“ Herkes her şeyi bilmek iddiasındadır ama işine geldiğini akıl etmek ister”
Aslında mesele temelde aynı. İnsanlar, ülkeler sürekli zenginleşmek ve daha iyi şartlarda yaşamak isterler. Zenginleşmenin dolayısıyla kalkınmamın itici gücü enerjidir. Çünkü üretimden, eğitime yaşamın her evresinde enerjiye ihtiyaç duyulur. Ucuz ve bol enerji rekabet avantajı sağlar. Ülkelerin gelişmişlik göstergelerinden bir tanesi de enerji tüketim göstergesidir. Enerjide dışa bağımlılık pahalı olduğundan, enerji tüketimi de bundan olumsuz etkilenir. Enerji tüketimi azlığı ise; zenginleşmenin ve kalkınmanın önünde engel oluşturur.
Enerjide bağımsızlık kadar çeşitlilik de gereklidir. Bu ‘ tüm yumurtaları aynı sepete koymama’ mantığıdır ki önemlidir. Türkiye enerji ithal eden bir ülke. Enerji ithalatı, ithalat-ihracat dengesinde açık vermeye sebeptir. Türkiye, yılda ortalama 50 milyar dolarlık enerji ithalatı gerçekleştirir. Büyümek ve zenginleşmek için ucuz ve sürdürülebilir enerji kaynaklarına ihtiyaç vardır. Enerjide yerli kaynakların önemi çok fazla. Yerli kaynak dendiğinde akla ilk hidro ve termik santraller gelir. Ancak bu tür santraller çevresel etkiler nedeniyle yoğun dirençle karşılaşır.
İnsanlar, güneşi ve rüzgarı bol ülkemizde, daha çok bu iki alanda enerji yatırımları bekliyor. Türkiye bu iki alanda da atılımlar yaptı ve teşvikler verdi. İki sektörde gelişmek için biraz daha zaman ve yurttaşların bilinçlenmesine ihtiyaç var. Ayrıca rüzgar ve güneşte 7/24 üretim yapılamadığı gibi depolama konusunda da sıkıntılar var.
Türkiye gelişmiş ve iddialı bir ülke olmak istiyorsa, nükleer enerji alanına girmek zorunda ki gelişmiş ülkeler kalkınmalarını ağırlıkla nükleer enerjiden sağladı. Nükleer enerji, sadece yakıt tüketimi olarak da düşünülmemeli. Askeri amaçlı kullanımı da hesap edilmeli. Bu amaçla Türkiye’de ilk aşamada üç nükleer santral kurulması planlandı. Santrallerin ilkinin temeli, Ruslarla işbirliği dahilinde ilimiz Akkuyu beldesinde atıldı. Üç üniteden oluşacak santralin birinci ünitesinin, iki yıl sonra devreye girmesi bekleniyor. Santral tamamen bittiğinde ülke enerji harcamasının yüzde 10’nu karşılayacak.
Santral işletmesini bizim genç fizikçiler yapacak. Şu aralar genç işsizliği ve gençlerin yurtdışına gitme istekleri yoğun biçimde tartışılıyor. Oysa birçok teknoloji ve savunma sanayi şirketi yurtdışından yetişmiş Türkleri transfer etme peşinde. Geçenlerde gazetede okuduğum ‘Kırmızı Diplomalı Kız’ başlığı hayli ilgi çekiciydi. Orada Rusya’ya nükleer fizik dalında eğitim almaya giden başarılı Türk öğrencilerin öyküleri anlatılıyordu.
16 Şubat 2021’de Moskova’da mezun olan genç kızımız, yüksek başarı ile diploma alıyordu. Başarılı öğrenci Özlem Arslan; Ankara Üniversitesi üçüncü sınıftayken, Enerji Bakanlığının Akkuyu Nükleer Santrali için Rusya’daki eğitim programına katılma kararı aldı. İşte ‘nükleer mucize’ böyle başladı. Özlem Arslan; 6.5 yıl sonra dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen öğrenciler arasından bölümünü birincilikle bitirip diploma aldı.
Yalnızca Özlem mi? Hayır, Rusya’da nükleer eğitim alan genç Türk mühendislerin sayısı 200 civarında. Binlerce genç aday arasından seçilen öğrenciler; Rusya’da 6.5 yıl zorlu bir eğitim alıyorlar. Gençlerin Türkiye’ye katkısının ne olacağına Enerji Bakanının cevabı: “ Bu katkı Türkiye’nin geleceğine olacak. 10-12 yıl sonra Türkiye, kendi nükleer santrallerini kuracak seviyeye ulaşacak.”
Öğrenciler bunu sadece nükleer bir program olarak görmüyor. Program onlara kültürel bir bakış açısı da getirmiş. Örneğin öğrencilerden biri: “ Her kim yürümeye devam ederse, yolu o bitirecektir” diyerek meseleye felsefi bir misyon da yüklemekte.
Türkiye hep böyle kalsa ve hiç büyümese bile, elektrik ihtiyacında dışa bağımlılıktan kurtulamaz. Mevsimsel koşullara bağlı kalmadan ucuz ve kesintisiz enerji sağlamak isteniyorsa, Akkuyu santrali benzeri daha başka santraller kurmak gerekiyor.
Radyasyon tehlikesi için de şunlar söylenebilir: Yeni nesil santraller azami güvenlik standartlarında yapılıyor ve oldukça güvenli. Dünya bu haliyle radyasyonlu bir gezegen. Yeryüzüne yayılmış yüzlerce (441) nükleer santral var. Türkiye’de kurulacak üç adet santral, dünya radyasyon kapasitesine artı bir etki yaratmayacaktır. Kaldı ki evimizde iş yerlerimizde elektronik aletler, bilgisayarlar ve cep telefonları ile sürekli radyasyona maruz kalıyoruz. Nükleer teknoloji ve santralden mahrum kalınmasını istemek; Türkiye’nin birinci sınıf ülkeler arasına katılmasını istememek anlamı taşır.