“ En çok bolluk getiren yağmur; alın teridir ” Cenap Şahabettin
Yıllar evvel kendisi de yazan- çizen biri olan arkadaşımla, ünlü bir köşe yazarı hakkında epey tartışmıştık. Köşe yazarı gazetecinin, hemen her gün dörtte bir gazete sayfası kadar yer tutan yazıları çıkıyor. Peşinen söyleyeyim ben yazarımızı beğenerek takip ederim. Türkiye gündemini o kadar güzel yakalar ve yorumlar ki. Arkadaşıma onunla ilgili bazı saptamalarda bulunmuştum. Gazetecilik okulu öğrencileri, ya da yetenekli kalemlerden, asistanlardan oluşan insanlardan yardım alabileceğini, çünkü onca iş yükü altında başka türlü günlük yazılarıyla baş edemeyeceğini ileri sürmüştüm
Devamla, çok iyi paralarla çalışan ünlü gazetecilerin, gerektiğinde yanlarında düşük ücretlerle part time ( yarı zamanlı) insanlar çalıştırabileceklerine dikkat çekmiştim. O tutulan kişiler ünlü gazetecilere, konuları araştırma ve metinleri yazma noktasında pekala yardımcı olabilirlerdi. Kaldı ki büyük yayın organlarının ayrıca düzeltmenleri de bulunur ve gazetecilerin yazıları tekrar tekrar gözden geçirilir.
Kabul ediyorum hızımı alamayıp, ünlü gazetecilerin aldıkları paranın yarısına aynı işi, benzer metotlarla çıkartabileceğimi iddia etmiştim. Çünkü bizim şu anki yazılarımız yerel gazete şartlarında bir düzeltmen elinden bile geçmeden, tamamen kendi palyatif çözümlemelerimizle gidiyor… Artık ne kadar gidip gitmediğine sizler karar veriniz!
Aman Tanrı’ım! Söylemez olaydım. Arkadaşım bana demediğini bırakmadı(!) ne kıskançlığım kaldı, ne emeğe, yeteneğe saygısızlığım, hepsini tek tek saydırdı yüzüme…” Sen” dedi bana “bu yeteneksizliğinle ancak kıskançlık yaparsın, çapsızlığını kabul et ve kendini onlarla bir tutma!” Arkadaşım ısrarla ünlü gazetecilerin, yazılarını sadece kendi maharetleriyle oluşturduklarını düşünüyordu.
Bu tartışmanın üzerinden en az sekiz yıl geçti. Aramızda geçen diyalogları bir türlü unutamadım. Keşke böyle bir tartışmaya hiç girişmeseydim. Acaba diyorum haksızlık, emeğe, yeteneğe saygısızlık mı yapmıştım? Ama yine de ‘yüksek rakımlı’ yerlerde, işlerin nasıl döndüğüne dair bazı bilgilerim vardı ve ondan ötürü böyle konuşmuştum. Hani diyorum ihtimal odur ki tartıştığım arkadaş da bana saygısızlık, haksızlık yapmış olamaz mıydı?
Geçenlerde yaygın basında ‘ Gölge Yazara Ver Yazsın’ başlıklı araştırma yazısını okuyunca içim fena rahatladı. Araştırma beni kısmen de olsa doğruluyordu. Haberde anlı –şanlı yazarlarımız dahil birçok yazarın eserlerini gölge yazarlara, para karşılığında yazdırdıklarını öğrendim. 10 bin liradan 80 bin liraya uzanan tarifelerde kimi gölge yazarlar, paralar alarak bu işi meslek kabul edip eser üretiyorlarmış. Ama önce müşteri, yazarla bir gizlilik sözleşmesi imzalıyormuş. Gölge yazarlar kendilerini ‘ Bizler sihirbazın görünmeyen ipleriyiz’ diye tarif ediyorlar. Hatta bir tanesi yaptığı işi ‘taşıyıcı annelik’ gibi algılıyor.
Yurtiçinde ve dünyada birçok ünlü yazarın, gölge yazarlara kitap yazdırdıkları yönünde yaygın iddialar varmış. Gölge yazarlık bana göre ne ülkemiz ile sınırlı ne de sadece edebiyat alanıyla…Bestekarlar, ressamlar, güfte yazarları, şairler, romancılar bu tür ithamlardan bir şekilde nasiplenirler.
Bir de tabii akademik, sanat, edebiyat camiasında, intihal sorunu bulunur. Gölge yazarlık ile intihal (aşırma) arasında bir bağ kurulur mu? Çünkü akademik çalışmalardan tutun da romanlara kadar birçok alanda intihal suçlaması da yaygındır… Etik açıdan sözleşmeli gölge yazar ile çalışmak bana göre, intihalden evladır. Zira gölge yazarlıkta en azından emek karşılığı bir ücretlendirme var. Tarafların bilgisi dahilinde anlaşma yapılarak, rıza gösterme var. İntihal ise bambaşka bir şey. Aşırmada eser sahibi tamamen bilgisiz ve devre dışıdır. Bu sahtekarlık ve hırsızlık alanına girer ki hiç tasvip edilmez. Bu yolla bir makam mevki, şöhret, kazanç elde eden, onursuz edinim elde eder ve bunun kimseye yarar sağlaması beklenmemelidir.