“Söylenti; kargaşanın ikiz kardeşidir”
Düşünürler insanın onlarca-yüzlerce tarifini yapmışlar. Düşünen varlık demişler, cinsel varlık demişler, araştıran, sorgulayan, seven, öğrenen varlık demişler…Tüm bunlara ilaveten insan savaşan bir varlık da denilebilir. Çünkü binlerce yıllık insanlık tarihinde sadece onlarca yılla ifade edilen çok küçük bir kesit savaşsız geçmiş. İnsanın savaşan bir varlık olması bir durum tespitinden ibarettir. Biz ölümlüler istesek de istemesek de bu maalesef böyledir.
Savaş taraftarı olmak ayrı, savaşı bir gerçeklik kabul edip ona göre konumlanmak ayrı. ‘Ben savaş istemiyorum demek’ ya da savaşa karşı durmak savaş gerçeğini değiştirmez. O halde kendini ve ülkesini korumak isteyen savaşa karşı konumlanmak durumundadır. Aksi durum sadece dilek ve temennidir ve savaş halinde kimseye yararı dokunmaz.
Türkiye sürekli bir tartışma ve mücadele içerisinde. Karşıt görüşler sürekli ayrışıyor, kamplaşıyor… Gündeme oturan hemen her konu toplumu ikiye bölüyor. Sol kesim dünya tarihini sınıflar mücadelesinden ibaret sayarken, sağ kesim dünya tarihini milletlerin mücadelesinden ibaret sayar. Detaylarda boğulan toplum, büyük fotoğrafı kaçırıyor. 128 milyar dolar meselesi de Kanal İstanbul meselesi de ittifaklar, mafya lideri açıklamaları da sürekli bir kamplaşma ve ötekileştirme yaratıyor. İşte güncel Filistin-İsrail olayı da bunlardan biridir ve toplumu ikiye bölmüştür.
‘Araplar bizi arkadan vurdu’ düşüncesi Türk toplumunun büyük bölümünde iyice yerleşmiştir. Başka bir kesim de bunun böyle olmadığını, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde ve ertesinde büyük bir komplo ve dezenformasyon ile karşılaşıldığını ifade eder. Tartışmalar genellikle nesnellikten uzaktır ve duygusal yaklaşımlar hakimdir. Hani ne demişti ünlü psikiyatrist; “İnsanlar kararlarını akılları ile değil duyguları ile alırlar.” Türk toplumu duygusal ve ayranı çabuk kabaran bir toplumdur.
Filistin’e askeri operasyonu savunan birçok insan çıktı ki; bu akılcılıktan oldukça uzak duygusal bir talepti. Ölülerini Türk bayrağı ile gömen bir halk için yardıma koşmaktan doğal ne olabilirdi ki? Ancak dünya konjonktürü akılcı olmayı gerektiriyor. Son kale Türkiye akıllı adımlar atmak durumunda. Kahramanlık ayrı, siyasi ve askeri strateji ayrı. Osmanlı topraklarının büyük bölümünü bu akılcılıktan ve stratejiden yoksun şekilde kaybetti.
Medine’yi savunan Fahrettin Paşa bir vatansever ve kahramandı ama bu onun esir düşmesini engellemedi. Çünkü o dönemki Osmanlı kurmay aklı – gerçi var mıydı o da tartışılır- vahim hatalar yapmıştı. Önce başkent İstanbul’u, Şam’ı, Irak’ı savunmak yerine, binlerce askerini Hicaz’ın savunmasına sevk etmişti. Önceliği cephe gerisine verdiğinizde, cephe gerisi otomatikman düşer.
Filistin’e asker göndermek demek akılcı bir stratejiden yoksunluk demektir ki zaten bugünkü şartlarda ne kara yoluyla, ne deniz ve hava yoluyla oraya müdahale şansımız şimdilik yoktur. Bakınız şimdilik diyorum. Ne zaman ki İsrail etrafındaki Batı uydusu Arap devletleri, gerçekten kendi halk iradeleriyle yönetilir ve de Türkiye askeri, ekonomik anlamda o derece güçlenir; işte o zaman Filistin’e müdahale gerçekçidir.
Tabii birileri durmadan geçmişten örnekler veriyor. ‘Selçuklu Türkleri nasıl Haçlı akınları önünde varlık gösterdi’ diye. Evet ama bu uzun ve zorlu bir süreçti ve iki asırlık dönemi kapsadı. Oysa klavye başındaki arkadaş hemen her şey bu günden yarına olsun bitsin istiyor. Yine Kudüs fatihi Selahattin Eyyübi’den çok bahsedilir. Oysa o da ömrünün 25 senesini o davaya vermiştir. Yirmi sene Kudüs dışındaki yerleri Mısır’ı vs.. emniyet altına almış, savaşlar yapmış; sonra da beş sene Kudüs’ün fethiyle uğraşmıştır.
Tarih de gösteriyor ki öyle bu günden yarına pek bir şey olmuyor. Son kale Türkiye çok akılcı olmak durumundadır. Zaten Türkiye’nin kendisi bir kuşatma altındayken ve yeterince ekonomik, askeri güçten yoksun iken, böyle bir adım hiç gerçekçi değildir.
Ama tabii Türkiye eli- kolu bağlı da kalamaz. Diplomatik ataklarını devam ettirir. Askeri danışmanlarını, el verdiğince gerekli teçhizatları bölgeye ulaştırabilir. İnsani, tıbbı yardımlar organize edebilir. Ve en önemlisi medya ayağında dünya kamuoyunu doğru bilgilendirme amaçlı görevler üstlenebilir. Ki bunların yapıldığını varsayıyorum.
Kargaşa halindeki toplum küçük ayrıntılarla boğuşurken, büyük fotoğrafta son kale Türkiye bir kuşatma altındadır ve varlık –yokluk mücadelesi vermektedir.