“Düşünmek; fazla enerji harcamadan deneyler yapmaktır”
Geçen aylarda çıkan bir haber oldukça heyecan vericiydi. Haberde ‘bor atığından lityum üretilecek’ deniyordu. Bakan Dönmez; ‘bor yataklarının belli oranda lityum içerdiğini’ belirtti. Gün geçmiyor ki bor madeni ile ilgili önemli bir haber çıkmasın. Gerçi haberler arasında gerçeği yansıtmayan sansasyonel olanları da var. Örneğin benim de beğendiğim ‘maliyeti 200 tl olan 1 kilo bor ile tam 19 bin km yol gidilecek’ bilgisi. Teyide muhtaç haber olarak öylesine kala kaldı.
Devletin resmi ağızlarından çıkmayan, sadece internet ortamında dolaşan paylaşımlara itibar etmemeyi öğrenmek lazım. Ancak bu lityum meselesi başka. Hatta bununla ilgili üretim tesisi bile kuruldu ve çalışmalara yıl sonunda başlanıyor. Lityum üretim tesisi iki üç yıl içerisinde 500 ton/yıl kapasiteye ulaşarak, önemli bir ithalat kaleminin önüne geçilmiş olacak. Yerli otomobil bataryalarında da bu lityum kullanılacak.
Lityum; elektrikli araçlarda geniş kullanım alanı bulduğu için çok önemli bir konuma yükseldi. Elektrikli araçların bataryaları için ve şarj edilebilen pillerde yüksek güç ve hızlı şarj için çok gereklidir lityum. Elektrikli araçların ve cep telefonlarının çoğalmasıyla beraber lityuma dünya çapında talep arttı.
İşte bu noktada dünyada en büyük bor rezervlerine sahip olan Türkiye’nin bor atıklarından lityum üretebilecek kapasiteye ulaşması son derece kritik bir aşamadır. Bor konusuna sık sık değinme nedenlerim var. Bunlardan en önemlisi ülkemizin bir enerji ithalatçısı olduğu ve yılda 50-60 milyar dolarını bu sebepten dışarıya göndermesidir. Yıllardır ekonomiye kambur olan cari açığın asıl nedeni budur. Sonra, ülkemi uyarma ihtiyacındandır. Zira 20.yy başında önemini pek kavrayamadığımız petrol zengini bölgeler, 1.Dünya Savaşı ile beraber elimizden uçtu gitti. Bu günlerde bir kuşatma altındaysak eğer bunun nedeni, geleceğin madeni diye bilinen bor’un dünya rezervinin, yüzde 70’inin Anadolu’da bulunmasından kaynaklı olabilir mi? diye hatırlatmada bulunmak istiyorum.
Sadece bor madeni değil elbette. Türkiye; dünyada satılan 90 çeşit madenin 77’sine sahiptir. Bor madeni etrafında yığınla söylenti vardır. Bor madeni potansiyelimizi tam kullanamadığımız bunların başında gelir. Bor madenin 250’yi aşkın sektörde kullanıldığı doğrudur ve gün geçtikçe alanı daha da genişlemektedir. Mucizevi element, saat camlarından, diş macununa, bilgisayar işletim sisteminden, temizlik maddelerine, kurşun geçirmez ve yanmaz materyallerle kadar daha birçok alanda yaygın biçimde işlenir. Mukavemet artırıcıdır, kanser önleyici, enerji depolayıcı ve taşıyıcı özellikleri vardır.
2018 yılında dünya bor talebinin yüzde 59’u Türkiye tarafından karşılanmıştır. Türkiye boru işlenmemiş haliyle ihraç ediyor ve dolayısıyla bu ticaretten çok az kazanıyor. Esas olan eldeki boru işleyerek, sanayi mamulü haline getirerek satmaktır. Bor işleme tekniği transferinde çok gecikildi. Halihazırda ABD, Almanya, Rusya, Çin, Kanada ve Japonya bor madenini işlemede başı çeken ülkelerdir.
Ne acıdır ki aynı fındıktaki gibi dünya bor fiyatlarını başkaları belirliyor. Bu iki mamulde de dünyanın en büyük üreticisi Türkiye olmasına rağmen. Katma değerli ürünler yaratmak ar-ge çalışmalarından geçer. Teknolojiyi birebir ithal etmek her zaman çözüm değil. Çünkü ithal edilen teknolojik ürünleri, başka ürünler içine koyarak ihraç etmek istediğinizde, dış ülkelerdeki üretici şirketlerin ambargosunu yiyorsunuz çoğu zaman. O bakımdan kendi özgün ürünlerimizi geliştirmek gerekiyor, bu da büyük oranda ar-ge’den geçiyor. Türkiye’nin ar-ge çalışmalarına ayırdığı para milli gelirin yüzde 1’nin altındadır. Sağlıklı bir ar-ge sistemi için milli gelirin en az yüzde 3’ünün bu alana kaydırılması gerekiyor.
Ayrıca gençliğin motive edilmesi ve özendirici teşviklerin, ödüllerin konulması lazım. Teknofest gibi geniş katılımcı, yarış ve yenilikçilik içeren organizasyonların havacılık dışında başka sektörlere de yayılması gerekiyor.