etmek, maliyetli ve kolay değil. Tüm güney illeri, her yer mülteci, kaçak insan dolu. Gerçi şu günlerde bir takım önlemler alındı, sınır güvenliği açısından ve daha da fazlası yapılacak havası estiriliyor, bakalım devamı gelecek mi? Vizesiz geçişlerden, ortak bakanlar kurulu toplantılarından, sınırların kaldırılması planlarına uzanan bir süreçten gelip; ortaçağ karanlığına saplandık. Bölgeyi dizayn eden güç, işini mükemmel yapmış doğrusu.
Tamam anladık insanız, akrabayız, yardım, dayanışma hepsi anlaşılır. Ancak savaş; hele böyle kirli olanı, böyle alçak ve kalleş olanı, hoşgörü, iyi niyet falan dinlemiyor. En olmadık bir anda, en olmadık bir yerde vuruyor.
İnsani gelişmişliğin düşük olduğu bu coğrafyada barış yapmak ve onu uzun soluklu kılmak, oldukça zor ve hayli maharet gerektiriyor. Nereden baksanız karışık bir durum. Barış mı dediniz? Ha bakın işte, o biraz gecikecek gibi.