“ Tehlikeyi, tehlikeye girmedikçe yenemezsin” Latin Sözü
Baş döndürücü olaylara maruz kalıyoruz. Bir taraftan pandemi koşulları sürerken, diğer taraftan doğal felaketler, göçler, terör eylemleri, savaşlar, krizler birbirini takip ediyor. Seller bitmeden yangınlar başladı. Yangınlar sönmeden deprem oldu. Türkiye’yi şoka sokan bir katliam yaşandı. Tabii tüm yaşananlar huzur bozucu ve insanın hayat sevincini elinden alan boyutta.
Genel olarak insanlar bu tür hadiselere benzer şekilde yaklaşır. Çoğu karamsardır ve birbirini onaylayan, takip eden, genel kabul gören nedenler öne sürerler. Bunda elbette iletişimin çok hızlanmasının etkisi vardır. İnsanlar daha çabuk haberdar oluyor, etkileşime geçiyor. Ancak az sayıda da olsa farklı, bildik şeylerin dışında, ezber bozan ve sürü psikolojisine kapılmayan düşünceler, görüşler de var. Ama nedense insan en kötümserini ve yaygın dillendirileni kabullenmek gibi bir alışkanlık içindedir.
Pandemi sürecinde insanlar evlerine tıkıldı. Okullar işyerleri kapandı. Bu noktada ilginç bulduğum bir gelişme yaşandı. Pandemi döneminde alınan yeni patent sayısı, 2019 senesine göre iki kat artmış. Benzer bir hadise 17. yüzyılda yaşanmış. İngiltere’deki veba salgını sırasında eve gönderilen öğrenciler arasında Isaac Newton da bulunuyormuş. Newton büyük buluşlarının fikirlerini o eve kapanma döneminde oluşturmuş. Deniyor ki ‘pandeminin olumlu etkileri yenilikler ve belki de yeni çıkacak Newtonlar’dır’ hiç de yabana atılacak bir sav değil bana göre.
Göç olgusu da bizleri hayli meşgul ediyor. Kamuoyu bu konuda da ikiye bölünmüş durumda. Genelde; ‘muhafazakar iktidarın Türkiye’yi Araplaştırma, ümmetleştirme politikasının bir paçasıdır’ diyenler hayli fazla. Oysa benim gibi bunu Türkiye’ye karşı yürütülen uluslar arası bir planın parçası olarak görenler de var.
Örneğin, son Afgan mülteci akını, ben bunu ABD’nin Türkiye üzerinde bir baskı unsuru olarak kullandığını düşünüyorum. Çünkü ülkemizde istenmeyen adam ilan edilen ABD büyükelçisi John Bass, Ankara’dan sonra Afganistan’a atandı ve akabinde, oradaki istikrarsızlaştırma ve Türkiye’ye göç arttı. Bu konuda çok gerçekçi bulduğum yeni bir görüş de şudur: İran’da 4 milyon Afgan mülteci bulunmaktadır. İran bunları geri gönderememektedir. Bugünlerde ise Türkiye ABD ile Afganistan da yakınlaşmaktadır. Türkiye’nin orada nüfuz sahibi olmasını istemeyen İran, ülkesindeki Afganları Türkiye’ye geçmeye teşvik ederek, Türkiye’yi zayıf düşürmek istemektedir.
Yürekler dağlayan yangınlar için de onlarca komplo teorisi dolaşmaktadır. Bunların başında yine uluslar arası güçlerin denetimindeki terör örgütlerinin yangınları çıkardığı görüşü ağır basmaktadır. Ve de rant uğruna yapılan sabotajlar dillendirilmektedir. Fakat ajanslara düşen farklı bir görüş bana ‘acaba’ dedirtti. Orada ileri sürülen görüş; bayramın ve turizmin de etkisiyle aşırı kalabalıklaşan tatil beldelerindeki eski enerji nakil hatlarının ve trafoların aşırı yüklenme ile ısınarak, yangına sebebiyet verdiğidir. Üzerinde durulması gereken bir durum bence.
Örneğin terör sorunu, son kırk yılda 50 bin kişi hayatını kaybetti. 400 milyar dolar maddi hasar oluştu. Türkiye’nin iç göçle demografik yapısı değişti çoğu yerde. Hayvancılık, ticaret, eğitim hemen her sektör darbe yedi. Fakat bu elim süreç Türkiye’ye askeri alanda birçok şey kattı. Türkiye bölgesinin en güçlü ve savaşçı ordusunu kurdu. 18 komando tugayı ihdas ederek, araç gereç, teçhizatını yenileyerek ve birçok konuda milli imkanlara kavuşarak, büyük savaş kabiliyeti ve tecrübesine sahip oldu.
Meselelere başka açılardan yaklaşmak hep mümkündür. Hayat devam ettiğine göre, bir çıkış yolu mutlaka vardır. Daha iyisini yapmak, tecrübelerden yararlanmak gerekir. ‘Öldük, bittik, tükendik’ yerine yeni ve özgün düşüncelerle, umut aşılayan, değişik pencereler açanlara da kulak vererek ilerleyelim…