Bir eski Yugoslavya vatandaşının şöyle söylediğine inanılır: Biz sürekli dizi izliyorduk, bir de baktık ki ülkemiz elden gitmiş haberimiz olmamış.
İster aptal kutusu deyin, ister izlemiyorum deyin, ister her gün saatlerinizi onun karşısında geçiriyor olun fakat bir gerçek var; televizyon bizim aynamız. Tabii televizyon denince akla, en fazla vakit çalan diziler gelmekte. Gerçi haksızlık etmeyelim izdivaç programları da dizilerden geri kalmıyor. Beğenin ya da beğenmeyin diziler bizim gerçeğimiz oldu. Nasıl cep telefonsuz, internetsiz bir hayat düşünülmezse, diziler olmadan da bir hayat sürmek, vakit geçirmek zor, çok zor(!)
Siyah-beyaz, tek kanallı TV döneminde ilk Amerikan dizileri girmişti evlerimize. Hayatlarımızı baştan sona değiştirebilecek izler bırakmıştı. Sonraları renkli yayına geçişle birlikte arkası yarın formatında bitmek tükenmek bilmeyen Brezilya dizileri ile tanıştık. Aşkın, intikamın, entrikanın; tarihin ve yaşanan coğrafyaların ötesinde; insanlığın ortak dertleri olduğunu öğrendik. Yine zengin ve fakirin bitmeyen mücadelesinin, dünyanın her tarafında benzer sonuçlar doğurduğunu gördük.
O zamanlar Türk dizilerinin bir gün Amerikan ve Brezilya dizilerinin yerini alacağını hatta onları kat be kat geçeceğini; dev bir sektör haline geleceğini kimse öngöremezdi. Film uzunluğu ve kalitesinde çekilen diziler; bugün dünyanın her köşesinde, bir ihraç malzemesi ve tanıtım aracı olarak ilgi görmektedir. Zamanında yabancılara duyduğumuz hayranlık, şimdi bizim oyunculara ve dizilere gösterilmektedir. Her ne kadar set işçilerinin, oyuncuların uzun ve yorucu çalışma koşulları; kötü olsa da, diziler kanalların ve izleyicilerin işine gelmekte. Kanallar para kazanmakta, izleyiciler ise görmek ve yaşamak istedikleri hayal dünyasında ucuza vakit geçirmekteler
Hemen her TV izleyicisinin zevkine ve isteğine uygun dizi bulmak mümkün, ancak zaman geçtikçe konu sıkıntısı başlamakta, reyting canavarı dedikleri, ne işe yaradığı belirsiz bir ölçüm tekniğinin kurbanı olmamak uğruna çoğu kez tekrara düşülmekte; adliye-hastane-hapishane üçgeninde, şiddet sarmalı içinde zaman öğütülmektedir. Neden bu duruma düşüldüğünü sorsanız bahane hazırdır. Anında izleyici başka türlü istemiyor cevabını almanız kuvvetle muhtemeldir.
Tutkulu bir dizi izleyicisi olmadım ama ne olup bittiğine de şöyle, ucundan kenarından bakarım. Ben de geçen bu zaman diliminde kendime göre bir dizi tarifi geliştirdim. Benzer hikayelerin, farklı yüzler ve mekanlarla tekrar tekrar anlatıldığı televizyon yapımlarına dizi denir. Bu tarif, kitabi olmayabilir ancak dikkatli izleyici tespitidir.
Eğer yöremizde, yakınımızda çekilen (Adana-Tarsus-Mersin) diziler olursa, doğanın güzelliğini, tanıdık bildik yerleri birde dizi penceresinden görmek uğruna; yöre dizilerini tercih ettiğim olmuştur.
Ne yazık ki; ticari kaygılar ve reyting hazretleri uğruna uzadıkça uzayan ve son bölümlerde iyice bozulmaya başlayan diziler; belli bölümlerden sonra benim için izlenme hakkını kaybeder. Her yeni dizi, ilk üç bölüm izlenmeye değerdir. Ama ardından tekrara düşülür.
Bakınız mesela bir dizinin 18. bölümünde 150 dakika içine neler sığdırılmış: Deniz kenarında tabancayla öldürmeye teşebbüs, konağın kızının ahırda intihar girişimi, lokantada küfürleşme ve ardından kavga, konağın hizmetlisinin, konağın gelinine şantajı, hastanede boğarak öldürmeye teşebbüs, konağın gelininin eşini aldatma sahnesi, rakip ailenin kahyasının karşı konağın hanımağasına şantajı, aynı konağın eltilerinin birbirlerine şantaj girişimleri Defalarca hastane, adliye görüntüleri ve bölüm sonunda gelen tutuklama sahnesi
Gel de şimdi, Türk dizileri için kaygılanma. Silah, adliye, hastane, hapishane, darp, entrika, şantaj, şiddet, cinayet, tecavüz, aldatma, soygun, yalan, kavga ve yine silah, silah, silah Gerçekten paramparça olduk. Lütfen bizi bu girdaptan biran evvel kurtarın!