“ Söz; bir şey anlatmıyorsa laftır” Osman Şahin
Zaman hızlanır mı? Hızlanan zaman mı yoksa zamanın hızlı akıyor algısı mı? Bilgi akışının ve uyarıcı etkilerin çokluğu zamanın hızlı akıyor algısını doğurur. Çizgi filmi düşünün? Fotoğraf kareleri o denli peş peşe akar ki; bu beynimizde hızlanmış, hareket ediyormuş algısı yaratır. Fotoğraf akışını azalttığınızda hareketler kesik kesiktir, zaman yavaşlamış hissi verir. Bu tamamen beynimizin bize sunduğu ‘hizmetlerden’ sadece bir kaçıdır.
Geçmişte yaşanan bir hikaye de benzer hisler uyandırır bende. Örneğin, 1950’li yıllardan kalma bir hikaye okuduğumda, sanki o dönemler zaman yavaş ilerliyormuş hissine kapılırım. Çünkü şimdinin hızı ve imkanları yoktur o dönemler. Osman Şahin’in ‘Toroslardaki Kayıp Çocuk’ yazısını bu duygular içinde okudum.
Osman Şahin ‘Türk öykücülüğünün Mersinli büyük ustası’ diye bilinir. 1940 Mersin Aslan Köy doğumludur. Çocukluğu Toroslar’da yoksulluk içinde geçer. İlkokulu köyde okur. Orta öğrenimini ise ikinci doğumu saydığı Diyarbakır- Dicle Köy Enstitüsünde tamamlar. Emekli beden eğitimi öğretmeni öykücü İstanbul’da yaşamını sürdürmektedir.
Şahin hikayesini anlatmaya başladığında yıl 1950’dir ve o daha köyden dışarı hiç çıkmamıştır. Demokrat Parti iktidarında bazı şeyler değişime uğramıştır. Ezan tekrar Arapça okunmaya başlamış, öğrenciler köy enstitülerine sınavla alınır olmuştur. Oğlak çobanı Osman ve 30-40 arkadaşı, sınavlar için Mersin’in yolunu tutmuşlardı. Kimi yaya, kimi at, eşek sırtındaydı. Köy yolları açılmamıştı henüz. Cebinde beş lira, çobanlığı kardeşine devrederek yayan yapıldak yola çıktı. Yanında arkadaşı Cafer vardı.
Ailecek çok yoksuldu. Üzerinde fistan, ayakları çıplaktı. Akşama doğru yayla yeri Fındıkpınarı’na ulaştılar. Mersin zenginlerinin yaylası Fındıkpınarı’nda elektrik vardı o zamanlar. Yolu, suyu boldu, binaları şıktı. Osman Şahin’in orada iki buçuk kuruşa aldığı simit hayatında yediği ilk simitti. Geceyi bir tanıdıklarının evinin bahçesinde ağacın dibine serdikleri yatakta geçirdiler. Ertesi sabah Fındıkpınarı’ndan bindikleri kamyonla, Mersin’e hareket ettiler. Bir buçuk saat sonra Mersin Yoğurt Pazarına vardılar. Dikkat ederseniz bugün özel taşıtlarla bir saatlik yoldur Aslan Köy, Mersin arası.
Bu birebir yaşanmış hikayedir. 70 sene öncesinin Türkiye’sini, Mersin’ini anlatır. Fakirlik; en çok da Yörüklerin fakirliği, eğitimsizliği en belirgin özelliktir. Devletin fakir Türk köylüsüne açtığı öğretmenlik yolu, birçok çocuğun kaderini değiştirmiştir. Silifke Yörüklerinden köy enstitülü Ali Uysal bu çocukları; ‘karanlığı yırtan çocuklar’ diye tarif eder.
Mersin’e inen öğrencilerin bir kısmı babalarıyla birliktedir bu Osman Şahin gibi yalnızlara güven verir. Sınav yeri İleri ilkokuluna doğru yürüyüşe geçerler. Yolların çamursuz, taşsız, dikensiz, asfalt yol oluşu dikkatinden kaçmaz. Çünkü bunlar onun hayatında ilk kez gördükleridir. Şahin; “Böyle yolda yalınayak yürümenin gözünü seveyim” der içinden.
Sınav, iyi geçmiştir. Öğle vakti biten sınavın ardından, kamyonla köye dönüş için akşama kadar zamanı vardır. Sıcak Mersin’de görmek istediklerini hatırlar. Bunların başında deniz gelmektedir. Şahin; denizi görmeyi hep merak etmiştir. Onun için deniz, büyüktü, maviydi. Dalgalı ve uğultuluydu. Tuzumsu tuhaf bir kokusu vardı. Sonra, deniz kenarına yattı. Ağzıyla suyu tattı. Tatmasıyla tükürmesi bir oldu.
Bir diğer önemli durak da 1948 Londra olimpiyatlarında iki altın madalya kazanan Mersinli Ahmet pehlivanın kahvesiydi. Kahvehaneye gitti arkadaşıyla ama pehlivanı orada bulamadı. Demiryolu görmek istedikleri bir başka bilinmezdi onlar için. Şehirdeki evler, camlı dükkanlar, mağazalar, kısa etekli saçları açık şık kadınlar…Daha önceleri görmedikleri palmiyeler, muz, portakal, limon ağaçları dikkatlerini çok çekti. Adeta başka bir ülkeye gitmiş duygusu uyandırmıştı onlarda. Oysa aralarında sadece 60 km mesafe vardı.
Hikaye burada bitmiyor tabii. Sınavları kazanan Osman Şahin; öğretmen, yazar, öykücü, senarist olur. Ona yakın ödül kazanır. 27 kitaba, 30 senaryoya imza atar…Oysa bütün bunlar çoban Osman’ın, Toroslar’daki adsız, kayıp çocuğun aklının ucundan bile geçmemiştir. Demek ki eğitim fırsatı elde eden her çocuk, başarılı hikayelere imza atacak potansiyeller barındırır.