“İnsan yaşadığı zamandan sorumludur”
Mersinli ressam Doğan Akça; İçel Sanat Kulübü bülteninde 1997 yılında yazdığı bir yazıda ‘Özür Diliyorum’ başlığını kullanmış. Akça, güzel bir Mersin yazısında samimi itiraflarda bulunuyor. Doğan Akça da unutulan değerlerden…Bir sanatsever, duyarlı kent aydını, Mersin aşığı. 1936 Mersin doğumlu ressam 30 kişisel sergi açmış, birçok karma sergiye katılmış. Kuş bakışı resimleriyle tanınır. Ona ‘dünyaya leyleğin gözünden bakan ressam’da denir. 2007 yılında vefat etti.
Bugün ben Akça’nın yaşamından bahsetmeyeceğim. Onun ‘Özür Dilerim’ adlı yazısını konu edineceğim. Çünkü orada günümüz insanına ışık tutacak, dersler verecek itiraflar mevcut. Akça yazısında 1945’li 50’li yılların Mersin’ini iyi bildiğini söylüyor. O günkü Mersin’i anlatıyor bizlere ve o günkü Mersin’ini nasıl kaybettiğimizi de... Şehri koruyamadığımızı kendi hayatı üzerinden örnekler vererek anlatıyor. Akça, suçluluk duygusu taşıyor tanıklık ettiği döneme müdahil olamamaktan yakınıyor ve bunun için de özür diliyor.
Aslında Akça’nın yaşadıkları her dönem için geçerlidir. Günümüzde de onca şey, şehre ait onca değer, doğa yok ediliyor. Bizler tüm bunların merkezinde olmasak bile, yakınından, kenarından takip ediyoruz veya haberdar oluyoruz. Ama çoğumuz sessizliğini bozmuyor, öylece bakakalıyor…Az sayıda da olsa gazetecilerimiz, yazarlarımız tarihe not düşer nitelikte yazılar yazıyor, haberler yapıyor. Günü geldiğinde gelecek kuşaklar onları değerlendireceklerdir elbet.
Akça, Mersin liman yapımı öncesi bölgeyi, doğal dokusunu, güzelliğini anlatıyor bizlere. Sonra, ‘denizi küstüren’ oradaki dokuyu bozan limanı yazıyor ve de projeye engel olamadığından bahsediyor. Liman yapımına karşı durmayı bırakın, gidiyor bir de limanı yapan şirketin çalışanı oluyor. Bu ona unutulmaz bir suçluluk kompleksi yüklüyor ve ardından ilk özür dilemesi geliyor.
1970’li yılların Millet Bahçesi yakınında ikamet eden Akça, bu kez de oranın yok edilişine tanıklık ediyor. Belediye eliyle katledilişine. Ona göre bu bir cinayettir ve o cinayetin işlendiği yere yakın apartmanda izler tüm olan biteni…Akça, yine suskundur. “Hiçbir şey yapamadan öylece seyrettim” der. Ardından, bizlerden yine özür diler. Memleketin sahibi olacağına, bahçelerin, bahçeli evlerin, villaların yok edilişini seyreder öylece…Üstüne üstlük yerlerine dikilen binalardan bir daire satın alır. Bu onda vicdan azabına neden olur ve yine özür dilemesi gecikmez.
Müdavimi olduğu ve kendince üniversite saydığı Akkahve’ye gelir sıra. Belediye durup dururken kapatıverir Akkahve’yi. Akça, cılız çıkışlar dışında pek bir şey yapamaz. Orayı tekrar eski haline döndürmek için bazı girişimleri olur o kadar. Bu sefer de başaramamıştır. Ve tabii bu, yine bir özür dilemeyi getirir.
Akça, Mersin-Silifke arasına yazlık adı altında örülen duvardan yakınır yazısında. Atatürk Parkı’nın sahipsizliğinden dert yanar. Yoğurt Pazarı’nın yüzyıllık granit taşlarının sökülüp atıldığını, eski dokunun korunamadığını üzülerek aktarır bizlere…İstiklal Caddesi refüjüne konan ruhsuz beton bariyerleri, Hilton Oteli yanındaki voleybol sahasının kaldırılışını döker satırlara.
Yazısını; “Mersin yöneticileri, sevgili Mersinliler, dostlar ben Atatürk’ün ‘Bu memleketin hakiki sahibi olun’ talimatına uymadım. Bu gücü gösteremedim. Hatta bazen şehrimi katledenlere yardımcı oldum. Huzurunuzda af diliyorum, özür diliyorum” diyerek bitirir.
Yazı bir kent aydınının samimi itirafıdır. İçinde biriken öfkenin, huzursuzluğun dışa vurumudur. Aynı zamanda gelecek kuşaklara bir uyarıdır. Ama bugün de değişen pek bir şey yoktur aslında. Onca şey değişir, dönüşür ve genelde kazanan beton, azalan yeşildir.