Harun Arslan
Köşe Yazarı
Harun Arslan
 

Corona Günlerinde Mersin – 6

Ülkemizde ilk kez bu kadar büyük, öngörülemeyen bir felaketle karşılaşıyoruz. Şimdi her birimizin alması gereken sorumluluklar var; ama bazılarına daha büyük sorumluluk düşüyor. Öncelikle basın mensuplarına önemli bir görev düşüyor. Daha önce de bir çok kez Mersin basınının acıklı durumunu aşağıdaki saptamalarla belirtmiş, sorular sormuştum:   *Bir Bilgi Gazetesi niçin yaratılamadı? *Habercilikten Şantajcılığa nasıl sapıldı? *Reklam haberler için bahşiş usulü ve ötesiyle niçin yüzleşilmiyor ? *Belediye kapılarında maaşlı gazetecilik! *Bayram gazeteciliği ! *Belediye haberleri karşılığında beklenen teşekkür parası! *Mersin’den ulusal basına yükselen gazeteci niçin çıkmaz? *Reklamdan komisyon karşılığı gazetecilik! *Fotoğraf çekip sosyal medyaya koyma gazeteciliği… *Bir sahife yazıyı hatasız bir Türkçeyle yazamayan bölge gazetecileri! * 2 Milyonluk Mersin’de hâlâ 30 bin nüfuslu Mersin gazeteciliği… *Okumayan, yabancı dil bilmeyen, donanımsız muhterisler… *Dedikodu haberciliğini gazetecilik sananlar…    Bu felaket durum, bir yanıyla da Mersin basını için kamuoyuna yaralı bir habercilik yapmak, halkı bilgilendirmek, eksiklikleri belirtmek, önerilerde bulunmak açısından bir imkândı. Bu imkânı kullanma konusunda bir gelişme yaşandı mı? Hayır…    Yaşadığımız şu ağır günlere dönelim: Mersin’de açılışlarda, Belediye etkinliklerinde, bazı işadamlarının toplantılarında genelde fotoğraf çekerken gördüğümüz basın mensuplarından şu süreçte ses yok! İnternet sitelerinde haber yapanlar ise yalnızca resmi haberleri kopyalayıp sitelerine koymaktan öteye gidemediler. Yazılı basın ne durumda? Bilgimiz yok…   Yazılarımda şahıs isimlerinden söz etmeyi çok tercih etmem; ama bu kritik dönemde adeta bir kamu görevi gören bazı basın mensuplarından söz etmeliyim. * Kent içinde aracıyla dolaşıp canlı yayın yapan, bazı aksaklıklarda yetkilileri bilgilendiren, kentin bir çok yerini canlı yayında görmemizi sağlayan Ahmet Söyler; * Görüntülü ve sesli yayında halkı bilgilendiren, önerilerde bulunan, sahadaki sorunları yerinde tespit eden Ufuk Cavlı; * Görüntülü yayında kent yöneticileri ve sorumlularla yaptığı söyleşilerle halka önemli bilgiler veren, uyarılarda bulunulmasını sağlayan Ahmet Özdemir. Kendilerine Mersinliler adına teşekkür ediyorum. Hep söyleniyor ya; “bu zor zamanlardan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye, Mersin basını da bu dönemi nasıl geçirdiğiyle yüzleşmeli, meslek sorumluluğu açısından neyi ne kadar başarabildiklerini gözden geçirmelidir. Sahada çalışan, kıt imkânlarıyla hemşerileri bilgilendiren (yukarda adını andığım arkadaşlar gibi) meslektaşların öne çıktığı bir yeni basın kuşağı için neler yapılması gerektiği tartışılacak, artık tükenmiş bir yerel basın yerine çağdaş, okuyan, donanımlı, yabancı dil bilen, kendi dilini düzgün kullanabilen, ülke çapında etkin, gazetecilik etiğiyle yetişmiş bir yepyeni kuşak gelmelidir. *                     *                     * Gelelim Mersin’de olur olmaz zamanlarda ahkâm kesen, gerekli gereksiz demeçler veren, fotoğraflarda poz vermeyi  seven, faydasız STK’lara ve sözde kent dinamiklerine… Bunların da hiçbirinden ses yok. Hatta daha kötüsü, bazı siyasi eğilimli STK üyelerin Devleti küçük düşürücü, halkın paniğe kapılmasına yol açacak paylaşımlarda bulunmalarını da ibretle izliyoruz. Şu zor zamanlarda, hemen her konudan bir damla siyasi fayda sağlamaya şartlanmış hastalıklı tipler yine sahnedeler. Yalan, saptırılmış ya da  “gerçekliğin bütününden koparılarak, çok daha aşağılık bir yalan için malzemeye dönüştürülmüş” bilgilerle toplumun en temel ihtiyacı olan doğru haber alma hakkını ve moralini zehirleyen ruh hastaları; devlete, millete ve toplumun değerlerine saldırmayı huy edinen, görünüşte kibir abidesi ama aslında aşağılık duyguları içinde çırpınan çer çöp tipler…   Yine üzücü bir durum da “Kent Konseyleri”nde. Bugüne kadar yalnızca Devlet yatırımlarına ve istihdam sağlayacak, bölgemizin ekonomisine katkı verecek projelere karşı çıkmayı, engellemeye çalışmayı bir görev haline getirdiklerini biliyoruz. Şimdi bu hassas dönemde krize karşı duyarlılık gösterip bir fayda sağlamaları gerekirken, bu kez de yine bir fabrika açılışına karşı çıkıyorlar. Her şey tamam; hayat olağan akışına kavuştu da bir eksiğimiz sizin Çevre Duyarlığınız idi… Neyin ne olduğunu konuşuruz; çevre açısından konuşulması gereken bir mesele varsa tartışırız; ama devletin her anlamda çok derin ve hassas gözlemlerle insan ve toplum sağlığı için anlık kararlar aldığı zamanlardayız; var mı bu konuda katkınız? Yok! Şu belalı günlerde devlete karşı yeni bir güvensizliği tahrik edecek adımı niye atıyorsunuz? Neyin acelesi bu? Bir ay sonra, neyse mesele bilim ışığında tartışılır ve gereği  yapılır; ama şimdi hemen bütün kirli, sahte hesaplarla halkın devlete olan güvenini sarsacak bir kirli koro hiç susmazken, bir siz mi eksiktiniz! Hadi ötesine dilimiz varmıyor ya; bu sorumsuzluktur, yapmayın…   Herkes aklını başına almalıdır; belki de bir asırdır karşılaşmadığımız, herkesin bir şekilde zarar göreceği bu felakete karşı vakit geçmeden “ben ne yapabilirim?” diye düşünülmelidir. Devletimiz gururlanacağımız bir sağlık altyapısına ek olarak hızla karar alıyor, uyguluyor; sağlık ve gıda tedarik zincirinin kopmaması için mikro/makro düzeyde  adımlar atıyor; güvenlik ve zabıta güçlerimiz evlere hizmet taşıyor; sağlık çalışanlarımız ölümle iç içe 24 saat çırpınıyor; ekonomik süreçte olabildiğince çarkın dönmesi için inanılmaz bütçe destekleri sağlanıyor ve son olarak da büyük bir kampanya ile toplumsal dayanışma seferberliği başlatılıyor. Peki biz ne yapıyoruz; yapmalıyız? Soru basit; ama kişisel ve toplumsal ahlâk açısından cevabı zor! Hayatı ve Toplumu, İnsanı ve Devleti sevmektir bütün mesele; nefrete bulanmış politik hesapları içinde kirlenmiş koro, ülke dışından ayarlanmış cümlelerle susmayacak hiç… ama şu ağır ve acılı zamanlarda ülkemiz, insanımız,   Devletimiz, sağlık çalışanlarımız, güvenlik güçlerimiz, medyamız, iş çevremiz ve tüm çalışanlarımız bir karşı koro olarak hakkı, hakikati, hayatı, geleceği, umudu, dayanışmayı, iyiliği ve duayı bu güzel ülkeye hakim kılacağız. Yapıcı önerilerimizi de esirgemeden Devlet/Millet kaynaşmasına zarar vermeyeceğiz; yoksul haneye, yaşlı hemşeriye ilaç ve ekmek taşıyan, “başka bir ihtiyacın var mı? diye soran yorgun ve uykusuz polisimizi televizyonda izlerken ağlayanlardan olacağız.   Dilerim Devletim, Halkım, Mersinli Hemşerilerim ve tüm insanlık bu ağır zamanları olabilecek en az hasarla atlatır ve paha biçilmez tecrübeler ve insanlık dersleriyle dolu yepyeni bir dönemde Devlet olmak, millet olmak, aile olmak, bir yuvada buluşmak, dayanışmak ve paylaşmak… yani çırılçıplak, basit, sıradan  İnsan Olmak ne demektir? yeni baştan düşünerek, mümkünse anlayarak geri kalan hayatımızı bir armağan sayar ve şükrederiz.   HARUN ARSLAN.....31 Mart 2020      
Ekleme Tarihi: 31 Mart 2020 - Salı

Corona Günlerinde Mersin – 6

Ülkemizde ilk kez bu kadar büyük, öngörülemeyen bir felaketle karşılaşıyoruz.

Şimdi her birimizin alması gereken sorumluluklar var; ama bazılarına daha büyük sorumluluk düşüyor.

Öncelikle basın mensuplarına önemli bir görev düşüyor.

Daha önce de bir çok kez Mersin basınının acıklı durumunu aşağıdaki saptamalarla belirtmiş, sorular sormuştum:

 

*Bir Bilgi Gazetesi niçin yaratılamadı?

*Habercilikten Şantajcılığa nasıl sapıldı?

*Reklam haberler için bahşiş usulü ve ötesiyle niçin yüzleşilmiyor ?

*Belediye kapılarında maaşlı gazetecilik!

*Bayram gazeteciliği !

*Belediye haberleri karşılığında beklenen teşekkür parası!

*Mersin’den ulusal basına yükselen gazeteci niçin çıkmaz?

*Reklamdan komisyon karşılığı gazetecilik!

*Fotoğraf çekip sosyal medyaya koyma gazeteciliği…

*Bir sahife yazıyı hatasız bir Türkçeyle yazamayan bölge gazetecileri!

* 2 Milyonluk Mersin’de hâlâ 30 bin nüfuslu Mersin gazeteciliği…

*Okumayan, yabancı dil bilmeyen, donanımsız muhterisler…

*Dedikodu haberciliğini gazetecilik sananlar…

  

Bu felaket durum, bir yanıyla da Mersin basını için kamuoyuna yaralı bir habercilik yapmak, halkı bilgilendirmek, eksiklikleri belirtmek, önerilerde bulunmak açısından bir imkândı.

Bu imkânı kullanma konusunda bir gelişme yaşandı mı? Hayır… 

 

Yaşadığımız şu ağır günlere dönelim: Mersin’de açılışlarda, Belediye etkinliklerinde, bazı işadamlarının toplantılarında genelde fotoğraf çekerken gördüğümüz basın mensuplarından şu süreçte ses yok!

İnternet sitelerinde haber yapanlar ise yalnızca resmi haberleri kopyalayıp sitelerine koymaktan öteye gidemediler.

Yazılı basın ne durumda? Bilgimiz yok…

 

Yazılarımda şahıs isimlerinden söz etmeyi çok tercih etmem; ama bu kritik dönemde adeta bir kamu görevi gören bazı basın mensuplarından söz etmeliyim.

* Kent içinde aracıyla dolaşıp canlı yayın yapan, bazı aksaklıklarda yetkilileri bilgilendiren, kentin bir çok yerini canlı yayında görmemizi sağlayan Ahmet Söyler;

* Görüntülü ve sesli yayında halkı bilgilendiren, önerilerde bulunan, sahadaki sorunları yerinde tespit eden Ufuk Cavlı;

* Görüntülü yayında kent yöneticileri ve sorumlularla yaptığı söyleşilerle halka önemli bilgiler veren, uyarılarda bulunulmasını sağlayan Ahmet Özdemir.

Kendilerine Mersinliler adına teşekkür ediyorum.

Hep söyleniyor ya; “bu zor zamanlardan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”

diye, Mersin basını da bu dönemi nasıl geçirdiğiyle yüzleşmeli, meslek sorumluluğu açısından neyi ne kadar başarabildiklerini gözden geçirmelidir. Sahada çalışan, kıt imkânlarıyla hemşerileri bilgilendiren (yukarda adını andığım arkadaşlar gibi) meslektaşların öne çıktığı bir yeni basın kuşağı için neler yapılması gerektiği tartışılacak, artık tükenmiş bir yerel basın yerine çağdaş, okuyan, donanımlı, yabancı dil bilen, kendi dilini düzgün kullanabilen, ülke çapında etkin, gazetecilik etiğiyle yetişmiş bir yepyeni kuşak gelmelidir.

*                     *                     *

Gelelim Mersin’de olur olmaz zamanlarda ahkâm kesen, gerekli gereksiz demeçler veren, fotoğraflarda poz vermeyi  seven, faydasız STK’lara ve sözde kent dinamiklerine…

Bunların da hiçbirinden ses yok.

Hatta daha kötüsü, bazı siyasi eğilimli STK üyelerin Devleti küçük düşürücü, halkın paniğe kapılmasına yol açacak paylaşımlarda bulunmalarını da ibretle izliyoruz.

Şu zor zamanlarda, hemen her konudan bir damla siyasi fayda sağlamaya şartlanmış hastalıklı tipler yine sahnedeler.

Yalan, saptırılmış ya da  “gerçekliğin bütününden koparılarak, çok daha aşağılık bir yalan için malzemeye dönüştürülmüş” bilgilerle toplumun en temel ihtiyacı olan doğru haber alma hakkını ve moralini zehirleyen ruh hastaları; devlete, millete ve toplumun değerlerine saldırmayı huy edinen, görünüşte kibir abidesi ama aslında aşağılık duyguları içinde çırpınan çer çöp tipler…

 

Yine üzücü bir durum da “Kent Konseyleri”nde.

Bugüne kadar yalnızca Devlet yatırımlarına ve istihdam sağlayacak, bölgemizin ekonomisine katkı verecek projelere karşı çıkmayı, engellemeye çalışmayı bir görev haline getirdiklerini biliyoruz.

Şimdi bu hassas dönemde krize karşı duyarlılık gösterip bir fayda sağlamaları gerekirken, bu kez de yine bir fabrika açılışına karşı çıkıyorlar.

Her şey tamam; hayat olağan akışına kavuştu da bir eksiğimiz sizin Çevre Duyarlığınız idi…

Neyin ne olduğunu konuşuruz; çevre açısından konuşulması gereken bir mesele varsa tartışırız; ama devletin her anlamda çok derin ve hassas gözlemlerle insan ve toplum sağlığı için anlık kararlar aldığı zamanlardayız; var mı bu konuda katkınız? Yok! Şu belalı günlerde devlete karşı yeni bir güvensizliği tahrik edecek adımı niye atıyorsunuz? Neyin acelesi bu? Bir ay sonra, neyse mesele bilim ışığında tartışılır ve gereği  yapılır; ama şimdi hemen bütün kirli, sahte hesaplarla halkın devlete olan güvenini sarsacak bir kirli koro hiç susmazken, bir siz mi eksiktiniz! Hadi ötesine dilimiz varmıyor ya; bu sorumsuzluktur, yapmayın…

 

Herkes aklını başına almalıdır; belki de bir asırdır karşılaşmadığımız, herkesin bir şekilde zarar göreceği bu felakete karşı vakit geçmeden “ben ne yapabilirim?” diye düşünülmelidir.

Devletimiz gururlanacağımız bir sağlık altyapısına ek olarak hızla karar alıyor, uyguluyor; sağlık ve gıda tedarik zincirinin kopmaması için mikro/makro düzeyde  adımlar atıyor; güvenlik ve zabıta güçlerimiz evlere hizmet taşıyor; sağlık çalışanlarımız ölümle iç içe 24 saat çırpınıyor; ekonomik süreçte olabildiğince çarkın dönmesi için inanılmaz bütçe destekleri sağlanıyor ve son olarak da büyük bir kampanya ile toplumsal dayanışma seferberliği başlatılıyor.

Peki biz ne yapıyoruz; yapmalıyız?

Soru basit; ama kişisel ve toplumsal ahlâk açısından cevabı zor! Hayatı ve Toplumu, İnsanı ve Devleti sevmektir bütün mesele; nefrete bulanmış politik hesapları içinde kirlenmiş koro, ülke dışından ayarlanmış cümlelerle susmayacak hiç… ama şu ağır ve acılı zamanlarda ülkemiz, insanımız,

 

Devletimiz, sağlık çalışanlarımız, güvenlik güçlerimiz, medyamız, iş çevremiz ve tüm çalışanlarımız bir karşı koro olarak hakkı, hakikati, hayatı, geleceği, umudu, dayanışmayı, iyiliği ve duayı bu güzel ülkeye hakim kılacağız.

Yapıcı önerilerimizi de esirgemeden Devlet/Millet kaynaşmasına zarar vermeyeceğiz; yoksul haneye, yaşlı hemşeriye ilaç ve ekmek taşıyan, “başka bir ihtiyacın var mı? diye soran yorgun ve uykusuz polisimizi televizyonda izlerken ağlayanlardan olacağız.

 

Dilerim Devletim, Halkım, Mersinli Hemşerilerim ve tüm insanlık bu ağır zamanları olabilecek en az hasarla atlatır ve paha biçilmez tecrübeler ve insanlık dersleriyle dolu yepyeni bir dönemde Devlet olmak, millet olmak, aile olmak, bir yuvada buluşmak, dayanışmak ve paylaşmak… yani çırılçıplak, basit, sıradan  İnsan Olmak ne demektir? yeni baştan düşünerek, mümkünse anlayarak geri kalan hayatımızı bir armağan sayar ve şükrederiz.

 

HARUN ARSLAN.....31 Mart 2020

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.