“ Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar”
Geçen hafta bu köşede bir Montesquieu portresi yazmıştım. Yazı güzel tepkiler aldı. Montesquieu dendiğinde akla önce ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesi gelir. Yasama, yargı ve yürütme erklerinin bir uyum içinde, kendi yetki alanlarının dışına çıkmadan oluşan bir yönetim modeli. Peki kuvvetler ayrılığı fikri nereden doğmuştu? İktidarların elindeki güçleri dengeleme ve sınırlama düşüncesinden çıkmıştı bu fikir. Tarih boyu dengelenemeyen, denetlenemeyen güçler karşısında insanlık acılar çekmiş, kitleler sömürülmüş, mağdur edilmişti.
O dönemler uluslar arası dev şirketler bulunmadığından güçler genellikle kralların elinde bulunuyordu. Kraliyet yönetimleri, zihinlerde yeni yeni oluşan cumhuriyet yönetim modeli ile dizginlenecekti. Anayasa, parlamento, bağımsız yargı, hür seçimler yığınlara hak ettiği, beklediği özgürlüğü, refahı getirecekti. Sanayileşme ve sömürgeciliğin yarattığı rant, uluslaşan Avrupa devletlerinde işçi sınıfının mücadele, örgütlenme azmi ile birleşince ezilenler hayatlarında büyük iyileştirmeler elde ettiler.
Kralların elinde bulunan güçler cumhuriyet yönetimlerine ve yeni oluşan burjuva sınıfına geçti. Ancak sanayileşme ve savaşlarla hızla büyüyen şirketler hükümetlere tesir etmeye, onları el altından yönetmeye başladı. Teknolojinin, finans sisteminin ve medyanın gelişmesi emekçilerden çok bu uluslar arası şirketlere yaradı. Dünya sathına yayılan büyük tekeller artık her yerde ve her şeye nüfuz eder hale geldiler. Öyle ki ellerindeki para ve manipülasyon gücü ile hükümetleri bile belirlediler.
Dünyanın geri kalanında pazar hakimiyeti kurma ve kendilerine hizmet eden hükümetler oluşturma sıradanlaştı onlar için. Bu çarka uymayanlarsa iç savaş, terör, darbe ile hizalanmaya çalışıldı. Günümüzde çok uluslu dev şirketler tek dünya devletinin temellerini atıyor.
İnternetin yaygın biçimde kullanıma sokulması, iletişimi ve bilgi transferini inanılmaz boyutlara taşıdı. Kitleleri yönetmek, manipüle etmek anlık bilgi paylaşım çağında her zaman istendiği gibi gitmiyor. Kontrolsüz nüfus artışı, otomasyon ile birleşince işsizliğe, kirleten sanayileşme çevre tahribatına yol açtı. Çevre felaketleri, kuraklık ve bölgesel savaşlar büyük göçleri tetikledi. Zamanla üretim ve güç dengesi Atlantik’ten Pasifik’e kaymaya başladı. Batı dünyası bir asır boyunca elinde tuttuğu gücü ve refahı kaybetme aşamasına geldi. Olumsuz gidişat o ülkelerde sokak hareketlerini ve ırkçılığı tetikledi.
Günümüzde artık ulus devletler güç kaybederken, 2050 yılında 6 dev şirketin dünyayı ele geçirip yöneteceği söylenmektedir.
Soğuk savaş ertesi ABD başkanına sunulan bir raporda, dünyadaki gerilimlerin nasıl engelleneceği detaylı biçimde yazıldı. Raporda kısaca; dünyada çatışmalara yol açan dini ve etnik çeşitliliği en aza indirmek, kültür farklılığını ortadan kaldırmak (kültürleri aynılaştırmak) ve nüfus artışını kontrol etmek gibi öneriler vardı. Dünya nüfusunu kontrol etmek ve hatta mümkünse bunu 3-4 milyar insanla sınırlı tutmak raporu hazırlayan küreselci zihniyetin hedefleri arasındadır.
Yine o kafaya göre insan kusurludur ve kendiliğinden müdahalesiz (örneğin bir çip takılmadan) düzelmesi beklenemez. Teknoloji geliştikçe, otomasyon arttıkça, robotik çözümler ve yapay zeka devreye girdikçe çalışanlara ihtiyaç hızla azalacaktır. O bakımdan fazla insana gerek yoktur. Çevre tahribatı ve kirliliği, azalan doğal kaynaklar da bu teorileri desteklemektedir. Büyük şirketlerin ellerindeki imkanlar birçok şeyi ‘evden yürütmeye’ imkan veriyor. Evden, bilgisayarlar aracılığı ile yapılan tüm işlemler ( iş-eğitim-finans- eğlence-sağlık vb.) kolayca denetim altına alınabiliyor çünkü.
Yeryüzünde radikal değişiklikler büyük kriz ve yıkımların ardından gelir. İnsanlığın elinde tuttuğu silahlar (nükleer vs.) dünyayı birkaç kez yok etme kapasitesine sahip. Fiziki yıkım istemeyen, gücü ve parayı elinde bulunduran küreselci tekel; sahip olduğu tüm imkanları kullanarak öngördüğü değişimleri artık virüsler üzerinden sağlama peşinde. Dijital dünya devleti hedefi; yeni yeni virüsler ortaya sürerek devletler ve insanlar üzerinde ekonomik krizler, sokak hareketleri ve ölümlerle korku salarak oluşturmak istenmektedir.
Şimdi maskeye alıştırılan kitleler, zaman gelecek çiplenmeye de ikna edilecektir. Gerekirse çip taktıran işsizlere temel vatandaşlık maaşı bağlamayı da öneren küreselciler; korkarım ki istediklerini alana dek, insanlar ve devletler üzerindeki baskıyı kademe kademe arttıracaklardır. Bu daha uzun dönem çeşit çeşit virüslerle yaşamak anlamına geliyor.