“Strateji binlerce düşünce demektir ve sadece biri tutar”
Temmuz ayının sıcaklığı iç ve dış politikaya da sirayet etmiş. Nereye el atsan orası yanıyor. İç ve dış politika birbirinden ayrı düşünülebilir mi ya da birbirinden etkilenir mi? Geçenlerde bir emekli arkadaşım; “ Yahu kardeşim bana ne Libya’dan bana ne Suriye’den ben alacağım aylığı bilirim. Neden bu ay az zam aldık?” diyerek sitemini dile getirdi. Emekli maaşlarının durumuna bakılırsa hak vermemek olmaz arkadaşımıza. Ama bu bir imkan meselesidir. Ülkenin gücü ile alakalıdır.
Biriken sorunları tez zamanda çözmek ne yazık ki mümkün olmuyor. Tabii şimdi hemen şu karşı argüman ile gelinebilir. ‘Bizi 18 senedir yöneten bir iktidar var. Çaresine baksaydı.’ Ama son 18 senede yaşananlara bakınca, iktidarın tüm enerjisi ile sorunların üzerine gidebildiğine inanmıyorum. Onca badire ve engellemeler ile doludur geçen süre ve hala sonlanmış değildir.
15 Temmuz 2016 darbesinin atlatılışı bir milattır. Sonra cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi gelir. Bu iki önemli kazanım sayesindedir ki güçlü adımlar atılabilmiştir. Ancak dediğim gibi henüz zorluklar devam etmektedir. En son Ermenistan’ın hamlesi bunu çok etkin biçimde anlatıyor. Ne zaman Türkiye kendi başına bağımsız kararlar uygulamaya koydu- bazı başkentlerde alarm zilleri çalmaya başladı. Ermenistan’dan Libya’ya bir hilal şeklinde kuşatılmak isteniyor Türkiye. Bir ülke kaş cephede birden savaşabilir?
21. yüzyıl yeni dengeler çıkarttı ortaya. Virüs salgını bunu iyice perçinledi. 20. yüzyıl kurumları ve paradigmaları geçerliliğini kaybediyor… Diplomasi, uluslar arası hukuk yerini güç kullanmaya bırakıyor. Haklının değil güçlünün sözü daha geçerli artık. ABD istihbaratının yan aparatı Fetö’den temizlenme çabalarıyla Türkiye- bekleyen yurtdışı operasyonlarına ağırlık verdi. El Bab bunun ilk adımıydı. Son dört yılda Türkiye operasyon bölgelerini ve de ülkelerini çoğalttı. Zira etrafındaki kuşatmayı yarmak için bazı kararlar almak zorundaydı.
Anlamı şuydu: ‘Ben artık güvenlik kuşağımı, kriz bölgelerinde oluşturuyorum ve sınırlarım içine almadan mücadele veriyorum.’ Bir diğer konuda sadece güvenlikle alakalı olmayıp, dost ve müttefik ülkelere destek vermek amaçlıdır. Türkiye böylece gönül coğrafyasına ‘biz varız’ mesajı iletmek istiyor.
Yukarıda sözünü ettiğim emekli arkadaşım gibi belli bir kesim- Türkiye’nin dış olaylara müdahil olmadan eskisi gibi yoluna devam etmesini istiyor. Onlara göre ‘risk almayalım, askerimizi, ordumuzu sınırlarımız içinde tutalım. Kimseyi kızdırmayalım. Hiçbir ülke ile bozuşmadan yolumuza devam edelim…’ Sanıyor musunuz ki böyle yapınca, zenginleşeceğiz, daha ileri gideceğiz ya da onlar planlarından vazgeçecek?
Zamanın ruhu da denen konjonktürel gelişmeler- sizi öyle yerlere taşır ki bazı adımlara mecbur kalırsınız. Güç dengesinin Atlantik’ten Pazifik’e kayması, ABD’nin ekonomik ve siyasi açıdan gerilemesi, tüm dünyada olduğu gibi bizim coğrafyamızda da bir boşluk yaratmıştır. Türkiye türlü engellemelere rağmen, siyasi yapılanmasında, ekonomisinde, ordusunda, istihbaratında son yıllardaki atılımlarıyla- bölgesinde lider ülke pozisyonuna yükselmiş, uluslar arası alandaki haklarını ve güvenliğini yüksek perdeden koruma aşamasına geçmiştir. Bunu yaparken gönül coğrafyasına sahip çıkma siyasetini de ihmal etmemektedir.
Sesi kısık, yardım dilenen ve içine kapalı bir Türkiye’ye alışık olan dünya devletleri- kışkırttıkları bazı ülkeleri de yanlarına alarak- Türkiye’nin yeni haline dur diyebilmenin panikle çarelerini aramaktalar. Elbette bu yeni durum şimdiye kadar yerel aktörler aracılığı ile yürütülen mücadeleyi- devletten devlete bir sıcak çatışmaya dönüşme potansiyeli de taşıyor.
Ancak hemen burnumuzun dibindeki ve ayrıca egemenlik alanımıza giren trilyonlarca dolar değerindeki petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip çıkmanın yolu- riskleri göze alan aktif dış politikadan geçmektedir. Gelinen noktada yeni dünya düzeni, başka türlü davranma lüksünü mümkün kılmamaktadır. Emekli maaşlarında ve her alandaki iyileştirmeler buradan alınacak sonuçlarla doğrudan ilintilidir. Herkes bir şey der ama yapanın dediği olur.