Bekir Zorba
Köşe Yazarı
Bekir Zorba
 

Yaban Geyikleri

            İsveç’te bu günlerde gündemi; trafikte her yıl ölen, kırk bin yaban hayvanı oluşturmakta imiş. Mühendisler harıl-harıl araçlara yerleştirebilecekleri yaban hayvanları tanıyıp, kendiliğinden fren yapabilen bir sistem üzerinde çalışıyorlarmış. Ne diyelim, kolay gelsin. İsveç’te yaşamak varmış diye düşünebilirsiniz. Ama eminim, Türkiye’de doğup büyüyen biri için orası çok sıkıcı gelebilir. Düşünün bir kere! Hemen sıfıra yakın sorunlu bir hayat. Her şey belli bir düzen ve intizam içerisinde. Sürprizlere, adaletsizliğe, oldu-bittilere yer olmayan bir ülke. Yok, yok kalsın, ben almayayım. Benim heyecana, sinirlenmeye, strese ihtiyacım var (!)             Ey, güzel ülkemin, güzel insanları, bize hiç rahat yok mu? Tam da oluyor, bitiyor derken… Her şeye sil baştan, yeniden başlıyoruz. Gerilimlerden, terörden, hukuksuzluktan, yolsuzluktan besleniyoruz. Yazılarımda sıkça vurguluyorum. Gerçeklikle, sanallık iç içe geçmiş durumda. Sanki oyun oynuyoruz. Gündemi takip etmek maharet ve zaman istiyor, uzmanlık gerektiriyor.             Oysa seçim arifesinde ve sonrası, Suruç katliamına kadar geçen kısa sürede; görece bir iyimserlik vardı. Cumhuriyet tarihinin geniş katılımlı, şaibesiz, demokratik seçimleri yapılmış, hemen tüm taraflar, partiler hallerinden memnun bir şekilde önlerine bakmaya, planlar yapmaya başlamıştı.              Halkın iradesi bir biçimde sandığa yansımış, Akp’ye deyim yerinde ise sarı kart gösterilmişti. Sandıktan çıkan sonuç; bir koalisyonu öngörüyor, başkanlık sistemi hayallerine ise geçit vermiyordu. Geniş katılımlı bir onarım hükümeti içte ve dışta biriken sorunlara neşter atacak önemdeydi. Fakat birilerinin başka hesapları vardı ve “dediğim dedik çaldığım düdük.” sözü kitabi biçimde uygulanıyordu.            Sonunda olan oldu. Meclis devre dışı bırakılarak ivedilikle, 1 Kasım’da erken seçim kararı alındı. İlkleri bünyesinde barındıran, tantanalı, bir seçim hükümeti kuruldu. Anlaşılan yüksek rakımlı bir yerlerde; istedikleri sonuç çıkana dek seçim yapma kararında olanlar vardı. Bu arada ekonomik göstergeler altüst oldu, döviz fırladı, pahalılık iyice azdı. Ama olsun. Önemli olan; koltuğun elde kalmasıydı.           Bize rahat yok! Yine belirsizlik, yine gerginlik, terör ve evlere düşen ateş var. Bravo, başka türlü olsa şaşardım doğrusu. Suriye ile savaşın eşiğine geldik. Ortaçağ karanlığına komşu olduk, HDP devlete meydan okuyor. Yeni Anayasa “silah zoru” ile yapılmak isteniyor. HDP’nin ve ağababalarının geldiği nokta açık ve net “Ya dediklerimizi yaparsınız ya da savaşa devam ederiz” diyor adamlar. Açıkça tehdit ediliyoruz.             Mersin kentinin kozmopolitliği ve kriz bölgelerine yakınlığı, olayları birebir yaşamamıza, hissetmemize yol açıyor. Mersin tedirgin bekleyişini sürdürüyor… Beklentiler ve umutlar bir anda tersine dönebiliyor. Milyarlık projelerle, yaratılabilecek binlerce      istihdama sevinirken… İşte size Suriye krizi, terör krizi… Önceki yıllarda sokakları Arap plakalı turist araçlarıyla dolup taşan Mersin, şimdilerde sessizliği, turizm, istihdam açısından zorlukları ve mülteci sorunuyla boğuşan bir durumu yaşıyor…             Belalı, çok kültürlü, çok denklemli, tahriklere açık bir coğrafyada yaşıyoruz. Eski Bizans toprağı üzerinde, Bizans entrikası sürüyor… Emperyalist emeller devam ederken… Batı’nın bu bölgeye istikrar getirmeyeceği, getiremeyeceği herkes tarafından ama özellikle “iş birlikçiler” tarafından iyi bilinmelidir.             Türkiye’nin önü kesiliyor, zaman kaybediyor. Geleceği “karanlık güçler” tarafından belirlenmek isteniyor.             Size soruyorum: Bize rahat yok mu, insanlarımızın İsveç’teki yaban geyikleri kadar değeri yok mu?  
Ekleme Tarihi: 02 Eylül 2015 - Çarşamba

Yaban Geyikleri

            İsveç’te bu günlerde gündemi; trafikte her yıl ölen, kırk bin yaban hayvanı oluşturmakta imiş. Mühendisler harıl-harıl araçlara yerleştirebilecekleri yaban hayvanları tanıyıp, kendiliğinden fren yapabilen bir sistem üzerinde çalışıyorlarmış. Ne diyelim, kolay gelsin. İsveç’te yaşamak varmış diye düşünebilirsiniz. Ama eminim, Türkiye’de doğup büyüyen biri için orası çok sıkıcı gelebilir. Düşünün bir kere! Hemen sıfıra yakın sorunlu bir hayat. Her şey belli bir düzen ve intizam içerisinde. Sürprizlere, adaletsizliğe, oldu-bittilere yer olmayan bir ülke. Yok, yok kalsın, ben almayayım. Benim heyecana, sinirlenmeye, strese ihtiyacım var (!)

            Ey, güzel ülkemin, güzel insanları, bize hiç rahat yok mu? Tam da oluyor, bitiyor derken… Her şeye sil baştan, yeniden başlıyoruz. Gerilimlerden, terörden, hukuksuzluktan, yolsuzluktan besleniyoruz. Yazılarımda sıkça vurguluyorum. Gerçeklikle, sanallık iç içe geçmiş durumda. Sanki oyun oynuyoruz. Gündemi takip etmek maharet ve zaman istiyor, uzmanlık gerektiriyor.

            Oysa seçim arifesinde ve sonrası, Suruç katliamına kadar geçen kısa sürede; görece bir iyimserlik vardı. Cumhuriyet tarihinin geniş katılımlı, şaibesiz, demokratik seçimleri yapılmış, hemen tüm taraflar, partiler hallerinden memnun bir şekilde önlerine bakmaya, planlar yapmaya başlamıştı.

             Halkın iradesi bir biçimde sandığa yansımış, Akp’ye deyim yerinde ise sarı kart gösterilmişti. Sandıktan çıkan sonuç; bir koalisyonu öngörüyor, başkanlık sistemi hayallerine ise geçit vermiyordu. Geniş katılımlı bir onarım hükümeti içte ve dışta biriken sorunlara neşter atacak önemdeydi. Fakat birilerinin başka hesapları vardı ve “dediğim dedik çaldığım düdük.” sözü kitabi biçimde uygulanıyordu.

           Sonunda olan oldu. Meclis devre dışı bırakılarak ivedilikle, 1 Kasım’da erken seçim kararı alındı. İlkleri bünyesinde barındıran, tantanalı, bir seçim hükümeti kuruldu. Anlaşılan yüksek rakımlı bir yerlerde; istedikleri sonuç çıkana dek seçim yapma kararında olanlar vardı. Bu arada ekonomik göstergeler altüst oldu, döviz fırladı, pahalılık iyice azdı. Ama olsun. Önemli olan; koltuğun elde kalmasıydı.

          Bize rahat yok! Yine belirsizlik, yine gerginlik, terör ve evlere düşen ateş var. Bravo, başka türlü olsa şaşardım doğrusu. Suriye ile savaşın eşiğine geldik. Ortaçağ karanlığına komşu olduk, HDP devlete meydan okuyor. Yeni Anayasa “silah zoru” ile yapılmak isteniyor. HDP’nin ve ağababalarının geldiği nokta açık ve net “Ya dediklerimizi yaparsınız ya da savaşa devam ederiz” diyor adamlar. Açıkça tehdit ediliyoruz.

            Mersin kentinin kozmopolitliği ve kriz bölgelerine yakınlığı, olayları birebir yaşamamıza, hissetmemize yol açıyor. Mersin tedirgin bekleyişini sürdürüyor… Beklentiler ve umutlar bir anda tersine dönebiliyor. Milyarlık projelerle, yaratılabilecek binlerce      istihdama sevinirken… İşte size Suriye krizi, terör krizi… Önceki yıllarda sokakları Arap plakalı turist araçlarıyla dolup taşan Mersin, şimdilerde sessizliği, turizm, istihdam açısından zorlukları ve mülteci sorunuyla boğuşan bir durumu yaşıyor…

            Belalı, çok kültürlü, çok denklemli, tahriklere açık bir coğrafyada yaşıyoruz. Eski Bizans toprağı üzerinde, Bizans entrikası sürüyor… Emperyalist emeller devam ederken… Batı’nın bu bölgeye istikrar getirmeyeceği, getiremeyeceği herkes tarafından ama özellikle “iş birlikçiler” tarafından iyi bilinmelidir.

            Türkiye’nin önü kesiliyor, zaman kaybediyor. Geleceği “karanlık güçler” tarafından belirlenmek isteniyor.

            Size soruyorum: Bize rahat yok mu, insanlarımızın İsveç’teki yaban geyikleri kadar değeri yok mu?

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.