“Dız dız eden her sineğin balı olmaz”
Ünlü bilim insanı Albert Einstein; “ Arılar yeryüzünden kaybolursa, insanın dört yıl ömrü kalır” sözünü yıllar önce öne sürmüş. Farkındayım Einstein’e çok atıfta bulunuyorum. Ama ne yapayım adam çok akıllı ve hemen her konuda fikir sahibi. Söz ondan açılmışken devam edelim… Einstein’in kendisiyle fotoğraf çektiren her kişiden, beş dolar aldığını duymuş muydunuz? Evet, beş dolar ve o bu paraları yeni kurulan İsrail devletine yardım amaçlı gönderiyormuş. Demem o ki akıllı insan aynı zamanda devletini, milletini seven insandır.
Ünlü bilim insanı bu dehşet verici öngörüsü ile insanlığı uyarma ihtiyacı duymuş, arıların yok olması durumunda, dünyanın da yok olacağını söylemiş. Zira arılar ürünlerin tozlaşmasına ve döllenmesine yardımcı oluyor. Türkiye, dünyada arı varlığı ve kovan açısından ilk üç- dört ülke arasındadır. Arı varlığı ekonomi ve sağlık açısından son derece önemli.
Türkiye bu aralar yükselişe geçen gıda fiyatlarını konuşuyor. Hakiki gıda ürünleri el yakıyor. İyi bir balın kilosu 100 liradan aşağı değil. Et dersen 60-70 lira, tereyağı 50 lira, Antep fıstığı dersen 80 lira… Asgari ücretin 1603 lira olduğu bir ülkede sağlıklı kuşaklar yetiştirmeyi unutalım. Boyalı gıdalar ve içeceklerle ancak nal toplarız.
Yeni hükümet sistemiyle birlikte artık, bunların açık açık konuşulması lazım. Büyümek ama her alanda büyümek gerekir. Sanayi, finans sektörü, hizmet sektörü amenna. Tarım ve hayvancılık, arıcılık da en az diğer sektörler kadar gerekli.
Bir genç müteahhit arkadaşımla karşılaştım. Kendisi Mersin’de yan uğraş olarak arıcılıkla ilgileniyor. Benim dayım da arıcı. Ankara’da bir çiftlikte kaliteli bal üretiyor. Arıcılık, sezonluk ve hobi niyetine yapılıyor daha çok. Oysa ana işi arıcılık olanlar çoğalmalı, bilinçli ve profesyonelce yapılmalı bu iş.
Ekonomik amaçlı arıcılıkta, arı sürekli gezdirilmeli. Sabit arıcılıkta yılda bir kez ürün alınırken, gezgin arıcılıkta yılın üç-dört dönemi bal hasadı mümkün olmakta.
İnsanlar genellikle arı hakkında yeterli bilgiye sahip değiller. Öyle ki birçokları için iğneli yaratıklar oldukça ürkütücü ve yanına yaklaşılmaz. Oysa mucizevi bir yaratıktır arı. 21 günde dünyaya gelir 42 gün içinde görevini tamamlar ve ölür.
Genç arkadaşımın şimdilik on kovanı var. Anladığım kadarıyla arıcılığı ilerletmek ve büyütmek istiyor. Biraz sohbet ettik, anlattıklarından bu işe kafa yorduğu ve arıcılığı sevdiği belli. Genellikle arıcılık doğu Anadolu’da yapılır diye bilirdim ben. Oysa Mersin, Adana, Antalya bölgesinin arıları kışlatmak bakımından çok uygun olduğunu öğrendim. Arının sıcağı sevdiğini de yeni duydum arkadaşımdan.
Arıcılık iklim iklim, bölge bölge yapılıyor ülkemizde. Mersin’de narenciye balcılığı yaygın ken…Urfa’da gül balcılığı, Erzurum, Kars, Bingöl’de çiçek balcılığı yoğun…Marmaris, Muğla bölgesinde ise ağırlıkla çam balcılığı yapılıyor.
Doğu Anadolu’nun tercih edilme sebebi ise çiçek familyasının yoğunluğu ve zirai ilaç kullanımının azlığı gerekçe gösteriliyor. Akdeniz bölgesi, özellikle Çukurova ilaç kullanımının tavan yaptığı yerler. Zirai ilaçlama konusu arıcılık için oldukça hayati bir konu. Arıcılığın baş düşmanı olarak, bilinçsiz ilaçlama ve betonlaşma gösteriliyor. Eğer ilaçlama zorunluysa, arıların bulunduğu alanlarda gündüz yerine akşamları ilaç verilmesi öneriliyor.
Genç arkadaşım uygun yer bulabilen herkese arıcılığı öneriyor. Arı sokmalarından korkanlara da alerji testi yaptırmalarını tavsiye ediyor. Ayrıca sağlık açısından doğal arı ürünlerinin çok faydasını görmüş kendisi.
Arıcılığa başlamak isteyenlere, devletin bal ormanları tahsis ettiği ve teşvikler verdiğini de buradan hatırlatmak isteriz.
Son Söz: “Arının zahmetini çekmeyen; balını yiyemez.”